Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Hülya Koçyiğit bir röportaj verdi ve birçok sanatçının, gazetecinin, yazarın bam teline basan sözler söyledi. Akil insanlardan biri olarak şehir şehir gezen, siyasi tavrını eğip bükme gereği duymadan ortaya koyan, cesur ve dobra bir kadındır Hülya Hanım.

Röportajda, “Tavrınızı net olarak ortaya koyuyorsunuz. Sanatçı arkadaşlarınız arasında eleştirildiniz mi?” sorusunu, “Sanat, kurulu düzene muhalefet eder. Yaşamı daha güzelleştirmek için yapar bunu... Ama burada benim vatanseverlik noktam öne çıkıyor...” diye yanıtlamış. Yani sanatçının kurulu düzene karşı olduğunu kabul etmiş.

Ben burada Hülya Koçyiğit’ten farklı düşünüyorum. Türkiye’de ortalama sanatçı profili, kurulu düzene karşı değil tam da kurulu düzenin yanında yer alan bir profildir. Birey değil, cemaat üyesi gibi hareket eder. Cemaati de “sol Kemalist cemaat”tir. Askeri vesayetin yönettiği devletin palazladığı bir kesim olduğu için o düzenin devamından yanadır. Son yıllardaki iktidar karşıtlığı da esasen o düzene bu iktidar başkaldırdığı için. Bu ülkede 27 Mayıs askeri darbesi oldu, en başta sanatçılar ve gazeteciler avuçları patlarcasına katil darbecileri alkışladılar. 12 Mart oldu, başta 9 Mart sol darbesi zannettiler, sağ darbe olduğunu anlayana kadar desteklediler. 12 Eylül de sol darbe olsaydı, Kenan Evren’in en büyük savunucusu olurlardı.

Bunlar mı demokrat? Bunlar mı özgürlükçü? Bunlar mı insan haklarından yana ve kurulu düzen karşıtı? Yalan!

Şimdi özgürlükten yana, adaletten yana tavır aldıkları için değil, hangi yolla olursa olsun devrilmesini istedikleri bir iktidar bulunduğu için “muhalif”ler.

Özgürlükten, adaletten yana olsalar 28 Şubat’a karşı çıkmaları gerekmez miydi? Halbuki bu darbenin de en büyük destekçisi oldular. Kürt isimleri çocuklara verilemezken ses çıkarmaları icap etmez miydi? Peki Ahmet Kaya, Kürt olduğu için linç edilirken ne yaptılar?

Kısacası Hülya Hanım, meslektaşlarınız kurulu düzene muhalif değiller, daha fazla özgürlük, daha fazla adalet peşinde hiç değiller!

TSK’NIN RÖNTGENİ

GEÇEN haftaki yazımda şöyle demiştim: “Ordu artık AKP’nin ordusudur, sözü tamamen yanlış! Ordu içindeki üç egemen grup da AKP’li değil. TSK’ya sandık konsa AK Parti’ye oy yüzde 5’i bulmaz. Fırsatını bulursa ‘ordu kamuoyu’ denen olgu yine darbe isteyebilir. Başarır başaramaz o ayrı ama bu darbe dinamiği oluşabilir... CHP böyle sokak hareketlerinin öncülüğünü yaparsa, Kılıçdaroğlu istemese bile partisi yine 1960’taki işlevini görebilir ve bu durumda mevcut hükümetin de eli nal toplamaz. Türkiye için netice çok kötü olur...”

Bu uyarım üzerine benim ordu içindeki çok düşük AKP oyunun “kripto FETÖ’cüler” den kaynaklandığını söylediğim tezi üzerinden giden yazılar okudum. Çok yanlış bir algılama...

Rasim Ozan’ın dün ve pazartesi günü Sabah’ta yazdığı gibi ordu kamuoyunda şu an üç ekip var ve üçü de temelde AK Parti karşıtı askeri gruplar.

Astsubaylar ve alt rütbelerde Fethullahçılar hâlâ çok güçlü. Orta ve yüksek rütbelerde ise ikisi de Atatürkçü olduğunu iddia eden sol ve sağ iki rakip grup var. Bir taraf öbürünü, “Doğu Perinçek’in askerleri” diye yaftalıyor. Öbür taraf diğerini, “Alparslan Türkeş’in askerleri” olarak damgalıyor. Sonuç olarak bence Rasim’in ortaya attığı şu soru çok kritik: “Bir ülke düşünün, yüzde 50 oy alan bir iktidar partisi var ve o ülkenin subayları arasında bu partiye sempati yüzde 1 bile değil. Üstelik o ülkenin ordusunda güçlü bir vesayetçilik, darbecilik ve cuntacılık geleneği var. O ülkede bahsi geçen partiye toplumsal destek zayıflarsa, siyasi istikrar bozulursa ve yürütme organı güçsüz düşerse ne olur?”

İŞ VE EŞ SEÇİMİNDE NE KADAR AVRUPALIYIZ?

AVUSTURYA kökenli Markentagent adlı pazar araştırma şirketi, 15 Avrupa ülkesinde “iş ve aile” üzerine bir araştırma yapmış. İnsanları neyin mutlu ettiğini, iş ve eş seçimlerinde hangi kriterleri önemsediklerini araştırmış.

Sormuşlar: Hayat arkadaşınızda en çok hangi özelliğin olması sizin için önemlidir?

Yanıtlayanların yarısından çoğu partnerlerinin hayatında ilk sıraya aileyi koymasını ve eşine yeterince zaman ayırabilen biri olmasını önemsediklerini söylemiş. Yüzde 38’i mesleği olmasını önemli olarak işaretlemiş. İşinde başarı yüzde 16.7 ile 3. sırada. Dış görünüş ise yüzde 14.5 ile 4. Burada ilginç olan, araştırma yapılan 15 ülke sonuçları arasında neredeyse hiç fark olmaması. Yani nereye giderseniz gidin güzellik eş seçiminde en alttaki kriter.

Sormuşlar: Hayalinizdeki partner için hayatınızda neden vazgeçersiniz?

Yanıtlayanların yüzde 25.9’u yaşadıkları ülkede kalmak koşuluyla şehirlerini değiştirebileceklerini söylemiş. Yüzde 20’si ülkesini de değiştirebileceği yanıtını vermiş. (Bulgaristan ve Sırbistan’da bu rakam çok daha yüksekken Almanya ve Avusturya’da çok daha düşük -yani eş bahane durumu var sanki- N.A.)

Hayal edilen işle ilgili de sorular var araştırmada.

Mesela şu sorulmuş: Hangi işi seçeceğinize neye göre karar verirsiniz?

Yüzde 62 “olumlu iş ortamı” olarak cevaplamış. Yüzde 58 “İyi maaş” demiş. Yüzde 53’ü çalışacağı alanı sevmeyi seçmiş. Yani işyerinde mutlu olmak, iyi kazanmaktan daha önemli bir faktör Avrupalılar için.

İş-ev dengesi sorulduğunda ise yalnızca yüzde 32’si hayatlarından bu anlamda çok memnun olduklarını söylemiş. Ancak ülkeden ülkeye değişiklik var. Avusturyalıların yarısı, Almanların ise yalnızca yüzde 25’i ev-iş dengesini yakalayabildiğini düşünüyor.

Çalışan anne-babalar iyi ebeveynlik yapabiliyor mu sorusuna ise kadınlar için yüzde 51, erkekler için yüzde 62 “Evet” cevabı çıkmış. Yani sorulanların yüzde 51’i çalışan kadının iyi anne olduğunu söylemiş. Yani hâlâ Avrupa’da iki kişiden biri çalışan kadının iyi anne olamayacağını düşünüyor. Bu çok çarpıcı ve üzücü değil mi?

Peki acaba bu sorular Türkiye’de sorulsa nasıl yanıtlar çıkar? Acaba biz iş ve eşe yaklaşım açısından ne kadar Avrupalıyız? Bu başlıklarda yapılan araştırmalar var mı? Varsa sonuçlar yukarıdaki sonuçlardan ne gibi farklılıklar gösteriyor?

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar