ABD, Türkiye'yi nereye itmeye çalışıyor?
BAZI zamanlar tarihin hızlandığını hissedersiniz. Olaylar bir anda üst üste ve belli bir yöne doğru akmaya başlar. Çoğunlukla içinde yaşarken fark etmek zordur, ancak tarihin kırılma anları hep böyle zamanlarda olur. Sanki son dönem de böyle bir dönem. Art arda çok çarpıcı ve tarihin akışını değiştirici nitelikte gelişmeler oluyor, bu gelişmelere karşı dikkat çekici tavırlar ortaya çıkıyor ve zaman zaman akıntının durdurulamayacak kadar şiddetlendiğini görüp korkuyor insan...
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymon McMaster’in önceki gün Türkiye ile ilgili yaptığı tespit muhakkak üzerinde durulmayı gerektiriyor, zira bu tespiti yapan Beyaz Saray’ın en önemli isimlerinden, üstelik İslam’a Trump ile kıyaslayacak olursak daha yapıcı ve ılımlı bakan biri. Hem de tecrübeli bir asker. Irak ve Afganistan’da çalışmış, dengeleri biliyor.
Ne dedi McMaster? “Türkiye ve Katar, radikal ideolojilerin yeni sponsorları.” Bu tanım bugün Washington’un Türkiye’ye yönelik son derece tehlikeli bir bakış açısı geliştirdiğini tasdik ediyor. Evet, daha önce Steve Bannon ve benzeri isimlerin söyledikleriyle paralel ama daha ayağı yere basan bir adresten geldiği için salt siyasi bir çıkış olarak değerlendirilemez...
RADİKAL-ILIMLI AYRIMINA SON
Takip ettiğim bir analist olan Washington’daki Middle East Institute’un Türkiye Direktörü Gönül Tol’a göre Beyaz Saray son dönemde radikal İslam-ılımlı İslam ayrımını kırıyor. Siyasi İslam’ın radikali, ılımlısı olmaz, hepsi ezilmelidir, çizgisine yaklaşıyor.
Bence burada Suudi Arabistan’ı “ehlileştirdiğini” düşünmesi kilit önemde. Vehhabiliği kontrol altına aldığına inanıp yeni düşman olarak Müslüman Kardeşler’i koyuyor Washington. Hatta bu nedenle Sisi’ye büyük kredi açılmış durumda. Kontrol altındaki Suudi Arabistan ve Sisi’nin Mısır’ının karşısında ise Müslüman Kardeşler çizgisinin destekçisi Türkiye ve onun yanında Katar’ı görüyor. Hatta öyle ki Türkiye’nin DEAŞ’a yardım ettiği iddiaları artık pek telaffuz edilmese de Ankara’nın İdlib’de El Kaide’nin uzantısı Tahrir el-Şam ile işbirliği yaptığı kanısı var Washington’da.
Kısacası, ABD’nin yeni “şer ekseni” tanımında Türkiye de var. Bu çok tehlikeli bir perspektif değişimi demek. Türkiye-ABD ilişkileri içinden çıkılması zor bir noktaya doğru gidiyor ve oradan doğan boşluğu Rusya kendi açısından fırsat olarak değerlendirip doldurmaya çalışıyor.
Bana göre Beyaz Saray’ın bu son derece çarpık ve yanlış analizleri İslam dünyasındaki radikalizmi daha da artırabilir. Aslında totaliter iki devlet olan Suudi Arabistan ve Mısır, sırf Washington’un kontrolündeler diye onlara “makul yönetimler” muamelesi yapılmasına dünyadaki hiçbir Müslüman ikna olmaz.
*************
BU DAVA AK PARTİ’YE YARIYOR
NEW York’taki Zarrab davası (adına istedikleri kadar Hakan Atilla davası desinler fark etmez-N.A.) kendini gizleme gereği duymadan Türkiye’ye yönelik bir siyasi operasyon amacı güttüğünü doğruluyor. Firari polis Hüseyin Korkmaz’ın hikâyesi bile tek başına bundan birkaç ay önce anlatılsa komplo deyip geçeceğimiz bir hikâye.
Böyle olduğu anlaşıldıkça da dağ fare doğurdu. Bu davadan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ya da iktidarı yıpratmayı umanların beklentileri kalmadı. Nitekim dün birçok araştırma şirketi sahibiyle görüştüm, hepsi aynı şeyi söylüyor: Türkiye kamuoyunda bu davanın inandırıcılığı yok denecek kadar azaldı. Aksine özellikle ABD’nin Kudüs kararından sonra artan anti Amerikanizmle beraber dava Erdoğan ve AK Parti’ye yarıyor. Bu arada başından beri mahkemeden en ince ve ilginç ayrıntıları gazetemizin Washington Temsilcisi Serdar Turgut aktarıyor. Dün de Hakan Atilla ile konuşmuştu. Sürecin nasıl ilerlediğini, nereye evrildiğini Turgut’un detaylara verdiği önem sayesinde en iyi Habertürk okuru takip ediyor.
*************
ZİRVE VE SONUÇLARI
TÜRKİYE, Trump’ın Kudüs kararının ardından çok kısa bir süre içinde İstanbul’da İslam İşbirliği Teşkilatı’nı toplayarak gücünü ve etkinliğini gösterdi, inisiyatif almaktan çekinmeyen ve İslam ülkelerinin lideri olma iddiasını taşıyan bir ülke olduğunu hatırlattı. Bu çok önemli bir çıkıştır.
Bugün Tayyip Erdoğan’ın İslam dünyasının sokaklarında en güçlü lider olduğu tartışmasız bir veri. Hatta Kudüs krizi, Suudi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere İslam dünyasında toplumlar ve yönetimler arasındaki mesafenin giderek daha çok açıldığını, o toplumların desteğinin büyük bir kısmının Erdoğan’ın arkasında olduğunu gösterdi.
Peki o zirveden çıkanlar bir şeyleri değiştirecek mi? Maalesef Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilan etmek sembolik olmaktan öteye geçemez. İşgal altında bir yerden bahsediyoruz. Şartlar eşit olmaktan çok uzak. Ortada bir Filistin devleti yok. Ramallah ve Gazze arasında bölünmüş bir yapı var sadece.
Öte yandan zirveden çıkan, BM Güvenlik Konseyi’nin harekete geçmemesi halinde İİT üyesi ülkelerin bu ağır ihlali BM Genel Kurulu’nun 377 A sayılı “Barış için Birleşme” kararı çerçevesinde BM Genel Kurulu’na götürmeye hazır olduğu beyanı somut verilere dayanıyor ve BM bunun üzerinden sıkıştırılabilir.
Ancak Türkiye ne kadar inisiyatif alıp zirve toplasa da İslam dünyası birlik olmaktan, güçlü durmaktan uzak bir tablo çiziyor maalesef.
- 2010'daki U2 konseri ve karşılıklı öfke16 dakika önce
- Devlet Bahçeli o video ile kime mesaj verdi?3 gün önce
- Özgür Özel için esas tehlike şimdi başlıyor6 gün önce
- 'Erkek' kazandı1 hafta önce
- Devlet Bahçeli'nin açtığı yol kapandı mı?1 hafta önce
- Siyah-beyaz2 hafta önce
- Müsavat Dervişoğlu: "Mesele el sıkışmak değil, el uzatmak"2 hafta önce
- Bu filmi daha önce görmemiş olabiliriz…2 hafta önce
- Çözüm süreci değil kardeşlik hareketi3 hafta önce
- Kötülüğün kaynağı ve Fetullah Gülen3 hafta önce