Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

ABD ile derin bir kriz yaşıyoruz, malum. Ancak bu ilk değil. Tarihsel süreci hatırlayalım: Karşılıklı ilişkilerde 50’li yılların sonundan itibaren ve özellikle Johnson mektubundan başlayarak belli aralıklarla hep iniş-çıkışlar yaşandı. Ben içinde bulunduğumuz olayları çok önemseyip, tarihi kendimizden başlatma hastalığına karşı fazla temkinliyimdir. Bu krizi de tarihsel bütünlük içinde görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan ABD ile ilişkilerimizde eskiye kıyasla temel bir farklılık var. Ve bu farklılık mevcut krizi öncekilerden çok daha derin hale getiriyor…

ABD İLK KEZ TSK’YI KAYBETTİ

ABD, eskiden Türkiye’deki sivil hükümetlerle sorun yaşasa bile TSK ile müttefikti. Ordu içinde üst kademe, ezici çoğunlukla ABD yandaşı idi. 4 darbe döneminde de generaller Washington ile çok yakın ortaktılar.

Örneğin Adnan Menderes iktidarının son günlerinde Sovyet Rusya ile yakınlaşmış ve sanayi anlaşması yapmıştı. 27 Mayıs darbecileri geldiler ve NATO’ya bağlı olduklarını söylediler. ABD, Menderes’e yaptıramadıklarını 27 Mayısçılara yaptırdı.

1971’de Demirel’in ABD ile arasında ciddi sıkıntılar vardı ama 12 Mart Muhtırasını verenler ABD’nin kontrolündeydi. Keza Ecevit 1978-79’da ABD ile kavga ederken de Washington TSK’ya güveniyordu.

12 Eylül’den önceki son hükümet olan Demirel Hükümeti Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına alınmasına ısrarla karşı çıkıyordu. Her konuda kavga eden Demirel ve Ecevit bu konuda uzlaşıyorlardı. Fakat başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylül darbecileri ABD’nin her istediğini hayata geçirdiler.

28 Şubat’da da denklem aynıydı. ABD, Necmettin Erbakan’ın devrilmesini istiyordu ve kendine müttefik olarak ordunun içindeki generalleri görüyordu. Nitekim o dönemin komutanları tamamen ABD’nin kontrolündeydi.

Halbuki şimdi ilk kez Washington’un Türk devleti içinde hiçbir müttefiki yok. Bu, ABD için Türkiye ile ilişkilerde bir ilk. TSK şu an bir bütün halinde sivil hükümetin yanında. İlk kez ABD TSK’yı kaybetti. 15 Temmuz’u alttan alta desteklemesinin altında da bunun gerçekleşme kaygısı vardı.

Şimdi Washington karşısında bir bütün halinde, tek bir devlet yapısını buluyor. bu krizi öncekilerden farklı ve ABD açısından aşılması zor hale getiren en önemli unsur bu.

***

İç savaş söylentileri

Birçok kişi ABD’nin Türkiye’de iç savaş çıkarmak istediğinden bahsediyor. Olabilir, içten içe yeniden kontrol edebildikleri bir ülke haline gelmesi için Türkiye’de bir iç savaş çıkmasını isteyebilirler. Ancak bunda başarılı olabilirler mi?

Ben bu sorunun yanıtının çok net bir ‘hayır’ olduğunu düşünüyorum. Zira iç savaşı tetikleyen ana unsur devlet içinde yarılma ve çatışmadır. Bugün Türkiye’de böyle bir durum yok. 15 Temmuz’un ardından devlet bir bütün haline geldi. Ve devlet ikiye bölünmeden iç savaş çıkmaz.

***

ABD ile kavga etmek Batı ile kavga etmek midir?

Batı diye bir blok olduğunu varsayıp, ABD ile kavga etmenin bizi o bloktan koparıp, eksen kaymasına sürükleyeceğini varsaymak doğru değil. Trump yönetimi birçok konuda Batı’da da kaygılara neden oluyor. Hem bizzat ABD’de hem de AB içinde Trump’a karşı giderek yükselen sesler var.

Örneğin İran’a yönelik yeni yaptırımlar konusunda Avrupa ABD’ye tepkili. Türkiye’ye yaklaşımı nedeniyle de kaygılı. Zira Türkiye uluslararası finans sisteminin göbeğinde bir ülke. Onun ekonomik olarak sıkıştırılması domino etkisi ile Avrupa’ya da sıçrar.

Bu kaygı dolayısıyla uzun süredir ilk kez cumartesi günü Alman medyasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilgili olumlu şeyler okudum. Alman medyası bu konuda takıntılı halbuki. Erdoğan düşmanlığını rasyonalite zemininden epeydir çıkardılar. Ancak onlar bile Trump’ın açıkça ortaya koyduğu baskı politikasına ‘dur’ demeye başladılar, zira ateşin kendilerine de sıçrayabileceğini görüyorlar.

Bu tabloya bakınca Türkiye içinde bulunduğu durumu AB ile ilişkileri tamir fırsatına çevirebilir. Müzakere sürecini canlandırmak için yeniden diyalog kanallarını canlandırabilir. Washington ile sıkıntı yaşamak Batı’dan kopmak ya da sadece Rusya-Çin hattına mahkum olmak anlamına gelmiyor.

***

Uzmanları bırakın, annelerden şaşmayın!

Bir Amerikan internet sitesi sağlığa en zararlı 30 gıdayı açıklamış. Listeye baktım ve sağlık endüstrisindeki büyük şarlatanlığı bir kez daha gördüm.

Bakın ‘en zararlı 30’ listesine neler girmiş: Tofu, dondurulmuş balık ve deniz ürünleri, hindi, işlenmiş somon, kurutulmuş meyve, dondurma, granola bar.

Hani tofu protein için çok iyi bir vejeterjan seçenekti? Son yıllarda tavuklara ilaç verildiği söylenip, hindi yenmesi tavsiye edilmiyor muydu?

Peki çocuklara cips, şekerleme yerine kurutulmuş meyve vermemizi söyleyenler kimlerdi? Hatta bizleri de kurutulmuş meyvenin düzenli tüketicisi haline getiren bu ‘sağlık otoriteleri’ değil miydi?

Hele dondurmaya ne demeli? Çocuklar için en faydalı tatlı, diyetlerde de dondurma yenebilir vs laflarına ne oldu? Marketler ve kahve zincirlerinin sağlık köşelerinin baş tacı granola barın da listeye girmesine ise söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum.

Bu uzmanlar ve listeleri takip edip uygulamaya çalışmak ve delirmemek imkansız. Bence sağlık için en doğrusu kulakları bu ticari uyarı ve listelere kapamak ve çocukluğumuzda annelerimiz bize neler yedirdiyse onlardan şaşmamak…

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar