Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

DEVA Partisi'nin 1. Olağan Büyük Kongresi için geçen hafta Ali Babacan imzalı bir davetiye aldım. Önceki gün de kongreyi takip etmek üzere Ankara'ya gittim.

Bence ilk kongreler siyasi partilerin tarihlerinde çok önemlidir. Partinin karakteri, ruhu ve hedefi ile ilgili hakiki bir perspektif ve ilerisi için bir mukayese imkanı verirler.

Atatürk Spor Salonu’ndan içeri girdiğimde beklediğimden daha kalabalık bir salonla karşılaştım.

Hemen ilk olarak Mustafa Yeneroğlu ile selamlaştık, heyecanlıydı Yeneroğlu.

"Nagehan Hanım ilgi çok büyük, çok kısa zamanda ciddi bir ivme yakaladık" dedi.

Ortak arkadaşlarımız dolayısıyla çok eskiden beri tanıdığım MYK üyesi ve aynı zamanda Türk sağ siyaset tarihinin ikonik figürlerinden Aydın Bolak’ın torunu Zeynep Dereli ile karşılaştım. Zeynep da bana yaptıkları hazırlıklardan ve coşkunun büyüklüğünden bahsetti.

Gözlerim çok sevdiğim kıymetli yazar Gülay Göktürk’ü aradı. Pandemi nedeniyle gelememiş, İstanbul’da çalışmalarına devam ediyormuş.

Ben henüz partinin diğer ileri gelenleri toplanmadan yukarıya, basın için ayrılan bölüme çıktım.

"DEVA ÖNEMLİ BİR GÜÇ OLACAK" DİYEN MEDYA NEREDE?

Bu arada şu notu düşeyim: Medya katılımı tahminimin çok altındaydı. İktidar medyası doğal olarak elbette yoktu. Öte yanda muhalefet medyasından da sabah akşam "DEVA önemli bir güç olacak" diyenlerin biri bile kongreye gelmemişti. Türk medya tarihinde gazetecilerin hariçten gazel okumak konusunda rekor kırdıkları dönemde yaşıyoruz.

DEVA Partisi’ni destekleyen Karar gazetesinden Yıldıray Oğur ve İbrahim Kahveci gelmişler, bu iki isim dışında İstanbul’dan gelen köşe yazarına rastlamadım. Bırakın İstanbul’u, Ankaralı köşe yazarlarını da göremedim.

Gelelim kongreye… AK Parti’nin birçok kongresini takip etmiş bir gazeteciyim. DEVA’yı AK Parti’nin kongreleri ile karşılaştırdığımda gözüme çarpan en büyük fark ‘Ses’ unsuru.

AK Parti kongreleri her saniyeleri çok yüksek sesli kongrelerdir. Konuşmalar haricinde her daim salonda üst perdeden müzik vardır, coşku için gençlik kolları ve il örgütleri devamlı hareketlidir.

Onlara kıyasla DEVA’nın kongresi daha sakindi. Coşkusuz demiyorum, tek tek konuştuğum üyelerdeki coşku ve heyecan hissediliyordu, müzik de vardı ve sahnedeki sunucu kah slogan atarak kah telefonların ışıklarını bir kaldırtıp bir indirterek coşku vermeye çalışıyordu ancak desibel daha düşüktü. Hatta bu AK Parti kongreleri tarzı hareketler DEVA içinde biraz taklit gibi duruyordu.

DEVA kongresinde yine aynı şekilde eğreti ve yapay bulduğum hususu da not düşmek isterim.

HAMASET KOKAN BU TEZAHÜRATLAR GEREKLİ Mİ?

Türkiye’deki mevcut rejim blokunun DEVA’ya yönelen "Yerli ve milli parti değilsiniz" tarzı ataklarına karşı "En büyük Türkiye, Canımız Türkiye, Kanımız Türkiye, Vatanımız Türkiye" diye bağırarak hamaset şeklinde tezahürat edilmesini ve kırmızı beyaz renklerin yansıtılarak milliyetçi şov yapılmasını DEVA için zorlama buldum.

Kongre’de sohbet ettiğim Sayın Ali Babacan ve arkadaşları alınmasınlar ama bu tarz hareketleri ben DEVA’nın mevcut rejim blokuna karşı rüştünü ispat etme çabası olarak görüyorum.

Bence DEVA mevcut milliyetçi-muhafazakar statükoya karşı kendini kanıtlama çabasına hiç girmemeli.

Eğer bu yanlış savunmacı pozisyona düşerse bu durum DEVA’nın siyaset maçına 3-0 mağlup başlamasına sebep olur diye düşünüyorum.

DEVA bilakis çok açıkça anti-milliyetçi bir parti olduğu için özellikle Kürt yurttaşlarımızın yoğun yaşadığı Güneydoğu coğrafyasında ciddi bir popülarite elde etti. Araştırmalarda da bu durum gözüküyor. Diğer bölgelerde böyle bir hareketlilik yok.

Bu parti şu aşamada Kürt yurttaşlarımız nezdinde hem AK Parti’den hem HDP’den ciddi sayıda oyu kendine transfer edebilecek bir parti gibi görünüyor. Sadece AK Partili Kürtler değil HDP seçmeni de DEVA’ya kayma eğiliminde.

Kürtler kadar muhafazakar-Sünni-Türk kitleden de oy almak için böyle bir milliyetçi siyasi denge tutturulmak isteniyor olabilir ama siyasette dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak diye bir hadise de vardır. DEVA buna dikkat etmeli.

Babacan’ın ailesi köken olarak muhafazakar-Sünni-Türk bir aile ama DEVA’nın bu toplumsal kesim nezdinde ne yaparsa yapsın başarılı olabileceğini düşünmüyorum.

Tam aksine muhafazakar-Sünni-Türk kesim önemli oranda hem Babacan hem de Davutoğlu’nu "Erdoğan’a ihanet etmiş siyasetçi" olarak görüyor. Araştırmacı Özer Sencar da bu algının var olduğunu söylüyor.

DEVA Partisi lideri Babacan’ın Erdoğan siyasetiyle ilgili karşısında şöyle bir açmaz var.

Rakip olarak gördükleri eski liderleri Recep Tayyip Erdoğan bir siyasi figür değil tarihsel figür.

Evet bu tespitimin altını çiziyorum…Yaşayan bir tarihsel figür Tayyip Erdoğan.

Şu an DEVA çizgisine destek veren değerli aydın Ali Bayramoğlu’nun ifade ettiği gibi İslami kesimin Atatürk’ü. Muhafazakarların Mustafa Kemal’i.

Yüzde 25-30’luk dindar-muhafazakar kesimin algı dünyasında kendilerinin bu ülkede birinci sınıf yurttaş olmasını sağlayan ve adeta onları özgürleştiren isim Tayyip Erdoğan ve ne olursa olsun ondan vazgeçme niyetleri yok.

AK Parti’nin kimi yetkililerine ve bakanlara kızsalar da hatta Erdoğan’ın en yakınlarına öfkelenseler de Tayyip Bey’i ayrı bir yerde görüyorlar.

Hatta eleştirel muhafazakarlar dediğimiz kesim bir yandan şu anki Erdoğan’ı çok otoriter ve milliyetçi buluyor fakat diğer yandan Erdoğan’ın geçmişteki Sultan Hamid ya da Adnan Menderes gibi bir duruma düşeceğini hissederlerse direkt yine onun yanında duruyorlar.

Bayramoğlu bugün bir Erdoğan muhalifi ama yukarıda ifade ettiğim objektif tespiti de bir entelektüel olarak yapabiliyor.

Dolayısyla DEVA Partisi’nin de bu gerçeği unutmadan politika yapması gerekir.

Kongredeki milliyetçilik şovlarının yapaylığı konusunda salonda konuştuğum tüm genç DEVA’lıların da benimle hemfikir olduğunu söyleyebilirim.

RAMİZ ONGUN VE MEHMET EMİN EKMEN YAN YANA TUTAR MI?

Ali Babacan başından beri parti ile alakalı bir ideolojik çerçeve çizmekten kaçınıyor.

Her fikre ve her dünya görüşüne açık olduklarını söylüyor. Bu söylem kulağa hoş geliyor ama yine de Ramiz Ongun gibi MHP liderliğine talip olmuş, ülkücü hareketin 70-80 arası dönemde sembol isimlerinden biriyle Mehmet Emin Ekmen gibi Kürt kimlik hassasiyeti kuvvetli bir ismin yan yana olması bana zorlama geliyor.

DEVA’nın söylemleri içinde bana göre halen koyu bir Türk milliyetçisi ve ülkücü Ramiz Ongun’un yeri neresi?

Sanki parti kendini Ongun gibi isimlerle mevcut rejim karşısında garanti altına almaya, "Biz de Devlet çizgisine uzak değiliz" demeye çalışıyor izlenimi veriyor.

Hani Erbakan’ın 28 Şubat döneminde söylemek zorunda kaldığı "Atatürk yaşasaydı Refah Partili olurdu" sözü gibi geliyor bana.

Kongrede Ramiz Ongun Divan Başkanı idi. Ongun’un yardımcısı ise Mehmet Emin Ekmen idi. Yan yana oturdular. Ongun bir konuşma da yaptı.

Ben bu görüntüyle ilgili yukarıdaki kanaatimi DEVA Genel Başkan Yardımcısı ve eski Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’e söyledim.

Ergin bana "Nagehan Hanım biz daha özgür bir Türkiye idealinde birleşen herkese kapımızı açtık. İdeolojik kalıplar ile düşünmüyoruz. Kaldı ki inanın bana Ramiz Bey geçmişin hesabını dürüstçe yapmış, geçmişten dersler çıkarmış bir isim" dedi.

Bu arada Ramiz Ongun daha 10 gün öncesine kadar Covid nedeniyle hastanede yoğun bakımda idi. 73 yaşını bitiriyor. Ayağa kalkıp, kalabalıklara konuşma yapması başlı başına haber bence. Kendisine yeniden geçmiş olsun diyorum.

VE BABACAN SAHNEYE ÇIKIYOR...

Gelelim Kongrenin ana mevzusuna, Ali Babacan’ın konuşmasına…

Saat tam 11.28’de çıktı sahneye Babacan ve tam 50 dakika konuştu. Öyle büyük tezahüratlarla değil, sakince.

Tam bu noktada biri olumlu, biri olumsuz iki not düşeyim:

Bence yeni kurduğu partisinin ilk Büyük Kongresi için hem Sayın Babacan hem eşi Zeynep Hanım yanlış renk tercihleri yapmışlardı.

İkisi de siyah renge çok ağırlık vermiş. Ali Bey siyah takım elbise, içine lacivert kravat, Zeynep Hanım siyah döpiyes.

İlk kongre için daha renkli bir kıyafet seçimi hem farklılık hem yeni enerji mesajı verirdi.

Olumlu bulduğum detay ise Ali Babacan’ın konuşmasında hitap olarak ‘arkadaşlar’ı seçmesiydi.

Birçok kez arkadaşlar diye hitap etti salona.

Bu hitap kullananı dinleyen ile eşitleyen ve ortamı samimileştiren, kullananı gençleştiren bir hitap. Çok doğru bir seçimdi.

Ali Babacan hitabı iyi bir siyasetçi olarak bilinmez. Hatta bence siyasetçiden ziyade bir bürokrat gibi konuşur.

Bir parti lideri için kendisine yöneltilen en büyük eleştirilerden biri de bu oldu hep.

BU KEZ FARKLIYDI

Ancak dün bir bürokrat değil belki de ilk kez bir parti lideri gibi konuştu Babacan. Yine sakin ama bu kez çok daha rahat ve vurguluydu konuşması.

Dikkat ettim salonda büyük bir sessizlik vardı o konuşurken. O sessizliğin içinde 28 Şubat darbesine getirdi konuyu ve çok konuşulan o duygusal çıkışı yaptı.

ODTÜ’de okurken başörtüsü yüzünden 3 kez uzaklaştırılan kız kardeşini anlattı. "ODTÜ’den bahsediyorum arkadaşlar" diye üzerine basa basa…

Uzaklaştırma gerekçesi olarak "Ders araç gerekçelerine zarar verme" yazıldığını söyledi ve tam o sırada gözyaşları belirdi, durdu…

Açık söyleyeyim, ben önce takıldı zannettim. Sanırım herkes öyle.

Kimseden çıt çıkmadan belki 30 saniye geçti. Babacan’ın gözlerinin yaşardığını, konuşmakta zorlandığını çok net gördüm.

Bence hesapsız bir andı. Yani Babacan bilerek ve tasarlayarak yapmadı gibi geldi bana. Hatta daha sonra Sadullah Ergin ile konuşurken onun da şaşkınlık yaşadığını gördüm.

‘’28 Şubat konusuna girmeyi planlamıştı, biliyorduk ama inanın böyle bir duygusal an bize de sürpriz oldu" dedi Sadullah Bey.

HALASI HATİCE BABACAN VE BAŞÖRTÜSÜ MÜCADELESİ

Ben çok sakin ve duygularını içine atan bir profil çizen Babacan’ın karakterine tezat bir şekilde duygusal bir boşalma yaşadığı kanaatindeyim.

Sonuçta o kısa an salonda büyük bir alkış kopardı. Çok ilginç birkaç dakikaydı.

Ali Bey kızkardeşinden bahsetti ama yalnızca o değil, halası Hatice Babacan Ankara İlahiyat fakültesinde başörtüsüyle gelen ilk öğrenciydi.

Hatta ninelerimizin başörtüsü denen geleneksel yaşmak kavramının dışına çıkarak bugün kimilerince türban denen başörtü modelini Türkiye’ye getiren kişi de Hatice Babacan’dır.

Yani Nilüfer Göle’nin deyişiyle modern mahremin mucidi Babacan’dır.

1967’de fakültede bu yeni tarz başörtüsüne izin verilmemesi nedeniyle boykot başlattı Hatice Hanım.

Bunun getirdiği bir birikme de vardı bence Ali Babacan’ın konuşmasında.

DEVA’da siyaset yapan hukukçu Gürkan Çakıroğlu’na göre ilk defa mahallenin ve duygusal dünyasının rengini gösterdi Babacan.

Bence de kongredeki konuşması ile bugüne kadar çizdiği "Biz her görüşe eşit mesafedeyiz, ideolojimiz yok" profilinden ayrılarak kendine ve durduğu yere, esas hitap ettiği kitleye yönelik açık bir mesaj verdi.

İslami kesimin içinden geldiğini saklayan ya da söylemek istemeyen bir çizgideydi Babacan bugüne kadar.

Kısacası ilk kez "Ben kimim ve neden buradayım" ile ilgili "politik doğruculuk"tan sıyrılarak hakiki bir resim çizdi.

Ancak iş burada bitmiyor. DEVA kadrolarına baktığımızda yalnızca görüş olarak birbirine tezat olmakla kalmayıp, tecrübe olarak da iki uçta yer alan isimler göze çarpıyor.

Kongrede partililerle konuşurken bu konuda epey şikayet dinledim.

Hep bir ağızdan "Bu partide ya çok yaşlı ya çok toy var, aradaki bağlantı eksik" dediler. Bu da ilginç bir tespit.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar