Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Türkiye-Yunanistan gerilimi tırmanıyor. Yunan milliyetçiliğinin ve sağcılığının tüm gıdası Türk düşmanlığı ve Türkiye takıntısı olduğu için bu konu Yunanistan'da bizde olduğundan da daha popüler. Yunan medyasında ana haberlerin çoğunluğunu Türkiye kaplıyor.

Yunanistan’da halk sadece Recep Tayyip Erdoğan’ı değil Hulusi Akar ve Hakan Fidan isimlerini de yakınen biliyor. Hulusi Paşa zaten sık sık Yunan gazetelerinde manşet. Geçen aylarda Atina kitapçılarında satılan en popüler kitaplardan biri Savvas Kalenderidis adlı sözde istihbaratçının Hakan Fidan’ın hayatını anlattığını iddia ettiği Yunanca kitaptı. Asparagas dolu olduğu anlaşılan bu kitap raflarda en öndeydi.

Yunanistan’da popüler olan kitap.
Yunanistan’da popüler olan kitap.

Türkçe de bilen Kalenderidis’in “MİT içine simitçi bir Türk olarak sızdım” tarzı uydurma hikayeleri anaakım Yunan medyasında bile çok izleniyor. Akla ve gerçekliğe aykırı “Türkiye takıntısı” kimilerinde hastalık haline gelmiş. Öte yandan elbette Yunan milliyetçiliğinin bu saçmalıklarına ve delice fanatizmine karşı itiraz eden demokrat, özgürlükçü ve gerçekten solcu bir kesim de var Yunanistan’da. Bunlar mevcut Yunan devletine de özgürlükçü açıdan muhalefet ediyorlar. “Yunanistan olarak Lozan’ı biz ihlal ettik” diye dürüstlükle yazan Yunan gazeteciler ve akademisyenler de var.

Peki bizdeki anaakım muhalefet güçleri ve medyası nasıl “muhalefet” ediyor mevcut düzene?

Onlara göre bilakis Tayyip Erdoğan korkak davranıyor, şu ana kadar çoktan Yunan adalarını fethetmeye girişmeliydik! Yeniden Yunanlıları bozguna uğratmalı ve denize dökmeliydik! Hatta İstanbul’da kalmış 1500-2000 Rum’u da denize dökerek işe başlayabiliriz!!

Sevgili okurlarım yarın Cumhurbaşkanı Erdoğan “Meis operasyonuna başlıyoruz” diye düğmeye bassa bu sözde muhalif medya “Neden Sakız’ı, Rodos’u almıyoruz. Oralar Misak-ı Milli’ye dahil. Hepsini alalım, o adalardaki Rumları kovalım” diyecek kafada. Bir de bu gazetecilerin kimileri solcu geçinir.

Dün tam da 6-7 Eylül felaketinin yıldönümünde en büyük “muhalefet” gazetesinde bir yazı vardı. Gözlerime inanamadım. İşte 6-7 Eylül ruhu bu malum yazarın temsil ettiği ruhtur. Bu ruh asla mevcut rejime muhalif değil. “Muhalif görünen” esasen tamamen mevcut siyasal düzene fayda sağlayan bir ruh bu. Buna hiç şüphe duymayın…

Eğer sizler de bu tür yazılardan hoşlanıyorsanız kendinizi “muhalif” falan zannetmeyin lütfen. İsteseniz de istemeseniz de mevcut iktidarın arzuladığı yerdesiniz demektir. Teğmen Mehmet Ali Çelebi gibilere de kızmayın. Tutarlı olan Teğmen Çelebi, sizler değilsiniz.

İşte bu tuhaf atmosfere inat, ben bundan 67 yıl önce bugün Türkiye'de utanç verici bir talan ve kıyım yaşandığını hatırlatacağım sizlere.

KARANLIK OLAYLARIN KISA TARİHİ VE 'OLMAYAN' DERİN DEVLET

6-7 Eylül 1955'te derin devlet (aaa olmayan derin devlet, pardon) tarafından tertiplenen olayların detaylı irdelenmesi kökü İttihatçılığa dayanan o faşizan ruhun şifrelerini veriyor aslında.

Bu korkunç hadise bahsettiğim zihniyetin bu toprakları gayrimüslimlerden tamamen arındırma siyasetinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. 6-7 Eylül 1955 felaketi tekil bir olay olarak görülemez.

1915'te Ermenilerin zorunlu olarak göç ettirilmesi ve ciddi bir kısmının da katledilmesi, 1930'lardaki gayrimüslimleri yıldırma amaçlı kanunlar ve uygulamalar, 1942 Varlık Vergisi denen ırkçı kanunla gayrimüslimlerin servetinin talan edilmesi, ardından 1955'te 6-7 Eylül olayları ve özellikle Rum yurttaşları ülkeyi terk etmek zorunda bırakan 1963 kararnamesi gibi hadiseler "arındırma ve temizleme" siyasetinin bir bütün oluşturan parçalarıydı.

Öte yandan gayrimüslimlere yönelik bu zulüm politikalarını da o İttihatçı ruhun genel zulüm siyasetinden ayırmamak gerekir. Bu zihniyetin yarattığı derin yapılanma aynı 6-7 Eylül benzeri Maraş, Malatya, Sivas olaylarını tertiplemekten çekinmedi.

6-7 Eylül'deki kışkırtılmış kitlelere "cinayete bulaşmayın" diye özel uyarı yapıldığı için hadise daha çok talan boyutuyla kaldı. (Fakat yine de görgü tanıklarının söylediği üzere balkondan atılarak katledilen gayrimüslimler de oldu.)

Malatya ve Maraş gibi derin yapılanma tertiplerinde ise "cinayet serbest" olduğundan çok ciddi kıyımlar yaşandı.

6-7 Eylül 1955 talanıyla 19-24 Aralık 1978 Maraş kıyımı, derin devletin tertipleme taktikleri açısından da çok benzer iki olaydır. Önce ortam hazırlanır, çoğunluk sistematik olarak kışkırtılır. Sonra "şartlar olgunlaştığı" zaman derin yapılanma Atatürk'ün Selanik'teki evine zarar gücü düşük bir bomba attırır. 6 Eylül 1955 günü tam 13.00'te devlet radyoları bu haberi duyurur. Özel olarak görevlendirilen medya provokatif biçimde bu haberi "Rumlar Atatürk'ün evini bombaladı" şeklinde manşet yapar, bu gazete aşırı sayıda baskı yapar. Güvenlik güçleri sahadan çekilir ve gayrimüslimlerin evlerine ve dükkanlarına yönelik saldırılar başlar. Nerelere saldırılacağı konusunda listeler o güruhun elindedir. Özel Harpçi Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu'nun bir söyleşisinde itiraf ettiği gibi muhteşem organizasyondur 6-7 Eylül olayları.

İtiraf etmeliyim 2023’e giden bu süreçte Türkiye’de bu faşizan ruh, bu 6-7 Eylül zihniyeti hala aşılamadı. Çok üzücü ama hala egemenliğini dozunu da arttırarak koruyor bu ruh…

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar