Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        14 Mayıs seçimlerine doğru son haftaya giriyoruz.

        Meydanlar, ekranlar ve diğer tüm iletişim araçlarıyla devam eden kampanyaların temel mesajları zihinlerde oturmuş durumda.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerçekleşen büyük projeleri ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkacak yeni Türkiye’nin kodlarını ve yönünü anlatıyor seçmene.

        Etkili ve kararlı bir tarzı var. Esasen seçmenin yabancısı olmadığı bir üslup. Meydanlara bakıldığında hayli karşılık bulduğunu söylemek de mümkün. Çünkü mesajları açık ve kolay anlaşılır. Türkiye’nin yeni dünyadaki yerini de tutarlı bir çerçevede paylaşıyor seçmenle.

        20 yılı aşan bir iktidar döneminin ne denli yıpratıcı ve hırpalayıcı olduğuna dair sayısız konuşma yapıldı, yazıldı bugüne kadar.

        Üstelik pandemiyle başlayan, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle derinleşen küresel krizlerin de etkisiyle ortaya çıkan ekonomik tablonun da ciddi yansımaları oldu ülkemize.

        Alım gücü ve hayat pahalılığı başlığı altındaki sorunlara, Cumhurbaşkanı ve hükümet asgari ücretten emeklilere, memurlardan hayatın diğer alanlarına kadar iyileştirme hamleleriyle cevap verdi.

        İhracatın artmasına yönelik strateji sürdürüldü, risklerine ve getirdiği açıklara rağmen bu yaklaşımın istihdam oluşturma kapasitesinden yararlanmak hedeflendi.

        Muhalefetin bu tablo karşısındaki yaklaşımı da hem hayat pahalılığı üzerinden bir söylem oluşturmak, hem de bazı önerilerde bulunmak şeklinde ortaya çıktı.

        Ancak bu önerilerin önemli bir bölümü alım gücünün yükseltilmesine dair bir çerçeveye sahipti, hala da öyle devam ediyor. Özellikle de Kemal Kılıçdaroğlu’nun videolarında.

        İktidar bu alanda düzenleme yaptıkça da, “Biz söyledik onlar yaptı” retoriğiyle cevap veriliyor.

        ASIL TABLOYU GÖRMEK

        Bunların her birinin seçmen terazisinde bir karşılığı var kuşkusuz.

        Devam eden kampanyaların hepimizin malumu olan bir ana teması ve onun karşısına konulan karşı teması var.

        Cumhurbaşkanının özellikle savunma sanayiinde peş peşe ortaya çıkan ve esasen kamuoyunun geniş kesimlerinde büyük takdir gören hamleleri. Buna karşın muhalefetin, Meral Akşener’in olumlu yaklaşımını saymazsak bu alanda giderek yükselen eleştirileri.

        Muhalefet kamuoyunda pek çok isim, savunma sanayii konusunda daha olumlu bir yaklaşım izlenmesi gerektiği konusunda uyarılarda bulundu aslında. Ancak iki sebepten karşılık bulmamış görünüyor bu eleştiriler.

        Öncelikle sağlıklı ve soğukkanlı bir yaklaşım geliştirmekte geç kalınmış olması.

        Ancak daha önemlisi muhalefetin seçimi kazandığı takdirde Türkiye’yi nasıl yöneteceğine dair temel çerçevesinin içerdiği farklılıklar.

        Bunu biraz açalım. Çünkü zaman zaman gereğinden fazla basitleştirilen bir söylemle, artık “beka ve güvenlik tezlerinin karşılık bulmadığı” ortaya konuluyor muhalefet tarafından. Bu tezi desteklemek ve etkili kılmak için de hayat pahalılığı üzerinden eleştiriler öne çıkarılıyor.

        Bu da muhalefetin Türkiye’ye dair tezlerinin farklı olduğu gerçeğini deyim yerindeyse geriye itiyor.

        TUHAF GENELLEMELER

        Öncelikle beka ve güvenlik konusunda söylenenlerin seçmen nezdinde karşılık bulmadığı tezinin sahadaki gerçeklikle ilgisi yok. İlla basitleştirilecekse seçmenin en az yarısı bu yönde ciddi duyarlılık sahibi.

        Daha doğru tanımlamak gerekirse şunu söylemek faydalı olabilir. Türk seçmeni, ülkesinin nerede olduğu ve etrafındaki tehditlerin nereye gittiği, dünyadaki muhtemel krizler konusunda sanıldığından çok daha dikkatli ve olup biteni yakından izliyor. Dolayısıyla muhalefet seçmeninin buna ilgi göstermediğini söylemek de son derece yanlış ve haksız.

        O nedenle genellemeci yaklaşımlar yerine bu gerçeğe bakmak önemli. Üstelik beka tanımı ve söylemi, belki yeterince doğru anlatılamadığı ve gündemde tutulma tarzı nedeniyle yıpranmış görünse de, insanımızın bu alandaki duruşunu değiştirecek bir durum değil bu.

        Barışı ayakta tutacak bir kudrete sahip olmanın ne kadar kıymetli olduğunu bilecek bir değerler silsilesine ve coğrafyaya sahibiz. Bunu hırpalamak yerine nasıl sağlayacağını doğru dürüst anlatmak, varsa bu yöndeki farklı tezlerin ve araçların toplumla paylaşılmasını sağlamak daha doğru bir yöntem olabilirdi.

        Anlaşıldığı kadarıyla muhalefet tarafında istisnalar dışında böyle bir yerde durmak bu saatten sonra hayli zor.

        Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en somut tehditler ve terör örgütleri üzerinden yapılan “Bu terör örgütüdür, ama ötekini AB’de ve filanca ülkede öyle kabul etmiyorlar” tarzı açıklamaları gördükten sonra bunu söylemek herhalde zorlama bir yaklaşım olmaz.

        Her adım, her açıklama ve hatta sesinizin tonu bile seçmenin hanesinde bir anlam taşıyor.

        Sonuçlarını görmemize az kaldı.

        Diğer Yazılar