Gıcırtısız geceler!
Diş hekimi olan ağabeyimle geçen hafta telefonda yaptığımız sohbet sırasında hekim olarak ilginç bir gözlemini benimle paylaşması bu haftaki Bilim Yorum köşemizin konusunu belirledi: “Son bir iki yıldır çocuk, genç, yaşlı bütün hastalarımda, biz diş doktorlarının ‘bruksizm’ olarak adlandırdığı, dişlerini istemsiz sıkmaktan kaynaklanan sorunların inanılmaz bir tırmanışta olduğunu görüyorum. Neredeyse gelen her hastaya koruyucu gece plağı yapmak zorunda kalıyorum. Diş sıkmayla gelen çene kemiği rahatsızlıkları, diş minesinde oluşan çatlamalar, aşınmalar, aşırı hassasiyet, çene ve baş ağrıları had safhada” dedi. Diş sıkma, gıcırdatma problemiyle ilgili bilimsel yayınlara bir göz atınca anlaşılıyor ki bu işin gecesi gündüzü yok aslında. Kişilerin dudak ısırma ya da parmak çıtlatma gibi, istemsiz edindiği alışkanlıklardan birisi de diş sıkmak... Günün her saatinde yapılabiliyor. Eminim sizler de gündüz olmasa da geceleri ya eşinizin ya ebeveynlerinizin ya da çocuklarınızdan birinin uyurken diş gıcırdattığına şahit olmuşsunuzdur. Peki ya kendiniz? Birlikte uyuduğunuz birileri “Dişlerini gıcırdatıyorsun” demese sabah baş, çene, yanak, kulak ya da diş ağrısıyla uyanıp nedenini bilemeden ağrı kesicilere yapışık gezeceksiniz.
Diş sıkmanın nedenlerini modern tıp henüz kesin olarak netleştirebilmiş değil. Psikolojik nedenler, stres, kaygı, uyku bozuklukları, dengesiz beslenme alışkanlıkları veya ağızdaki (çene, diş vb.) yapısal bozukluklar, diş gıcırdatmada rol oynadığı düşünülen faktörler arasında sayılıyor. Araştırmacılara “Peki bu sayılan faktörler içerisinde en etkin olan hangisi sizce?” diye sorulduğunda yanıt “Stres” oluyor.
Artık o kadar çok duyar olduk ki bu “Her hastalığın başı stres” lafını, bu laf tek başına stres oluşturuyor hepimizde. Mide ağrıyor... “Strestendir!” Grip oluyorsun... “Strestendir!” Kilo alıyorsun sebebi stres, kilo veriyorsun yine stres! Peki stresin sebebi nedir? İş, işsizlik, evlilik, bekârlık, çoluk çocuk, çocuksuzluk, aşk, ekonomi, özlem, kayıp, okul, soğuk, sıcak... Her şey ama her şey stres sebebi olabiliyor. Kimi herhangi bir şeyin hayatındaki varlığından, diğeri ise yokluğundan strese giriyor. Bütün bu dövünmelerin, tatmin olmamaların altındaki ana sebep nedir? Bir ağacı besleyen kök gibi, stresi de derinlerden besleyen bir şey olmalı. Bu sorudan yola çıkarak ufak bir araştırma yaptım. Psikologlar tarafından yapılan yayınları okuduğum zaman farkına vardığım “stresi besleyici ana kök” tahminlerimin çok dışında çıktı: Kıskançlık!
Sağlık sorunu ve yaşanan kayıplarda dahi insanlar yaşadıkları üzüntüleri, kendilerini o anda başkalarıyla mukayese ederek stresin bambaşka boyutlarına taşıyorlar. Psikologlar “Ben hiç kıskanç biri değilimdir” diyen insanlarla da aynı fikirde değil. “Her insan kıskançtır, ama farklı dozlarda” diyorlar.
Geçen hafta Science Advances isimli bilimsel dergide yayımlanan bir makaleye göre hayatımız boyunca aldığımız tüm kararlar, aslında kendimizi bir başkasıyla mukayese etmemiz sonucunda belirleniyor. “Onun gibi olmak”, “daha iyisi olmak” gibi hırs seviyesi farklı “yarışlar” ne ilginçtir ki kişiliğimize bile şekil veriyor. Motivasyonel itici güç olarak kabul edilen bu “yarış” maalesef dozu kolay kolay ayarlanacak türden değil. Bilinçaltımızda biriken kıskançlıklar hazmedilemeyen bir zehir gibi yavaş yavaş hepimizi içten içe strese sokarak hasta ediyor. Ondan sonra başlıyoruz dişlerimizi sıkmaya... Her ne kadar diş hekimlerinden alacağımız koruyucu gece plakları dişlerimizi bir nebze zarar görmekten uzak tutsa da asıl çözüm hayat felsefemizi gözden geçirmek. Biz birilerine özenirken diğer birileri de bize özeniyor. Bu bilinen bir gerçek. Bir bunu hatırlasak, bir de başkalarının mutluluklarıyla mutlu olmayı başarabilsek herkes için “özenilesi, kıskanılası” bir insan olmamak elde değil. Üstelik gıcırtısız geceleri olan... Stressiz, sessiz...
Diş sorunu kolay kolay gülünecek bir konu olmasa da sözü ağabeyimden öğrendiğim kısa bir fıkrayla bitireyim:
Arkadaşıyla sinemaya gitmek üzere buluşan iki gençten biri diğerine sorar: “Daha sinemanın başlamasına 1 saat var. İki dakika uğrayıp yaşlı anacığımı ziyaret etsek mi?” “Tabii neden olmasın?” der arkadaşı ve yola koyulurlar. Yaşlı kadın sevinçle kapıyı açar ana oğul sarmaş dolaş, başlarlar sohbete... Yapabileceği başka bir şey olmayan arkadaşı ise sıkıntıdan masanın üzerindeki bademleri yemeye koyulur. Sohbet biter, sinema saati yaklaşır, iki arkadaş tam evden çıkacakken bademleri yiyen genç utana sıkıla: “Teyzeciğim kusura bakma beklerken farkında olmadan masadaki bademlerin tümünü yemişim” der. Yaşlı kadın gülümseyerek yanıt verir: “Olsun evladım. Dişlerimi sıkmaktan ağzımda diş kalmadı. Bu yüzden badem şekerlerinin sadece üzerlerindeki şekerleri emebiliyorum ben.”
- Veda!7 yıl önce
- Demokrasi mi dediniz?7 yıl önce
- Bir ileri, bir geri...7 yıl önce
- Mutsuz bir dâhi: Einstein!7 yıl önce
- Görünmez kafesteki bizler7 yıl önce
- Uzayda bir ülke kursak...7 yıl önce
- Vücudunuzdan mesaj var!7 yıl önce
- 'Hava'nız yerinde mi?7 yıl önce
- Müsaade edin yaşayalım!8 yıl önce
- 'Et'li 'but'lu bilimsel haber!8 yıl önce