Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Yaklaşık 4-5 hafta önce “Hastalıkları kendimiz mi davet ediyoruz?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Ardından sizlerden gelen elektronik postaların ardı arkası kesilmedi. Gelen soruların bir kısmına daha detaylı yanıt verebilmek için 1 ayı aşkın süredir konuyla ilgili bilimsel makaleler okuyorum. Sayenizde ben de çok şey öğrendim. En çok sorulan soru, “İçinde bulunduğumuz duygusal durumumuz ile yakalandığımız spesifik hastalıklar arasında bir bağ olup olmadığı” üzerine... Yanıt ararken bulabildiğim kaynaklar arasında ön plana çıkan makalelerin çoğu metafiziksel açıklamalarla dolu. Bu tür yazılardaki savlar neye ya da hangi bilimsel kanıta dayanarak ileri sürülmüş, anlamak mümkün değil elbette. Fakat biraz daha araştırınca aynı konu üzerinde yıllarca çalışan psikologlar, istatistik uzmanları ve hekimler olduğunu fark ettim. Birbirine hiçbir yakınlığı olmadığını sandığım tıp ve metafizik arasında “şeffaf bir bağ” olduğu, özellikle son yıllarda ortaya çıkan araştırmalarla dikkat çekiyor. Öyle görünüyor ki bu bağ, her geçen gün (şiddetle karşı çıkanlara rağmen) kuvvetleniyor. Her şeyden önce her iki alanın tartışmasız kabul ettiği bir gerçek var: İnsanoğlu sadece et, kemik ve sinir sisteminden oluşmuş, hastalandığında ilaç takviyesiyle, cerrahi müdahalelerle ayakta durabilen, kısacası eski bir araba gibi yedek parça takıp benzin eklenince fonksiyon görebilen basit bir varlık değil. Tüm vücut yapısının çalışma prensibi anatomi kitaplarının anlattığının çok çok ötesinde grift ve tam olarak anlaşılmış değil. Direksiyon başındaki değişken duygular ise tüm fizyolojik ritmi ve düzeni allak bullak edebilecek güçte...

Finlandiya, İsveç ve Tayvan bilim insanlarının ortak olarak 700 gönüllü katılımcı üzerinde gerçekleştirdikleri bir araştırma dil, din, renk, eğitim farkı olmaksızın her bir bireyin bedenlerinin yaşanılan duygulara aynı şekilde, vücutlarının belli bölgelerini etkileyecek şekilde tepki verdiğini gösteriyor. Bu “duygu atlasına” baktığınızda duygulara göre his kaybı olan yerlerin mavinin tonları, his güçlenmesi olan bölgelerin ise sarı-kırmızı renklerle işaretlendiğini göreceksiniz. Tahmin edildiği üzere mutluluk insanın tepeden tırnağa hissettiği tek duygu. Depresyon halinde ise vücut hissiz, bomboş gibi görünüyor. PNAS isimli bilimsel dergide yayımlanan bu araştırmanın yöneticisi Jari Hietanen, “Mutluluk ve aşk dışındaki her duygunun vücutta meydana getirdiği fizyolojik değişiklik uzun süreli olursa özellikle his kaybının gözlendiği vücut bölgelerinde ciddi sağlık sorunları gözlenecektir. Vücutta kan dolaşımının yavaşladığı bölgeler yeterince oksijenlenemez. Bu da birçok hastalığa davetiye çıkarır. Bu yüzden her türlü hastalığın tedavisinde hastalarda ciddi bir psikolojik/duygusal durum taraması yapılması kesinlikle şart” diyor.

Konuyla ilgili araştırmalara son yıllarda ağırlık veren üniversitelerden birisi de Harvard. Özellikle cilt hastalıkları uzmanları, kendi anabilim dallarındaki istatistiksel araştırma sonuçlarına bakarak enfeksiyonlar dahil birçok cilt rahatsızlıklarının psikolojik depresyonlar sonrası ortaya çıktığını ileri sürüyorlar. “Utanınca yüzdeki kızarma duygularla ciltte beliren değişiklikleri gösteren en minik örnektir. Biz dermatologlar artık cildi muayene etmeden önce hastayla konuşarak psikolojik durumlarını anlamaya çalışıyoruz. Bu gerçeği maalesef çok geç fark ettik” diyorlar. Boston’daki Beth Israel Deaconess Tıp Merkezi’nde çalışan tanınmış psikodermatolog Dr. Ted A. Grossbart ise “Basit bir sivilceden tutun da, sedef hastalığından çeşitli cilt kanserlerine kadar her türlü sorunu klasik tedavi yöntemlerimizle ne kadar gidermeye çalışsak da o cilt hastalığını oluşturan hastadaki psikolojik, ruhsal sorunu bulup gidermediğimiz müddetçe aynı hastalar bir süre sonra aynı ya da benzer şikâyetlerle kliniğimizde boy göstermeye devam ediyorlar” diyor. “Genetik hassasiyet konusunda ne düşünüyorsunuz?” sorusuna yanıtı ise: “Gözlemlerimize göre hastanın yaşadığı psikolojik travmalar genetikten çok daha baskın.”

Son yıllarda yayımlanan bilimsel makalelere bakınca, dünyaca tanınmış birçok araştırma merkezi ve kliniğin hastaların klinik verilerini alırken stres dışında diğer duygusal durumlarını da sıkı bir şekilde araştırmaya başladıkları görülüyor. Hastalara sorulan sorular “Şikâyetiniz nedir?”den önce “Kendinizi duygusal olarak nasıl hissediyorsunuz?” ile başlıyor. Tabii buna bağlı olarak tedavilerde de yeni bir yaklaşım ve yapılanma dikkat çekiyor. Geçen hafta The New York Times da “duygular ve ardından gelen hastalıklar” konusuna geniş yer vermiş.

Böylesi haberleri okuyunca seviniyorum. En azından birileri bizi, sağlığımızı düşünüyor diye...

HASTALIK VE DUYGULAR ARASINDAKİ BAĞ

Her duygu farklı bir elektrik akımı gibi sinir sistemimizde nöropeptid (NP) adını verdiğimiz adrenalin, endorfin gibi kimyasal maddelerin salgılanmasına sebep oluyor. Her NP ise vücudun farklı yanıtlar vermesini tetikliyor. Örneğin ufacık mutluluklar bile endorfin salgılanmasına, endorfin ise bağışıklık sistemini güçlü tutmaya, kas gevşetmeye, huzur hissetmenize ve ağrıların giderilmesine yol açıyor. Anksiyete ya da stres yaşadığınızda ise salgılanan adrenalin ve kortizol ne kadar doğru beslenseniz de, spor yapsanız da kas spazmına, nefes darlığına ve son bilimsel bulgulara göre (herhangi bir enfeksiyöz ajan olmaksızın) enflamasyona sebep oluyor. Kısacası vücudunuz size açık açık mesaj yolluyor, onu dinlemeniz, kendinize çekidüzen vermeniz için. Liste çok uzun ve her zamanki gibi yer kısıtlı. Bilimsel olarak ispatlanmış yüzlerce araştırmadan özetler çıkararak, fiziksel (yüzlerce) sorunumuzdan bazılarını yandaki tabloda örnek olarak verdim. Araştırmacılar bu hastalıkları taşıyan yetişkin kişilerde duygusal taramalar yapmışlar; hastalığa göre ortak duygusal noktalar bulmuşlar. Bakın bakalım kendinizde veya aile bireylerinde bu tablodaki bulgular var mı?

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar