Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

HAYATIN görünen bir tutarlığı, mantığı olmadığını anlayalı yirmi yıl filan oluyor. Hayat, ziyadesiyle bir Alejandro Gonzalez Inarritu filmi. Paramparça. Bol miktarda aşk, bol miktarda köpek içeren. “Babil” gibi de diyebilirdim.

Masa üstümde birden fazla explorer sayfası açık duruyor. Hâlâ Chrome’a geçemedim. Hâlâ on parmak yazamıyorum, Q klavyeye alışamadım. Sigarayı bırakma fikrine, sağlıklı beslenmeye alışamadığım gibi. Artık aramayan bir dostun ne düşündüğünü merak etmemeyi başarmaya, “Ben demiştim” diyen anne tonlamalarına alışamadığım gibi.

Önümde Mehmet Pişkin’in intihar videosu. Yaşam denilen “alışkanlığın” biletini tek lahzada ve olabilecek en zarif biçimde kesmiş olan adamın son sözleri.

Ne garip, açık sayfalarımın çoğunda, yaşamak için savaşan insanların yer aldığı haberler var. Var olmak için direnirken ölenler var. Mehmet Pişkin’in standartlarının yarısı kadar bir vasata ulaşmak için cinayet işleyenler var. Öyle bir hayat yaşamak için 25 yıl didinmesi gerektiğini bilip, didinebilme şansı için yalvaranlar var. Yalvarmaktan vazgeçip melankoliye kapılarak savaşmaya karar verenler var. Onlar var ve onların kederleriyle kana bulanan coğrafyaları var. İbadet etme hürriyeti için canını verme fazında olanlar var, ibadet eder gibi can alanlar var. Savaş var, direniş var, katliam var. Yetimler var. Diktatörler, katiller, strateji hesapları yapanlar var.

Bir de “Güzel bir hayat yaşadım, harika insanlarla tanıştım, ama buraya kadar” deyip, giden Mehmet Pişkin.

Beşir Fuad gibi deney yapmıyor. Virginia Woolf gibi acı veren bir yalnızlığın girdabına kapılmış değil.

Kimseyi suçlamamış. Oysa bir intihardan hemen herkes bir parça mesuldür.

Fakat adam o kadar zarif ki, kimseyi suçlayamamış.

Anlattıklarından, hayatın daha ince, daha güzel olmasını zorlaştıran şeyler gün gün artarken, onlar olmuyormuş gibi yapmaya katlanamadığını anlıyorum. Bunları arkada bırakıp her defasında yeniden inşa olma zorluğundan bahsetmiş biraz, o da yarım ağız. Uzatmamış. Çünkü biraz daha anlatsa, yine birilerini ya da bir şeyleri sorumlu tutuyormuş gibi görünür.

Gündelik hayatın, hatta “hiç de fena olmayan” bir gündelik hayatın ne kadar zor olduğunu gerçeğe yakın değil, gerçeğin ta kendisi olan bir “belgesel” ile kayda geçip gitmiş.

Sabahları neşeyle uyanan ve güne enerjik başlayan insanlardanmış Mehmet Pişkin. O günün iyi olacağını umut ederek uyanan biriymiş. Tam da öyle insanlardan çekinir, korkardım. Nedenini anladım. Bir ön kabulü, bir korkumu teyit etti.

Umut en umutsuz alışkanlıktır. İyi bir hayat yaşamayı umut edersin. Zaten iyi bir hayat yaşıyorsan ve umut edecek bir şey kalmamışsa?

Hayatta kalmanın çok zor olduğu coğrafyalarda hayatta kalma dürtüsü yaşama sıkı sıkı asılmanı sağlar. Hayatta kalma dürtüsüne yapışık olan umut, yaşatır. Hayatta kalmanın sıradan olduğu bir kontekstte bazen, tüketici olan umudun kendisi oluyor. Hayattayım ve bu normal, iyi bir hayat yaşıyorum ve bu da normal, sırada ne var? Önceki günün aynısı.

İnanması çok zor, ama güzel bir hayat bazen anlatılamayacak kadar zor olabilir.

Güzel bir hayat, devam etmek için gerekli motivasyondan yoksun kaldığını gizleyebilir. Fark ettiğinde geç olmuştur

Onca dert ve çileye rağmen yaşamaya çalışan milyonlarca insanın karşısına çıkıp bunu söylemek ayıp olur. Bunu söylemezsin. Nitekim Pişkin’in kaydında beni en çok çarpan “olay çıkarmama gayreti”. Hafifçe çarptığı kişiden özür dilerken yaptığı gibi gülümsüyor sürekli.

Ve sonra toplantı devam ediyor. Adam şu hayattan sadece gömülmemeyi, cesedinin kadavra yapılıp bilimsel araştırmalar için kullanılmasını istiyor.

Hazirun ise bu muhteşem toplantıdan tat almayıp gitmeyi seçmeyi hakaret kabul etmiş gibi. Son isteği duymamış gibi yapıyor.

Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede cenaze törenlerinde Müslümanlığın adap ve töresi uygulanır, anlıyorum. Ama inançlı olmayan birini zorla Müslüman adabıyla defnetmenin lüzumunu anlamıyorum.

Kaldı ki “vasiyet”in de bir anlamı, kutsala bakan bir yönü var. Bir “son istek”, geride kalanlarca nasıl görmezden gelinir, anlamıyorum.

Kabalığımızdan tiksiniyorum.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar