Kutuplaşıyoruz çünkü...
AK Parti’nin 13 yıllık iktidarında yaptığı en önemli şey, kimlikler üzerindeki baskıyı kaldırmaktı. Baskı kalkınca tuhaf bir şey oldu: O ana dek ayırıcı bir kimliği olmayanlar ya da o ana dek “elit”, “seçkin”, “beyaz Türk” gibi “çoğunluk” tarafından olumsuzlanan kimliklere sahip olanlar, kendilerine yeni bir kimlik icat etti: “Anti AKP’lilik” ve “anti Erdoğanizm”, “anti çoğunluk”çuluk.
Söz konusu eğilim, kimlik olabilmesi için gereken tarihselliği AK Parti öncesinde yapılan ve hatta AK Parti’nin mücadele etmeyi vaat ettiği devlet günahlarını AK Parti’ye yükleyen bir anlatı yaratmakta da gecikmedi. Ne diyordu Şafak Pavey 31.10.2013 tarihli Meclis konuşmasında? Şunu: “Biz Sivas’ta yakılan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından dolayı cezalandırılanlarız. Ama her nasılsa kronik mağdur sizsiniz.” Bugün en çok tartıştığımız ve şikâyet ettiğimiz şeylerden biri olan “kutuplaşma”, Kemalist reflekslerle icat edilmiş ve zaman zaman ülkeyi yönetmek için devlet tarafından kaşınmış olan Kürt-Türk, Sünni-Alevi, sol-sağ, asker-sivil gibi fay hatlarını iptal eden yeni bir yarılma üzerinde temellendiriliyor. Duran Kalkan’ın önce askere sarkıttığı “Türk ordusu kendini kullandırtmasın” selamı, sonra açık açık ifade ettiği “Kürtler dindarlara karşı Kemalistlerle saf tutmalı” cümlesi bir tesadüf ya da gaf değil. Fikir daha önce 2008’de Radikal Gazetesi’nde Aysel Tuğluk’un “Geri Dönüş” yazısında ortaya atılmıştı.
Yükselen İslamcılığa karşı tehlikenin farkında olan samimi(!) ulusalcı ve Kemalistleri Kürt siyasi ve silahlı hareketiyle işbirliğine çağıran yazının önemini anlayanlar bu pası tutmakta gecikmedi. Ancak sonuç doğurması için rüzgârın dönmesi gerekiyordu. Bingazi’de Amerikan Büyükelçisi’nin öldürülmesiyle Washington, “Bunun ılımlısı-ılımsızı olmuyormuş” noktasına gelince aranan hava oluşmaya başladı. Suriye’de Esad, indirilmekten ziyade korunması gereken adam hüviyetini kazandı ve 900 km’lik sınırını varil bombası ve kimyasal silah kullanan bir adamla paylaşmak istemeyen Türkiye’nin idarecileri de “kaka adam” mesabesine geriletildi.
Daha önce “önerilen”, “Türkiye modeli”- nin birdenbire “tehdit” teşkil eder hale gelmesi böyle böyle oldu. Mısır’da “İslam ve demokrasi bir arada olur” diyen Mursi’yi gönderdiler, Türkiye’de “Demokrasinin ilk kuralı: Ülkeyi sandıktan çıkan çoğunluk yönetir” diyen Erdoğan’ı “dünyanın en önemli adamları” listesinden “dünyanın en Hitler adamı” kategorisine aldılar. Polisi orantısız şiddet kullanmasıyla ünlü olan ABD’nin yayın organlarının Gezi’deki şiddetin altını bu kadar koyu hatlarla çizmesi, küresel aktörlerin gözüne girmek isteyen paralel yapının yaptığı girişimler, Türkiye’yi IŞİD ile aynı kefeye koymak için yapılan tezviratlar, çözüm sürecini bitiren PKK’nın tarihte görülmemiş bir özgüven ve mühimmat deposuyla devletin polisine, askerine ve devlete sadık Kürtlere saldırması, hemen hepsi aynı stratejinin çocuğu.
“Kutuplaşıyoruz” çünkü Ortadoğu’yu “laikleştirmek” isteyenler Müslümanları hiçbir sistem eleştirisi yapamayacak, hiçbir adalet talebinde bulunamayacak, hiçbir iddiası kalmayıncaya dek uysallaşmış ya da “terörist” kategorisinde hizalanmış olarak görmek istiyorlar. Müslümanlığın hem geleneksel, hem akil, hem de dirençli formlarını barındıran Türkiye, bu dizaynın başarıya ulaşması için çözülmesi gereken bir ülke konumunda.
“Kutuplaşıyoruz” çünkü güneyde PKK’ya bir devlet kurdurtmak isteyenler ve onların yerli eşlikçileri bunu sadece “Kürtler” ile yapamayacağını biliyor. Milletten, iktidardan, Ankara’dan PKK yandaşlığı yapabilecek kadar nefret eden Türkler lazım. Bir tarafında Kemalist seçkin ve elit Türkler, laik Kürt ve Aleviler, bir tarafında ise dindar- muhafazakâr, milliyetçi, millici Türk, Kürt, Laz, Çerkez’in olduğu bir hat inşa ediliyor.
“Kutuplaşıyoruz” çünkü AK Parti’nin neden olmadığı zulümleri bile AK Parti’den hatta muhafazakârlardan, dindarlardan bilen öfkeye, saldırganlığa karşı direnç, her zaman haklı ve sonuna kadar temiz olmakla mümkündü. Bu kâğıt üstünde bile naif bir koşuldur ve imkânsızdır elbette, ama AK Parti’nin sadece çıkarları ve menfaatleri doyuruluyorsa görev alan insan malzemesinin üşüşme adresine dönüştüğü ve dolayısıyla biriken öfkeyi göğsünde yumuşatıp sönümlendirmesini sağlayacak “moral üstünlüğü” kaybettiği de yadsınmaz.
- Ankara erken mi sevindi?5 dakika önce
- Trump'ın kazanması Türkiye'yi kuzey Suriye konusunda hareketlendirecek mi?56 dakika önce
- Suruç'ta beliren çözüm, büyük barışın habercisi olsun1 hafta önce
- Silahlar susmadan demokrasi gelir mi?1 hafta önce
- Bahçeli'nin tarihi çağrısı ve TUSAŞ saldırısı2 hafta önce
- 12 yıl önce ölseydi?2 hafta önce
- Yenidoğan skandalına karışan 17 hastane neden hala açık?2 hafta önce
- DEM'in kendisine ait bir iradesi yoksa devlet iradesi olanı işe almalı3 hafta önce
- Yeni dönemin motivasyonu duygusal değil bölgesel3 hafta önce
- "Kadını öldürmek daha kolay" diye mi?1 ay önce