Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Pazar günü yayınlanan yazımda İdlib’teki sıkışmanın anlamını ve bu sıkışmayı rahatlatmayı amaçlayan Türkiye’nin taraftar olduğu çözüm planını yazdım diye yine bir ‘kesimin’ saldırı oklarına maruz kaldım.

Sadece o yazımda değil, daha önceki Suriye yazılarımda da şu tabloyu netleştirmeye çalışıyorum:

- Esad eli kanlı bir katildir ve kendisine biat etmeyen Sünnilerin evini başına yıkmış sonra dönüp dünyaya ‘ben sadece teröristleri öldürüyorum’ yalanını pazarlamış ve konjonktürel nedenlerle bu pazarlamaya müşteri de bulmuştur. Suriye’nin ‘normalleşmesi’ ihtimalinde hesap vermesi kaçınılmazdır ve tam da bu nedenle sürekli savaş fazında kalmaktan yana tutum sergilemektedir.

- Sürekli savaş temposu İran desteklidir. Zira İran Irak’a ve Lübnan’a uzanan egemenliğini korumak için dikkatinizi çekerim: Suriye rejimine değil, Esad ailesine ihtiyaç duymaktadır. Önce Türkiye ve ABD’nin, sonra ABD ve Rusya’nın, daha sonra Türkiye ve Rusya’nın mutabık kaldığı ‘rejim değişikliği içermeyen Esad’sız geçiş’ önerilerinin gerçekleşmemesinin nedeni İran’dır. Bütün Batılı aktörler ve ABD, Suriye işi tamam olsa da inşa etmeye başlasak, para kazansak diye sıraya girmiş durumdadır ve hiçbirinin oradaki insan kaybı ile zerre kadar derdi yoktur doğru, ama Suriye’deki kanın durmamasının başlıca sebebi İran ve Esad’tır. ABD’nin İran’a yaptığı ve yapacağını iddia ettiği kötülükler İran’ın Suriye meselesini kangrene çevirmiş olduğu gerçeğini hükümden düşürmez. İlkine karşı durmak nasıl bir yükümlülük ise, ikinci durumu akıldan çıkarmamak zorunluluktur.

- Bazı CHP’liler, bazı solcular ve özellikle Perinçek tayfasından ya da onlara yakın ulusalcılar israrla Türkiye’nin Suriye’de Esad’la uzlaşması gerektiği fikrini pompalıyor. Öyle ki, hem İdlib’e müdahele edilirse oluşacak mülteci akınından duydukları endişeyi Erdoğan’a ve hükümete yönelik bir ‘eleştiri’ye tahvil etmekte geri kalmıyorlar, hem de İdlip meselesini Esad’ın meselesi olarak görmek gerektiğini savunuyorlar. Oysa bu, balkabağı büyüklüğünde kocaman bir çelişki, hatta iki yüzlülük. Çünkü İdlib silahlı gruplardan oluşmadığı gibi silahlı grupların tamamı da uluslararası terör listelerinde filan değil. Dahası 4 milyonluk kentin 3 milyon 930 bini normal, sıradan sivillerden oluşuyor.

*

Pazar günü yayınlanan yazımda bu tablodan yola çıkarak şunu sormuştum: Hem ‘Aman yeni bir mülteci akını olmasın’ diyor, hem de ‘İdlib’in Suriye devletinin, Esad’ın meselesi olduğunu, Esad’la uzlaşıp ‘bu işleri’ onun halletmesine rıza göstermek gerektiğini’ savunuyorsunuz. Bu ikisini nasıl aynı kapta karıştırabiliyorsunuz? Zira Esad’ın İdlib’te yapmak istediğinin taş üstünde taş bırakmamak olduğu sır değil. Bunu sonucunun o korkulan mülteci akını olacağı da. O zaman gerçekte ne istiyorsunuz? Size göre ideal çözüm Esad’ın geride mülteci filan kalmayana kadar ağır bir soykırım yapması mıdır? Bunu yapabileceğini bildiğiniz biriyle masaya oturulması gerektiğini savunurken neye güveniyorsunuz?

Gelen tepkilerden bir kez daha anladım ki, Suriye meselesi Türkiye’deki kutuplaşmanın önemli dinamiklerinden biri haline getirilmiş. Yazımda bir kez bile ‘alevi’ sözcüğü ya da iması geçmediği, herhangi bir mezhebin olumlu ya da olumsuz vurgusu yapılmadığı mezhepçilik yapmakla itham edilmem bir garabetse, İdlib’te insani çözüm peşinde olmanın ‘siyasal İslamcılık yapmak’ yaftası yemesi ayrı bir garabet.

Konu Suriye olduğunda artık Nusayri, alevi gibi ifadeler kullanmanız gerekmiyor, insani çözümü savunmanız ve metnin bir yerinde ‘sünni’ ifadesinin geçmesi hakarete uğramanız için yeterli. Kamuoyunun karşısına çıkarken beyefendi bir yüz takınarak ‘İdlib Suriye Devletinin işi, bizim tarafsız kalmamız Esad’la komşuluk hukuku gözetmemiz lazım’ diyenlerin Suriye meselesini nasıl içselleştirdiklerini ve aslında nasıl da ‘taraf’ olduklarını anlamak mı istiyorsunuz? ‘Herşey normalleştiğinde Esad yargılanacaktır’ demeniz kâfi.

FETÖ, PERİNÇEK VE SOL ÇİZGİ NASIL BULUŞTU?

Vara yoğa bir komplo teorisi giydirmeyi sevenler keşke biraz da Türkiye’deki muhalefetin neredeyse olduğu gibi Esad’cı yapılması üzerine kafa yorsaydı. İlginçtir, ülkedeki her krizin sorumuluğunu dış güçlere havale eden ve sözde hükümetten yana olan akıl, Esad’ın müzmin Ak Parti karşıtlığının adresi haline gelmesini görmezden geliyor, es geçiyor. Herhalde bu refleksi ‘yerli ve milli’ gördüğü için değildir. Ancak bu tutum-suzluk şaşırtıcı derecede bilinçli bir ihmal gibi görünüyor.

Bahsi diğer.

Konumuza dönelim.

Suriye meselesinde Esad muhibbi haline gelmiş, çok bileşenli bir muhalefet var. Salt bu tesbit bile son derece üzücü ve acı vericidir. Şöyle oldu:

- Suriye konusunda tartışmaları belirleyen en önemli faktörlerden biri ne yazık ki ilk günden mezhep faktörü oldu. Mezhebi aidiyet refleksiyle ve ‘doğruculuk, tarafsızlık’ adı altında gazetecilerden siyasetçilere uzanan bir çizgi Esad ne yaparsa yapsın aklamayı görev bildi. Sol ya da liberal, CHP’li ya da HDP’li görünmesinin yanısıra pek çok gazeteci, kanaat önderi ya da siyasetçi, salt mezhebi aidiyet refleksi ile Esad’ı meşrulaştırmaya çalıştı.

- Bu çizgi, ‘Devlete isyan terördür, bu bölgede bütün isyanlar ABD desteklidir, o halde ABD destekli isyancıların ezilmesi haktır, hele bir de işin içinde İslamcılık varsa’ çizgisinde olan Perinçek ulusalcılığı ile senkronize oldu.

- FETÖ’nün hükümeti devirme maksadıyla ortaya attığı ‘İslamcı hükümet MİT üzerinden IŞİD’e destek verdi’ tezviratı özellikle HDP’yi ve HDP ile beraber hareket eden sözde liberal-demokrat çizginin tahkim olmasına yol açtı.

Ve sonuç…

16 yıldır hükümetle zaman zaman ya da sırayla çatışmaya giren kim varsa önceden hazırlanmış ‘Esad’ı aklama ajandasına dahil oldu. Esad’ı hükümet karşıtılığının meşru ve muteber adresi haline getirdiler. Çünkü kendilerinin Ak Parti hükümetini yenememesine karşın, Esad Ak Parti hükümeti karşısında ve ona rağmen ayakta kalabilen tek aktör oldu. Ayakta kalabilmesi bir zafer olarak anlaşıldı ve hükümeti yenemeyenler Esad’ın zaferinde Ak Parti hükümetine ‘beceremediniz’ ama naaber?’ diyebilme imkanı buldular, tutunacak bir dal buldular.

Ancak…Sözkonusu ‘buluşma’ya razı olanların, Esad’ın kaderi ile kendi kaderlerini özdeşleştirenlerin unuttuğu bir şey var: Epi topu eli kanlı bir katili, defalarca kimyasal silah kullanmış bir diktatörü aklamanın ve bu aklama faaliyetini kitleselleştirip hükümete muhalefet etmenin olmazsa olmazı haline getirmenin ne akli ne vicdani ne de insani bir geleceğinin olmadığı.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar