Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

“Rakamlar, oranlar, usulsüzlük iddiaları, itirazlar, yetmedi olağanüstü itirazlar, verilmeyen mazbatalarla dolu bir yerel seçimi geride bıraktık” diyemiyoruz. Çünkü süreç hâlâ devam ediyor.

AK Parti, yerel seçimde aldığı oy oranıyla ( %44 ) seçimin birincisi durumunda. Çok geniş bir coğrafyadaki iller ve ilçelerin çoğu halen AK Parti’de. Ancak önemli büyükşehirlerin çoğu gitti, İzmir’in yanına bir de çeyrek asırdan fazla bir süre AK Parti ve aynı geleneğin selefi olan partinin elinde olan Ankara’da ve Erdoğan’ı siyasi aktör yaparak Cumhurbaşkanlığı’na giden yola revan eden İstanbul’da üstünlük rakip ittifakın adayına geçti. AK Parti’nin yenilmez olduğu algısı değişti. Belki de bu yüzden, bir ihtiyaç gibi, sürekli olarak “Bu bir zaferdir” söylemi tekrarlanıyor. Ama içeriği doldurulmuyor. Çünkü asıl zaferin ne olduğunun farkına varılmış değil. Unutulmuş bazı şeyler.

Neredeyse iki hafta oldu, AK Parti’nin travması hafiflese de iyileşmedi.

“Biz şimdi işten kovulacak mıyız?”, ‘Nasıl yani?”, “İstanbul bizim değil mi artık?” şoku yaşayan masum AK Partilileri kastediyorum elbette. Değilse, yaşanan kaybetmeyi hazmedememe durumunu “sandık darbesi”, “organize usulsüzlük” gibi “kavramsallaştırmalar”; “Hırsız CHP’liler yakalanınca polise saldırdı”, “Sandık müşahitleri tutuklandı” gibi haberler ne yaptığını gayet iyi bilen kişiler/klikler tarafından hazırlandı.

Özellikle CHP’lileri kışkırtma ve hata yapmaya sevk etme amaçlı işlerdi bunlar. “Oy gaspı, organize oy hırsızlığı” gibi suçlamaları bazı kriminal hadiselerle taçlandırma amaçlı girişimlerdi. Tutmadı.

YENİDEN SAYIMI SAĞLAYAMAYAN “GEREKÇELER” SEÇİMİ İPTAL ETMEYE YETER Mİ?

Derken AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, YSK’ya (Yüksek Seçim kurulu) oyların tümünün yeniden sayılması için başvurdu. Ancak YSK reddetti.

Sayım işlemleri devam ederken olağanüstü itiraz yolunun da süreç içinde değerlendirilebileceği AK Parti'nin yetkili isimlerince söylendi. Henüz iptal başvurusu yapılmasa da, İstanbul için seçimin iptali ve tekrarlanması gündemde.

Filmi biraz başa saralım.

Maddi hata var mı? Evet. Usulsüzlük var mı, evet. Yarışan iki aday arasındaki farkın bu kadar az olduğu bir seçimde YSK’nın kazananı ilan etmesinden önce tartışmanın giderilmesi için maddi hataların giderilmesi, geçersiz oylara bakılması hatta belki yeniden sayım istenmesi hukuki bir hak mıydı? Evet.

Ancak yapılan maddi hatalar (çokça anılan kaydırmalar vs) her seçimde olan şeylerdi.

İBB olmazsa hayatta kalamayacak gazetelerin manşetlerine bakmayın siz. 8.5 milyon oyda 15 bin maddi hata ortada “organize usulsüzlük var” denilecek bir boyuta değil, makul bir hata payına tekabül ediyor.

24 Haziran’da aşağı yukarı bu kadar miktarda bir maddi hata söz konusuydu. Geçersiz oy kullanımının çok fazla olduğundan bahisle bunun da altında çapanoğlu arandı ama 31 Mart seçimlerindeki geçersiz oy kullanımı oranı (%3.6) 2014 yerel seçimindeki geçersiz oy kullanımı oranından düşüktü. (%4.3)

Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu arasındaki farkın 27.844’ten 14.594’e kadar inmesi de ortada 31 Mart günü İstanbul’daki sandıklara atılmış bütün oyları kontrol eden organize bir oy çalma-kaydırma şebekesi olduğunu filan göstermiyor. İnsan eliyle yapılan sayım işindeki olağan sayım hataları bunlar. Araya kasten yapanlar da karışmıştır. Ama onlar her zaman karışır.

Hesap hataları ve kaydırmalar 2009’da da olmuştu, 2014’te de. Bu kez farklı olan ise, yarışan adaylar arasındaki oy farkının diğer seçim sonuçlarına göre daha az olması. Ayrıca, eğer ortada organize bir “kaydırma” çetesi olsaydı, yeniden sayımına karar verilen sandıklardan gelen oyların ve geçersiz oyların yeniden ele alınması işlemlerinin Binali Yıldırım’ın oylarını hızla ve katbekat arttırması gerekirdi. Ama öyle olmadı. Fark azaldı ama kapanmadı. İmamoğlu 14 bin küsur oyla önde kaldı. Fark kapanmayınca işler iyice tatsız bir hal aldı. “Soy isminden AK Partili olduğu anlaşılanların seçmen kayıtlarının silindiğini” söyleyen bile oldu. Hatta bazı gazetelerde “Bekamızı demokrasiye feda etmeyelim, seçim olmasın, belediye başkanlarını cumhurbaşkanı atasın” gibi utanç verici yazılar yayınlandı. Şu ana kadar söylenmiş en korkunç şeydi bu ve ne yazık ki parodi değildi.

Bütün oyları yeniden saymak bile bir yoldu. Mızıkçılık olurdu ama mümkündü. Eğer somut delil, mantıklı bir gerekçe gösterilebilseydi… Nitekim gösterilemediği için YSK bu talebi reddetti. Lakin gelin görün ki, İstanbul oylarının tümünün yeniden sayımı için yeterli bulunmayan gerekçelerin, yeterince somut olmayan delillerin şimdi her nasılsa “seçimin iptali”ni sağlaması, dahası meşru kılması bekleniyor.

Hoş demokrasiyi “beka tehdidi” gibi görmeye başlayanların “Seçim olmasın belediye başkanlarını cumhurbaşkanı atasın” diyerek göze girmeyi ummalarından anlıyoruz ki, AK Partili olmak artık bütün partililer ve partiye yakın olanlar için aynı anlama gelmiyor.

Oysa “Nema problema, evet, beka olsun, gerisi teferruat” kafası AK Parti’nin kuruluş kodlarına da başarı hikâyesine de ters.

Bunu hatırlatmak zorunda kalmak bile zûl. Çünkü AK Parti “milli irade”ye dayanan bir iktidar profili ortaya çıkarmakla haklı olarak övünen ve Türkiye’nin normalleşmesine katkı sunma potansiyeli en yüksek olan partiydi. Bir de şimdi konuşulan şeylere bakın.

BELEDİYELERDEN FAZLASI RİSKE EDİLİYOR

17 yılda pek çok kez AK Parti’ye oy vermiş, bu seçimde de Binali Yıldırım’ın daha iyi yöneteceğini düşünmüş biri olarak diyebilirim ki, AK Parti 17 yılda 14 seçim kazanmayı başardı, kazanmayı güzel taşıdı; ama küçük bir kaybı sırtlanmayı beceremedi.

“Hadi canım sen de, İstanbul küçük bir kayıp mı” diyeceksiniz ve bana İstanbul’un bütçesini hatırlatacaksınız biliyorum.

Ama İstanbul’u kaybetmek, İstanbul, Ankara, Antalya gibi kayıpları hazmetmeyi beceremeyen bir AK Parti’nin sebep olabileceği asıl kaybın yanında önemli değil.

Ben sadece bizim değil, İslam dünyasının, Ortadoğu’nun, ve elbette Batı’nın da beklediği sonuçtan; eğer YSK iptal kararı verirse ortaya çıkabilecek meşruiyet ve demokrasi kaybından bahsediyorum.

DÜŞMANLARIMIZI SEVİNDİRİR

Her ne kadar bugün tipik, standart sağcılığa kaymış bir parti de olsa, AK Parti İslami hareketin içinde gelen ve “demokrasi” idealini en yüksek sesle dile getirmiş bir parti. Dünya bunu biliyor. İslam dünyası, Müslüman ama diktatör yöneticilerine itiraz etme cesareti konusunda, hem Müslüman hem demokrat olunabilir tezini savunurken AK Parti örneğinden ilham aldılar. Yakın coğrafyamızdaki Müslümanlara bu yönüyle rol model olmuş bir hareketten bahsediyoruz. İslami hareketlerin iktidar deneyimleri hakkındaki olumsuz algıyı, “İslami hareketler hak mücadelesini verirken demokrat, iktidar imkanlarına kavuşunca otokrat olur” ön kabulünü yıkmaya en çok yaklaşabilmiş partiden.

Dolayısıyla YSK’nın vereceği bir iptal ve yeniden seçim kararı sadece İstanbul açısından değil, “İslam ve demokrasi bir arada olur mu? Olabilirse nasıl olabilir” sorusunu on yıllardır tartışanlar açısından da büyük hayal kırıklığı olur. Sadece düşmanları sevindirir. “Bakın” diyecekler. “Biz dememiş miydik? Bunlar hak mücadelesi verirken demokrat, iktidarı ele geçirince otokrat olurlar. Demokratik yollarla kazandıkları makamları asla demokratik yollarla bırakmazlar”

Değer mi?

Bence değmez.

Zira AK Parti kaybettiği belediyelere bu kadar kilitlenmese, bir zamanlar olduğu gibi AK Parti’yi parti olmaya taşıyan “hareket”in gözlüğünden, yola çıkış motivasyonunun içinden bakabilse, çok önemli bir şeyi başardığını görecek: Sadece sosyolojiyi değil, muhalefeti de dönüştürdüğünü.

İstanbul’da oyların çoğunluğunu alan İmamoğlu, halkçılığı ve dini değerlere yabancı olmadığı mesajını vererek yapabildi bunu.

Eyüp Sultan’da mevlid okutarak, Kur’an’dan sureler okuyarak aldı oyların çoğunu. Kazandıktan sonra “Hadi şimdi partileyelim” yapmadı, şükür namazı için camiye gitti. CHP’nin Ankara galibiyetinin sahibi Mansur Yavaş ise aslen ülkücü. Kazanır kazanmaz yaptırdığı ilk iş Ankara'yı "Haydi Bismillah" afişleri ile donatmak oldu.

AK Parti yıllarca sözcülüğünü üstlendiği sosyolojinin mücadelesini, taleplerini muhataplarının kafasına çaka çaka kabul ettirdi, o sosyolojiye o tabana, çoğunluğa ve onun değerlerine, iklimine saygıyı öğretti.

Asıl galibiyet budur.

Nitekim ben, 17 yıl iktidarda kalan bir partiden hakkı sahibine teslim ederken, müstehzi bir jestle, “Tabii arkadaşlar çok uzun süredir muhalefetteler; yönetme işinde paslanmış olabilirler, biz kendilerine hem yardımcı olacağız, hem önderlik edeceğiz” demesini beklerdim.

Böyle bir tavır, on numara beş yıldız bir olgunluk görüngüsü teşkil eder, Türkiye’nin hem İslam hem demokrat bir pratiği hâlâ yaşatmakta olduğunu bütün dünyaya gösterir ve ilham kaynağı olmasına devam etmesini sağlardı; hem de ekonomi ile ilgili sıkıntıları aşmayı sağlayacak bir çıpa olabilirdi.

Türkiye’ye yatırım çekmek için karmaşık uzun konuşmalar yerine, kartviziti bırakırdık masaya: “Demokrasimiz de güçlüdür, sorunlarla baş etme kabiliyetimiz de. Sandığımız da kırılgan değil, ekonomimiz de…”

Henüz, hâlâ geç değil.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar