Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

31 Mart seçimleri, Malatya Pötürge’de iki Saadet Partisi üyesinin öldürülmesi dışında, genel olarak olaysız geçmişti. Seçimin kıyasıya rekabet halinde gerçekleştiği İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde herhangi bir saldırı, oy verilen mekanlarda büyük çaplı gerginlik çıkmaması, sükunetin büyük ölçüde korunması övgüye değerdi.

Ancak seçim sonrasında bazı olaylar oldu. Kemal Kılıçdaroğlu saldırıya uğradı. Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ hastanelik olana kadar darp edildi. Gözaltına alınan 6 kişinin Demirağ’ın “hayati tehlikesi olmadığından” bahisle serbet kalması ise kabul edin ya da etmeyin oldukça tuhaf bir durumdu. Zira TCK 86. madde gayet açık: "Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Derken AK Parti’nin bazı etkinliklerine de davet edilmiş olan, Göknur Damat isimli kanser hastası bir genç kadın "Her şey çok güzel olacak" diyerek Ekrem İmamoğlu'nun kampanyasına bağışladığı 20 TL’nin dekontunu sosyal medyadan paylaştı, sonra sokakta bıçaklı saldırıya uğradı.

Ardından Antalya’da, Akdeniz'de Yeni Yüzyıl gazetesi köşe yazarı İdris Özyol’un, 3 kişinin sopalı saldırısına uğradığı haberi düştü bültenlere. Sol düşünceden gelen Özyol, hatırladığım kadarıyla 1995-1997 yılları arasında Kanal 7’de de çalışmış, Zap’tiye adını taşıyan bir medya kritik programı yapmıştı. Kendisine geçmiş olsun diyorum.

80 MİLYONUN İRADESİ ÜÇ BEŞ HAYDUTUN MÜESSİR FİİLİNE İNDİRGENEMEZ

İyi haber şu ki, bu türden saldırılara maruz kalan kişilerin uğradıkları mağduriyet sessizlikle geçiştirilmedi. Saldırganlar, AK Parti’de de yer alan kimi siyasetçiler tarafından kınandılar. Başta Habertürk, Yavuz Selim Demirağ’a yapılan saldırı konusunda oldukça duyarlı bir yayıncılık yaptı. Sosyal medyada hemen her görüşten insan bu türden saldırılara karşı dik duruyor, demokrasi düşmanlarına karşı yekvücut oluyor.

Türkiye kimilerinin iddia ya da ima ettiği gibi, muhalefetinin, yazarının, gazetecisinin bir tenhada köşeye kıstırılıp yok edildiği bir ülke değil. 80 milyonluk ülkenin seçimlere verdiği önem, sandık başında gösterdiği dirayet ve sakinlik beş tane haydutun müessir fiiline indirgenemez.

Ancak durum böyle diye, olanlardan ders alma, olanları cezasız bırakmama, hadiseleri bir erken alarm sistemi olarak görme yükümlülüğü hükümden düşmüş değil.

VANDALLARIN TEŞVİK VEHMEDECEĞİ TUTUMLARDAN KAÇINMAK

Zira kötü haber de şu ki, bu türden vakıaları gerçekleştirenler ya da gerçekleştirmeye teşne olanlara karşı önleyici bir siyaset dili geliştirilmez, caydırıcı cezalara çarptırılmazlarsa sayıları artabilir. Çoğalırlar. O ihtimalde oluşacak iklimden zarar görecek olan da sadece fikir hürriyeti olmaz. Siyaset zarar görür.

Bırakın demokratik siyaseti, reel siyaset bile işleyemez hale gelir.

Türkiye’de bir süredir muhalif olanın hain sepetine konulması kolaycılığına yaslanan bir politik diskur var ve demokratik siyaset imkanlarını ciddi şekilde tıkamış vaziyette. Bunun sakıncaları hakkında uyarırken, “normalleşme” talep ederken motivasyonumuz kapris ya da şımarıklık değildi. Gerekçelerimizden biri de, “Eğer muhalif olan hain ise, şöyle sıkı bir dayaktan da geçirilmesi gerekir, e çünkü hainlik basit bir şey değildir” şeklinde akıl yürütebilecek kimselerin mesajdan vazife çıkarabilme ihtimallerinden duyduğumuz endişeydi.

Dediğim gibi, durum toplumsal barışın esamisinin bile tehlikeye düştüğü bir raddede değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dolmabahçe’de gençlere verdiği iftarda sarfettiği “Biz şu anda 23 Haziran'da belediye seçimine gidiyoruz. Bu hükümet, kabine seçimi değil. Başkanlık seçimi değil” cümlesi rahatlamaya ve 23 Haziran’a gidilen süreçte, son üç seçimdir tekrarlanan hataların yinelenmeyeceğine dair küçük bir teminat muştusu olarak okunabilir.

YOLU DA BELLİ, FORMÜLÜ DE…

Ama uyarı ve önlem mekanizmasının marifeti, birbirini tetikleyecek olaylar zinciri çığa dönüşmeden, henüz kartopu düzeyinde iken izale etmeyi sağlamasındadır. O önlem de, 23 Haziran’a kadar, dayakla kötekle sonuç almayı kabul edilebilir bulanların teşvik vehmedebileceği bir siyasi üsluptan kaçınmanın farkındalığını kavramaktan geçiyor. Böyle bir sorumluluk hem siyasetçi hem köşe yazarı olan bazı adamların “Bana düşmanlık edene niye kucaklayıcı olacakmışım? Olmam” kafasıyla taşınamaz. Devlete hükümet edenin sorumluluğu sahip olduğu yetki ve güçle ilintili olarak fazladır. Aksi tutumda ısrar ederseniz o zaman “parti devleti” şeklindeki tanımlamalara kızma hakkınız olmaz.

“Derinler”, içimizden vuranlar, sinsi faaliyet gösterenler, milleti birbirine düşürmek isteyenler, iç ve dış mihrakların karanlık operasyoncuları ülke aleyhine çalışıyorsa eğer, yapılacak tek bir şey var: Onların fırsata dönüştüremeyeceği, istiskal edemeyeceği bir iklim oluşturmak.

Bu yolda, hem iktidar hem de muhalefet politikacılarının dikkat etmeleri gereken bir şey var.

Ne söylediğiniz önemli.

Ama söylediğiniz şeyin tabanlarınızın en alt tabakasında; en az düşünen en çok öfkelenen kesiminin zihninde nasıl yankılanabileceğini önceden kestirebilmeniz daha da önemli.

Ne yaptığınız önemli.

Ama yaptığınız (ya da yapmadığınız) şeylerin rakip parti ya da partilerin tabanlarındaki en şüpheci, en güvensiz, en endişeli kesiminde nasıl yankılanacağını önceden kestirebilmeniz daha önemli.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar