İstanbul Sözleşmesi kritik virajda
Eşikte dediğime bakmayın. Çok belli ne olacağı.
Toplumda son üç dört yıl içinde devlet tarafından da pohpohlanarak serpilmiş, kendi ahlak algısını, kendi siyasi doğrularını, kendi din anlayışını dayatmayı varoluş sebebi olarak gören, bu arada rejimin demokrasiden mobokrasiye yelken açmasına neden olan bir kitle var. Ak Parti ve MHP de, tabanlarının çelik çekirdeğini oluşturan bu kitlenin taarruzlara boyun eğecek gibi görünüyor.
İstanbul Sözleşmesinin özellikle şiddet gören kadınlara vaadettiği güvenli günlerin sonlarına geldiğimizi hissediyorum, yapılan açıklamalar da bunu gösteriyor kapı arkalarında konuşulanlar da.
Vaddettiği diyorum, çünkü hiç o kadar ciddi uygulanmadı sözleşme muvacehesinde yapılmış 6284 sayılı yasa.
Buna rağmen erkekler ve ‘yeter ki efendilerimiz mutlu olsun’cu kadınlar yıllar yıllar sonra İstanbul Sözleşmesini keşfedip saldırma gereği duyar oldular. 2011’den tam 9 yıl sonra.
Ak Parti’ye muhalefet etmek isteyip edemeyen örgütlü dindarlığın gurur soğuttuğu yerdir İstanbul Sözleşmesi.
Sorunları gören ama zurnanın zırt dediği yere dair iki çift söz edemeyenler, ‘muhalefetten kaçınmış gibi görünmemek’ için, muvazaalı itirazlarını sergilemek için bir kulvar seçtiler, kabak kadınların başına patladı.
Neden? Çünkü kadınlar toplumun en zayıf halkası.
PARDON FAHİŞE DERKEN?
İstanbul Sözleşmesi eleştirilemez değil, dokunulamaz değil, konu sahiden ‘değerlerimiz’ ile tenakuz içinde olan toplumsal cinsiyet tanımı vs olsaydı, başka çözümler bulunabilirdi. Gerekirse bir ya da bir kaç maddeye şerh konurdu. Bu sözleşmeden mütevellit yasa ve uygulamalarda erkeğin, kocanın mağdur edildiği haksızlığa uğradığı vakalar geniş ölçekte ise, düzeltme yapılırdı. Ama mesele gerçekten bu sözleşmeyi istismara yeltenen bir kaç aşırı örnekten yola çıkıp kadınlara haddini, snırını, yerini, durması gereken çizgiyi bildirmek gibi görünüyor. Ve o çizginin bırakın kadın erkek eşitliğini, fırsat eşitliği ile, farklıların eşitliği gibi daha mutedil/geleneklere uygun olasılıklarla bile ilgisi yok.
“İstanbul Sözleşmesi’ni savunanlar, fuhşu savunmuş olur, demek ki onlar fahişedir” şeklinde bir akıl yürütme üzerinden -ki tarihin en kısa akıl yürütmesi bu olsa gerek - sözleşmeyi savunan kişilere ‘fahişe’ diyecek kadar çıldırmış olan Abdurrahman Dilipak yol haritasını şöyle özetliyor: “Lanzarote Sözleşmesi” Şeytan Üçgeninin bir diğer ayağı olan “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması” sözleşmesi 6084 sayılı kanun ile onaylanmış ve 25.10.2010 tarihinde kanunlaşmış. (İlk ilanı 25 Ekim 2007) Yani sözleşme Mecliste beklemiyor, o iş bitmiş. Bekleyen sözleşme hükümlerinin yasaya dönüştürülmesi. Yani şu anda Türkiye’nin en kolay şekilde çekileceği sözleşme bu Lanzarote sözleşmesi. Kronolojik sırayla gidersek, sonra İstanbul Sözleşmesi ve daha sonra CEDAW. Sonra da CEDAW ve İstanbul Sözleşmesine dayalı yasa ve yönetmeliklerin, genelgelerin değiştirilmesi gerek.”
Öncülü ve ardılı ile kadının statüsünü güçlendirmeyi amaçlayan tüm sözleşmelerden çekilmeyi ve o sözleşmelerden çıkan yasa ve uygulamaların çöpe atılmasını öneriyor beyefendi.
Çünkü dayak yiyen bir kadın sadece canlarını sıkar vicdanlarını azıcık acıtır, ama kontrol edilemeyen kadın çileden çıkarıyor. Öyle olunca da, kadın erkek eşitliğini ve kadına şiddeti meşrulaştıran, kadını daha aşağı düzey bir varlık gibi kurgulayan klişe, rol, gelenek ve törelerin kökünün kazınması önerisi getiren sözleşmelerin ‘kökünün kazınmasını’ teklif edebiliyorlar. Çileden çıkmaktansa, varsın dayak yerken ölüveren kadınlara azıcık üzülelim diye düşünüyorlar. “Hem fena mı, üzülmek bizi insan yapar” filan da diyorlardır kendi aralarında. Şaka gibi. Daha doğrusu George Orwell romanı gibi.
MUHAFAZAKARLAR KORKUYOR
Haksızlık etmek de istemiyorum. İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olanlar arasında kötü örneklere tesadüf etmiş ve onuru kırılmış -mesela kavga ettiği sözlüsünün gönlünü almak amacıyla beş kez üst üste aradığı için ‘israrlı takip’ ithamıyla karakola ifadeye çağrılmış- düzgün erkekler de var. Yahut ‘çağın değer yargıları öyle değişti ki namusunu korumak isteyen, haramdan uzak durmaya çalışan çocuğum arkadaşları tarafından dışlandı, aptal muamelesi gördü ve psikolojisi bozuldu. Bu toplum ne zaman bu kadar yoz hale geldi?” diyen endişeli anneler de var. “Eltim sırf çalışıp eve para getiriyor daha üstün tutuluyor, ben ailenin kölesiyim, eltim ise adeta kraliçe. Ev hanımı olmak suç mu? Ev hanımıyım diye aşağılık bir insan mı oluyorum?” diyen gözü yaşlı yeni gelin de.
Doğrudur, kadınları koruma amaçlı tedbirleri bol keseden kullanan istismarcı kadınlar olabilir, önüne geleni beni takip etti beni taciz etti diye ihbar ederek normal düzgün erkeklerde korku yaratıyor olabililer ve bu durum diğer kadınları yalnızlaştıracak, uzun vadede kadın erkek ilişkisinde romantizm kaybına neden olacak hasarlar yaratabilir. Böyle bir ihtimal var. Bkz. Batılı liberal demokrasilerde gelinen nokta.
Doğrudur, ‘namus’ kavramı, dinin cinsel ahlak adına belirlediği sınırlara muhalefet eden yeni bir anlam kazandı. ‘Namusu bacak arasında arayan sizin gibi softalar…” diye cümle kuranlar, bacak arasını faili meçhul hale getirdiler.
Doğrudur, çalışmamak artık bir ‘suç’ gibi algılanıyor ve kendi maaşıyla kendisine ‘Louis Vuitton’ alan kadın, zırhların en kalını, silahın en keskini ile donanmış oluyor, kendi maaşıyla alamayanın statüsü daha düşük oluyor. Ye kürküm ye düzeni yüzyıllardır süren bir düzen, şimdi ucuna kadınlar eklenince mi sorun?
Dahası, değerler sistemi nasıl çöktü diye sormanız gerekmez mi, mahalle adabımız ahlakımız nasıl bozuldu diye etraflı bir analize neden ihtiyaç duyulmaz? Acaba asıl sorumlular aynı zamanda müştekilerin ta kendisi olduğu için mi?
MÜŞTEKİ AYAĞA KALK!
Bugün İstanbul Sözleşmesi kalksın diye bağıranların hemcinsleri, yakınları, arkadaşları…Erkekler. Siz erkekler başlattınız bunu.
Eliniz para gördüğünde yaş almış kadınlarınızı boş bir torba gibi kapının önüne koyup genç manken, spiker, yoga öğretmenine yelken açtığınız için aşındı şimdi hatırlayıp özlediğiniz değerler.
Sizden daha eski olanlar hiç değilse karılarını gizli gizli aldatırlardı ve hiç değilse ‘medeni kanun’ ahlakına sahip olduklarından, karılarından korkarlardı.
Siz bir de ‘E Allah bana dörde kadar ruhsat vermiş kii?” pişkinliğiyle, zaman zaman da laçka olmuş bir ‘ne korkacam karıdan Alla Alla, alır karşıma bildiririm durumu, buraya kadar derim..’ maçoluğuyla yaptınız bunu. Gençliğini emdiğiniz, ‘dava’ diyerek tonlarca misafir ağırlattığınız, meslek edinememiş başörtülü kadınların attığınız yerde duracağını, sağa sola bakacak, başkalarıyla kırıştıracak durumları olmadığını da bildiğinizden, çekinmeniz edebiniz arınız da yoktu.
Annelerini dayak yeyip aşağılanıp ses çıkarmazken, gizli gizli ağlarlarken gören kız çocukları ‘asla annem gibi olmayacağım’ diye yemin ettiği için ‘ekonomik özgürlük’ bugün kutsalı oldu kadınların. Aynı kızlar, ‘ilerde olur da boşanmak zorunda kalırsam ve çocuklarıma tek başına bakmak zorunda kalırsam’ diye anksiyete eşiğinde yaşadılar. İçten pazarlıklı oldular, kendilerini hiçbir şeyin akışına bırakamadıkları için kimi evlenemedi, kimi evlenip çeyiz olarak ‘kürek gibi bir dil’ götürdü.
Kadına çok ama çok ‘haram’ olanı erkeğe çok ama çok ‘normal’ gibi gördüğünüz düzen ilanihaye sürer mi sanmıştınız sahi?
Kadına hemence yakıştırdığınız orospuluğun adını sıra erkeğe geldiğinde ‘playboy’ diye tatlişko bir sıfata dönüştürdüğünüz için ters tepti çifte standardınız.
O yüzden size günaydın, ama epeydir kadın erkek ilişkileri çok laçka.
Öyle valla, kimin eli kimin neresinde hiç belli değil.
Sayılar arttıkça ve duygular yalama oldukça ‘tatmin’ giderek uzaklaşıyor ve ‘cinsiyet’ de akışkan, duruma, hikayeye, o gün sırada hangi pozisyon varsa ona göre ‘değişebilen’ bir kıvam alıyor. Bundan sadece müslümanlar olarak siz rahatsız değilsiniz, Batılı ülkelerde yaşayan inançlı ya da akıllı, basiret sahibi kişiler de rahatsız. Korkmakta hatta tiksinmekte haklısınız.
Berbat bir çağdayız, evet.
Ama bir dakika?
Bunların hiçbiri İstanbul sözleşmesinden sonra olmadı.
Bunların hiçbiri İstanbul Sözleşmesi yüzünden olmadı.
İstanbul Sözleşmesinden çekildik diye de sona ermeyecek.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ SEBEP DEĞİL SONUÇ
Bu sözleşmeden tamamen çekilip, 6284 sayılı yasayı tamamen tırpanladığnızda kızartma yaparken kocası tarafından öldürülen kadınların sayısı artacak. Çünkü o tür adamlar böyle ricatlardan cesaret alır.
Ayrıca dünya, sözleşmeden geri çekilmeyi, Türkiye ahalisi bir olmuş ve ‘Valla bir durum ağırımıza gittiğinde karılarımızı öldürebilmek istiyoruz” demiş gibi algılayacak.
Bir avuç gazlı adam yüzünden milletin itibarıyla oynamış olacaksınız.
Aileyi korumak mı istiyorsunuz sahi?
Yoksa ‘raydan çıkanlara hadlerini bildirdik’ şeklinde ucuz bir sahte zafer hikayesi mi sözkonusu?
Aileyi korumanın yolu belli çünkü.
Bozulan dişlileri onarın. ( Dişli dedim bakın ‘dişi’ değil )
Önce aynaya bakın ve değer yargılarınıza ne kadar inandığınız gerçeğiyle yüzleşin.
Sizde olmayanı başkasından istemek gibi bir riyakarlık içinde değilseniz işiniz daha kolay.
Şefkat, estetik ve tevazuu ile evinizi nefes alınabilir bir sığınak yapmaya çalışın.
Sadece içinde aşk, fedakarlık ve merhamet olan evler benzerlerini doğurur.
Bunlar yoksa, ev de aile de yokuş aşağı gider. Bağırıp çağırmanız, örfümüz töremiz dinimiz soslu nefret diliniz de gidişatı hızlandırır.
Not: Kurban bayramınız mübarek olsun
- Ankara erken mi sevindi?5 dakika önce
- Trump'ın kazanması Türkiye'yi kuzey Suriye konusunda hareketlendirecek mi?56 dakika önce
- Suruç'ta beliren çözüm, büyük barışın habercisi olsun1 hafta önce
- Silahlar susmadan demokrasi gelir mi?1 hafta önce
- Bahçeli'nin tarihi çağrısı ve TUSAŞ saldırısı2 hafta önce
- 12 yıl önce ölseydi?2 hafta önce
- Yenidoğan skandalına karışan 17 hastane neden hala açık?2 hafta önce
- DEM'in kendisine ait bir iradesi yoksa devlet iradesi olanı işe almalı3 hafta önce
- Yeni dönemin motivasyonu duygusal değil bölgesel3 hafta önce
- "Kadını öldürmek daha kolay" diye mi?1 ay önce