Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Sultanbeyli, İstanbul’da ‘AK Parti’nin kalesi’ pozisyonunda olan bir ilçe. 2018’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ın oyu yüzde 68.7’ydi Sultanbeyli’de. 2019 yerel seçimlerinde AK Parti’nin İBB adayı olan Binali Yıldırım ise yüzde 66’ya yakın oy almıştı.

Deva Partisi’nin saha çalışmaları için start verdiği yer, böyle bir yer.

AK Parti’den koparak kurulan partilerden birini, AK Parti’nin en güçlü olduğu yerlerden biri olan Sultanbeyli’de gözlemlemek önemliydi. Cumartesi günü, bu gezi için davet alınca hiç düşünmeden kabul ettim ve Deva Partisi Sultanbeyli İlçe Başkanlığı hizmet binasının üst katına çıkıp Ali Babacan’ın konuşacağı platform alanını izlemeye başladım.

İlçenin nüfusunun 336 bin olduğu düşünülürse çok büyük bir kalabalık vardı diyemeyiz. Ancak hatırı sayılır bir kalabalık vardı demeden de edemeyiz.

Benim kitle ölçümleme ile sayı tahmini yapma yeteneğim yoktur ama yapanlara danıştım, en az dört kişiden aldığım rakamların ortalamasına bakarak alanda en az 2400-2500 kişi olduğunu söyleyebilirim.

Sultanbeyli’ye oranla hiç fena bir rakam değil bu. Üstelik ‘Yeni Türkiye’nin tek sesli monoblok medya düzeninde küçük partilere ancak Cumhur İttifakı için işlevsel iseler alan tanındığı düşünülürse…

Malum, kendisine merkez medya diyen alanda (Habertürk TV dışında) her partinin sesine sözüne alan açmak gibi demokratik kıstasları önemseyen kurum kalmadı. Bu durum elbette yeni partilerin ve liderlerinin hala ‘tanınma’ ve ‘bilinme’ sıkıntısı çekmesine neden oluyor.

İlçe hizmet binasının açılışını beklerken bir partili "Halkın neredeyse %65’i hala Deva Partisi ile Ali Babacan’ı zihninde birleştirebilmiş değil. Deva deyince sadece bakıyor, Genel Başkan Ali Babacan deyince ‘haa, tamam o zaman güzel’ diyerek olumlu tepki veriyor” diyor.

Read more!

ESNAFIN TEPKİSİ, SOKAĞIN TALEPLERİ…

Nitekim esnaf ziyareti yapan Babacan’ı takip ederken, insanların Babacan’a yaklaşırken olumsuz bir yargılarının olmadığını gördüm. Deva’yı bilmiyor olabilirler ama Babacan’ı biliyorlar ve negatif bir tepkisellik içine girmiyorlar. Hatta tam tersi.

Girdiğimiz hemen her dükkanda, mağazada insanlar kameraya alındıklarının farkında olmalarına rağmen ekonomiden, maliyetlerin yükselişinden ama bu maliyetleri ürün satış fiyatına yansıtırlarsa müşterinin tamamen elini ayağını çekeceğini bildikleri için sıkışmış olduklarından şikayet ediyorlar. Açıkça. Cep telefonu satan bir baba oğulun şikayetlerinde kuşak farkı kendisini alenen ortaya koyuyor. Sultanbeyli’nin ortasında genç adam “Özgürlük olacak mı? İnsanlar kendi iradeleriyle kendilerini ifade edebilecekler mi?” diye soruyor.

Read more!

Sokak ortasında Ali Babacan’ı durdurup "Benim arkam var, benim dayım var diyerek diğer insanların hakkına giriliyor, adalet istiyorum!” diye bağıran bir başörtülü hanım ise korku bariyerini çoktan aşmış görünüyor.

Ancak elbette bu durum herkes için geçerli değil. Kalabalığı uzaktan takip eden iki hanım var. Deva Partisi kurucu üyesi Elif Esen’in heyecanla o kadınlara "Korkmamalıyız, bunları her yerde anlatmalısınız, korkmayın, partiye üye olmasanız bile gönüllü olun” dediğini duyuyorum. Yanlarına gidiyorum. Biri elini ağzına götürüp fermuar işareti yaparak boynunu yana eğiyor. “Korkmaktan başka koruyucumuz yok” anlamında.

Sonradan öğreniyorum ki hanımlardan birinin akrabası KHK ile ihraç edilmiş ve neredeyse bütün sülale o tek kişinin ihracından olumsuz yönde etkilenmiş, sülale boyu yıldırılmışlar. Herhangi bir kameranın vizörüne yakalanmak istemedikleri için uzaktan bakıyorlar.

Babacan konuşmasında ağırlıklı olarak huzur, toplumsal barış, ekonomik refah, özgürlük ve adalet mesajlarını öne çıkarıyor. İktidarın açıkladığı büyüme rakamlarının hane halkına yansımaması, %7 mi olsun %5 mi olsun diye git-gel yapan yeni seçim barajı oranlarının demokrasiyle değil sandık oyunlarıyla ilgili olması gibi mesajlar Sultanbeyli’deki konuşmasının temel taşlarını oluşturdu. Ama bir sürpriz konuk vardı ki, olan bitenin gençlerin ruh hallerini nasıl dalgalandırdığını bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Hacettepe Üniversitesi mezunu bilgisayar öğretmeni genç söz istedi ve Babacan tarafından sahneye davet edilerek spontane bir konuşma yaptı. İsminin İrfan olduğunu öğrendiğimiz gencin KPSS’de kendi branşında 59. olmasına rağmen ‘atanamamış’ olması pek çok şeyin özeti gibiydi: “Türkiye’de KPSS tarihinde benim aldığım dereceyle atanamamış bir bilgisayar öğretmeni yok.”

Read more!

Ali Babacan son aylarda daha cesur.

Hayır, sadece iktidara yaptığı "Bizim ve arkadaşlarımızın size rağmen gerçekleştirdiği başarılarla övünmeyi bırakın. Ben yaptım diyorsanız, buyrun tekrar yapın. Elinizi tutan mı var?” türü cümlelerini kastetmiyorum.

Aslında tam tersine, içinde yer alması muhtemel Millet İttifakı bileşenlerine yönelik eleştirilerinden bahsediyorum.

Mesela şu cümleler taze geldi:

Neredeyse her millî bayramımızda Türkiye’nin dindar insanları adeta bir sınava çekiliyor. Gözümüzden kaçmıyor. Laiklik ilkesini yıllarca çarpıtan zihniyet hak ve özgürlükler üzerinde kurduğu baskıyla, laiklik kavramını bir süre lekeledi. Temel hak ve özgürlükleri kısıtlayanlar, yanlış anladıkları laiklik kavramının arkasına yıllarca sığındılar. Aynı zihniyet, arada sırada inançlı vatandaşlarımıza da göndermeler yapıyor. Millî günlerimiz üzerinden, bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılmasına izin vermeyiz. Bu zihniyete pabuç bırakmayız. Kimse boşuna heveslenmesin.”

Aslında birkaç ay önce 19 Haziran Sincan konuşmasında da benzeri bir şey söylemişti:

“Korkmayın ve unutmayın, Deva Partisi varken kimse sizin hakkınıza göz koyamaz. Helal tek bir lokmanızı kimse elinizden alamaz. Deva Partisi herkesin can, hak ve mal güvenliğinin garantisi olacaktır. Senelerdir mücadele ettiğimiz ve kazandığımız hakların da hepsinin teminatı biziz.”

Millet İttifakının lokomotif partileri ve "Valsli etkinlik yaptık, nihayet medeniyet gelecek oh” cakalarıyla henüz ağzını bile açmamış muhafazakar kitleleri daha ilk dakikada azarlamaya girişen ‘trend setter’ları , bu ‘teminat’ vaadlerinden ne anlamaları gereketiğini anlamışlar mıdır bilmem.

Şimdilik burada susayım ve Cumartesi günü T24’ten Murat Sabuncu ile beraber gerçekleştirdiğimiz ‘Ne olacak bu ittifak halleri’ konulu röportaja geçeyim…

İTTİFAK OLUR YA DA OLMAZ, İTTİFAKTA OLURUZ YA DA OLMAYIZ ŞU AN ÖNCELİĞİMİZ DEVA PARTİSİ'NİN KİMLİĞİNİN OTURMASINI SAĞLAMAK…

Deva Partisi’ni kuralı bir yılı geçti. Seçimler zamanında yapılsa bile 19 ay kaldı. Size geçen sene ittifakla ilgili gelen soruları "Partiyi yeni kurduk ittifak için erken" diye yanıtlıyordunuz. Hala ‘erken’ olduğunu düşünüyor musunuz?

Siyasi partilerin çoğu ile ikili bazda devam eden diyaloglarımız var. Olmayan AK Parti ile MHP. Yok derken genel başkanlar seviyesinde yok. Ancak karşılıklı görüşen arkadaşlar var. Seçim ittifakı ayrı, tema bazında çalışmalar ayrı bir konu. Tema bazında ortak çalışılması gereken alanlardan birini ben parlamenter sistem olarak görüyorum. Parlamenter sistem demek anayasa değişikliği demek. Şu anda Meclis’in aritmetiğinde ya da yapılacak seçimlerden sonra herhangi bir partinin 360-400 milletvekili çıkarması çok kolay görünmüyor. Bugünkü siyasi denklemle hiçbir partinin tek başına anayasayı değiştirecek gücü olmayacak, öyle anlaşılıyor. Eğer mesele anayasa değişikliğiyse bunun hem siyasal hem toplumsal bir mutabakat arayışıyla yapılması lazım. Ki nihayetinde bu Meclis’e götürüldüğünde 360 oy alsın ve referanduma gitsin ya da 400 oyla doğrudan Meclis’ten geçsin.

Önümüzdeki aylarda siyasi partiler arasında parlamenter sistemle ilgili görüş alışverişinin biraz daha yoğunlaşacağını bekliyorum. Kendi parlamenter sistem çalışmasını tamamlayıp açıklayan siyasi partiler var, hala çalışan partiler var, bir de bizim gibi tamamlayıp henüz açıklamayan var. Aralık’ta bitirdik ama açıklamadık henüz. Diğer siyasi partilerin sistemlerini görelim dedik. Ve çok detaylı bir şey ortaya koyduğumuzda da bunun mutabakat arayışı açısından da kolay bir zemin oluşturacağını düşünmüyoruz.

Belki ilkeler, ana çerçeve konusunda bir mutabakat arayışına çalışılır arkasından gerekirse birkaç kademe detaya doğru gidilir. Bizimki en detaylı şekilde hazır. Anayasa değişikliği hazırladık biz.

Bu tip çalışmalarda niyet eğer bir mutabakat arayışı ise genelde üst normlardan ilke ve değer bazındaki kavramlardan başlayıp önce oralarda mutabakat sağlayıp daha sonra kademe kademe detaylandırmak daha doğru diye düşünüyorum.

Uluslararası müzakerelerde de böyle yaptık biz yıllarca. Dışişleri bakanlığım sırasında olsun Avrupa Birliği ile müzakereler sırasında olsun…

PARLEMENTER SİSTEME GEÇİŞ ÇOK DETAYLI BİR KONU, ÜZERİNDE ÇOK ÇALIŞMAK HALKIN KARŞISINA ÇOK NET ÇIKMAK LAZIM

Eğer niyet gerçekten ortak bir mutabakat metni çıkarmak ise böyle yapılmasını daha doğru bulurum. Tabii bu sadece parlamenter sistem ile ilgili bir çalışmanın mümkün olduğunca tek bir çalışma haline getirilmesi değil aynı zamanda bir geçiş süreci planlamasını da gerektiriyor.

Bir sonraki seçim bugünkü anayasa ile yapılacak. Dolayısıyla bir sonraki seçimi kazanan aday bugünkü cumhurbaşkanının olağanüstü yetkileriyle donanmış olacak. Ve ona göre bir Meclis oluşacak.

Eski sisteme göre oluşacak Meclis’i ve cumhurbaşkanını yeni sisteme nasıl taşıyacağız? Hangi aşamada, oradaki süreç nasıl işleyecek? Takvim nasıl bir takvim olacak? Kaç gün, kaç ay, kaç yıllık nasıl bir takvimden bahsediyoruz, bunlar çok çok önemli. Bunlar netleştirilmeden vatandaşın karşısına çıkılırsa seçimden önce, vatandaşlarımız böyle belirsiz bir tabloya bakarak tercihlerini netleştirmekte zorlanabilirler. Ben oy vereyim ama neye oy veriyorum, neyi destekliyorum.

Cumhurbaşkanı adayı ya da adayları olacak. Parlamenter sistem isteyenler diyecek ki “Bana oy verin ben ülkeyi parlamenter sisteme götürmek için çalışacağım”… Ama aynı zamanda ne diyecek? “Ben parlamenter sistemle birlikte yetkilerimi devredeceğim” diyecek. Nasıl olacak? Halkın karşısına böyle çıkıldığında yeteri kadar destek olacak mı? Yani orada çalışılması gereken çok konu, detay var.

Ekim, Kasım aylarıyla birlikte bunların detaylı çalışılması, parlamenter sistem istiyorum diyen partilerin de bir arada bunu konuşması gerektiğini düşünüyorum açıkçası. Ve özellikle geçiş süreci çok önemli, kritik, çok iyi planlanması lazım çünkü seçimlerden sonra oluşacak Meclis aritmetiğinin nasıl olacağı da belli değil, ittifakların nasıl şekilleneceği de.

Millet İttifakı partileriyle farklı zeminde süren diyaloglar nasıl ne şekilde yürütülüyor?

Diğer siyasi partilerle genel anlamda temas- koordinasyonumuzu sağlayan bir network var. İlk bizi ziyaret eden genel başkanlara söyledim. Arkada sürekli diyalog halinde olan, birbiriyle görüşen hatta bazen kimi küçük krizler olduğunda çözen ekiplerimiz olsun diye. Stratejik diyalog için görevlendirme yaptık bir de tematik görevlendirmemiz var. Mesela parlamenter sistem ile ilgili temas noktamız Mustafa Yeneroğlu. Diğer partilerden CHP’de Muharrem Erkek var, İYİ Parti’de Bahadır Erdem var, Gelecek Partisi’nde Serap Yazıcı Hanım var. Parlamenter sistem ile ilgili bir konu olduğunda arkadaşlarımız telefonlaşıyorlar, kahve içiyorlar, konuşuyorlar.

BARAJ HESAPLARI UMDUKLARI SONUCU VERMEYECEK

Yüzde 7’ye indirilen baraj konusu var. Bunu nasıl karşıladınız?

Baraj konusu ile hiç ilgilenmiyoruz. Genel merkezde baraj açıklamalarından sonra toplantılarımız oldu. Hiçbirinde gündeme gelmedi. İktidar ne artık bunlarla seçim kazanabilir ne de muhalefete engel olabilir. Çünkü Türkiye’de bu tip hesapların, değişikliklerin sonuç vermediği o kadar çok kanıtlandı ki defalarca. Dolayısıyla ne yaparlarsa yapsınlar. Biz kendi yolumuza bakıyoruz. Bu hafta sonu daha hızlanacağımız tempoya giriyoruz. Önümüzdeki hafta Düzce Akçokoca, sonraki hafta Doğu Karadeniz’deyiz. Ondan sonra Bursa, İnegöl. Arkasından İstanbul tekrar, Eyüp Sultan Kongresi. İstanbul daha sık olacak bundan sonra.

Kulislere göre Kemal Kılıçdaoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adayı olma ihtimali yükseliyor. Sizce bu durum Millet İttifakı’nın şekillenmesini nasıl etkiler?

Millet İttifakı adına bir şey söylememiz doğru olmaz. Çünkü şu anda Millet İttifakı’nın içinde değiliz. Onların kendi aralarında yaptığı görüşmeler var. O konuda bir şey söyleyemem. Ama şunu biliyoruz Millet İttifakı’ndaki partiler bizi aralarında görmek istiyorlar. Kamuoyuna açık beyanları var. Ama bizim şu anda bunun için verilmiş bir kararımız yok.

Parlamenter sisteme geçilmesini istiyoruz dediğiniz anda bundan ‘Millet İttifakı’nda olduğunuz ya da en azından yakın olduğunuz sonucu çıkmıyor mu?

Bunlar hukuki olarak farklı şeyler. Ama siyasi perspektiften baktığınızda parlamenter sistemi isteyen partiler grubu diye düşünürseniz böyle düşünülebilir. Ama bu tema bazında bir görüş alışverişidir. Sistem arayışıdır. Ama bizim yeni kanunlarımıza göre bir seçim hukuki ittifakı formatı var. Partiler bir araya geliyorlar resmen bir ittifak oluşturuyorlar, ittifak halinde seçimlere gireceklerini YSK’ya bildiriyorlar. O partilerle ilgili ittifak sonuçları çalışıyor seçimlerin sonuçlarında.

BİR İTTİFAK OLACAKSA VE BİZ DE KATILACAKSAK TANINAN BİLİNEN BİR PARTİ OLARAK KATILMAYI TERCİH EDERİZ

Parlamenter sistemi benimsemiş partiler olarak halkın karşısına ana konularla ilgili ortak 5 maddelik bir deklarasyonla, bir manifestoyla çıkmanız, seçimden hemen önce seçim ittifakı olarak değil, temel siyasi konularda az çok uzlaşmış siyasi ittifak olarak çıkmanız daha doğru olmaz mı? Öteki türlü seçimlere az bir zaman kala sadece sandıktan çıkmak için, sadece muhatabı yenme amaçlı güçbirliği yapma olarak anlaşılabilir, bu da halkın kafasında soru işareti oluşabilir, bu konuda bir tereddütünüz yok mu?

Bizim bugün itibariyle bunları konuşmamız için, erken. İlerleyen aylarda biz durumu değerlendire değerlendire devam edeceğiz. Ama bizim için şu andaki önceliğimiz kendi teşkilat yapımızı tamamlamak. Kendi teşkilatlanmamızı tamamlarken özgün kimliğimizi vatandaşlarımıza anlatmak. Politikalarımızın ne olduğunu anlatmak istiyoruz. Farkındalık oluşturmak istiyoruz. İnsanlar Deva Partisi’nin genel başkanının kim olduğunu bilmiyor mesela. Partinin adını duymuş, genel başkan olarak farklı isimler söylüyor. Ya da Ali Babacan ve arkadaşlarının kurduğu partinin adı ne diye sorulduğunda buna cevap veremeyenler var. Önceliğimiz bunu oluşturmak. Ancak o zaman ileride adı demokrasi ittifakı olur Millet İttifakı olur her ne olursa, öyle bir şey olacaksa eğer, orası için daha daha değerli oluruz. Daha iyi tanınan, bilinen bir parti olursak katma değerimiz de daha fazla olur. Tabii eğer bu olacaksa, bizim karar organlarımızda tartışmamız, yetkili organlarımızda da bu kararı almamız gerekiyor.

Ama varsayalım ileride öyle bir yola girecek olsak bile, kendi özgün kimliğini oturtmuş, bir partinin katacağı değer daha fazla olacaktır diye düşünüyorum.

Vakit de var zaten, acele etmeye gerek yok. İktidarın yaptıklarına baktığımızda 2022 sonbaharı ile 2023 haziranı arasında bir seçim olacak gibi gözüküyor. Kasım 2022 ile haziran 2023 arasındaki bir dönemde olacağı kesinleşti bile diyebiliriz. Ben 2 senedir bana soranlara 2022 yılı seçim ihtimalinin en yüksek olduğu yıl diye söylüyordum. Bunu iş dünyasıyla, yerli-yabancı basın, yabancı sermaye ile yaptığımız tüm görüşmelerde söyledik. Son ana kadar beklemeyi de tercih edebilirler. Ama iktidar 2022 sonbaharında kendisi için bir fırsat penceresi açıldığını görürse yapacaktır. Bizim açımızdan da acelenin bugün itibariyle yararı yok. Ama her ay bu konuyu değerlendiririz de tabii…Parlamenter sistem çalışmamız, diğer partilerle bunun görüşülmesi, görüşülürken ortak zemin yakalanıp yakalanmayacağı… Ortak zemin bulunursa bu ilişkileri daha iyi bir noktaya taşımak için iyi baz teşkil edebilir.

Karar TV’de Taha Akyol ve Elif Çakır’ın programında kullandığınız bir cümle oldu: "17-25 Aralık sürecinde adı geçen bakanlar sağı solu tehdit ettiler" dediniz. Sağ- sol kim ve nasıl pabuç bırakıldı bu tehdite? Ki o zaman parti içinde bakanlar kurulundaki denge tam olarak bozulmamıştı.

(Babacan sağ sol kim kısmıyla ilgili olarak sadece gülümsemeyi tercih etti) Meclis Soruşturma Komisyonu’ndaki çalışma hukuki mecrada giderken önceleri sadece hukukçulardan oluşan bir yapı vardı. Ama bir noktada, "Bunu siyasi bir mecraya koymamız lazım" dendi. Ve o siyasi hesap bana göre doğru olmadı.

O dönemde ben bu görüşümü bakanlar kurulunda da konuşulan her yerde de açıkça ilettim. Ama benim gibi düşünen arkadaşların sayısı fazla değildi maalesef.

Zaten 2013 yılında olanlar benim ve benim gibi düşünen arkadaşların kopuşunun başladığı dönemdir. 2013 sadece Gezi olayları açısından dönüm noktası gibi düşünülür ama öyle değil. Aslında 2013; 17-25 Aralık’ın da olduğu yıldır ve bunu unutmamak lazım. Dolayısıyla olaylar benim gibi pek çok arkadaşta aidiyet hissini azaltan ve artık kopuşun başlamasına sebep olan olaylardır. Düzeltmek için çaba gösterdik, bir daha olmasın diye büyük çaba gösterdik. Siyasi etik ile ilgili çalışmalar, imar rantlarıyla ilgili meseleler, şeffaflık, yolsuzlukla mücadeler. Bu konuda bütün uluslararası sözleşmelere baktık. BM’nin GRECO sözleşmesi. Avrupa Birliği normları, OECD normları. Seçilmiş için kurallar, atanmışlar için kurallar... Kamu alımları ile ilgili olanlar. Avrupa Birliği ülkeleri, 28 ülke, ihaleyle ilgili ortak mevzuat uygular. Dedik ki bunu alalım, neden almıyoruz? Olmadı gerçekleşmedi.

Bunlar Ahmet Davutoğlu’nun da yapmak istediği ve sık sık hatırlattığı girişimler…

Ahmet Bey’in atanmış başbakanlık döneminde, seçilmiş başbakanlık dönemi -ki o çok kısa sürdü-, Ahmet Bey’den önce de, sonra da, çaba gösterdik, olmadı. 25 dönüşüm programı vardı. O da uygulanmadı.

Cumhurbaşkanı’nın adli yıl açılışında, ki bu aynı zamanda Yargıtay’ın yeni binasının da açılışıydı, Yargıtay Başkanı’nın cübbesiyle katıldığı ve Diyanet İşleri Başkanı’yle beraber verdiği dua fotoğrafını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz parti programımıza çok açık yazdık. Biz dinimizin kutsallarının siyasete asla alet edilmemesini istiyoruz. Hükümet zeminin hızlı bir şekilde kaydığını görüyor. Bu zeminin kaymaması için şimdiye kadar yapılmamış şeyleri de yapıyor. Başka ne diyeyim. Varoluş mücadelesi, son çırpınma. Gelenek değil.

Özet değerlendirmem, dinimizin kutsallarının günlük siyasete alet edilmesine karşıyız. Çünkü orada her ne kadar bina açılış geleneğimizde dua varsa da, ki bazı yerlerde biz de açılışlarımızı dua ile yapıyoruz- adli yılın açılış geleneğinde böyle bir gelenek yok. Bunları yaparak bir zemini ellerinde tutmaya çalışıyorlar.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar