Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Kemal Kılıçdaroğlu Karar TV’de Taha Akyol ve Elif Çakır’a “Bizim muhafazakar dünyayla helalleşmemiz lazım, eksiğimiz var, oturup konuşmadık, derdinizi dinlemedik” dediği günün akşamında bir grup akademisyen, sivil toplum örgütü temsilcisi, gazeteci, yazar kadınla toplantı yaptı. Kadınların tek ortak noktası, dindar ve muhafazakar kadınlar olmalarıydı. Kürt meselesinin bir türlü çözülememesi ile ilgili dertlerden, iklim krizine ve anne olarak çocuklarına basacakları bir toprak, dokuncakakları yeşil sunamama korkularına kadar pek çok konuda kaygılarını dile getirdiler. Hatta bazıları “Neden sadece başörtülü kadınlar var, dindarlık başı açık olanların sahip olamadığı bir haslet mi? Açıkçası biz böyle görmüyoruz, başı açık kadınların da dindar olduğunu/olabildiğini biliyoruz, ama galiba siz CHP olarak bunu bilmiyorsunuz” diyerek ev sahiplerini utandırdı.

Bir kısmı da benim gibi "Neden başörtülüleri müsterih kılma noktasında daha net ve somut adımlar atmadıkları" cihetinden sorular sordu.

Her zaman birçok yerde söyledim, toplantıda da dile getirdim, burada da yazayım. Olası bir iktidar profili değişiminde başörtülü kadınların hak kaybı yaşamaması için "Ben kefilim, bir daha kimse kılık kıyafeti yüzünden eğitim hakkından mahrum kalmayacak" demek yeterli bir tutum değil. 1) Başörtüsünü yasaklayan açık bir kanun hükmü olmadığı halde yıllarca bu yasak uygulanabilmiş iken, değil bir CHP’linin, kimsenin sözü kefalet teşkil etmez. 2) “Söz, eğitim haklarınızı elinizden almayacağız” demek yetmez, açık ve somut olarak "Kamu hizmetindeki başörtülülere dokunmama" vaadi gerekir, “Gereken liyakate sahip olduğu takdirde başörtülü Çevre Bakanı da olur, Adalet Bakanı da olur” diye el yükseltmeniz gerekir ve bunu samimi olarak vaat etmeniz gerekir. Başka türlü kuşkuları gideremezsiniz.

O gün en güçlü cümlesi şuydu Kılıçdaroğlu’nun: “Biliyorum dindar kesimler olarak CHP’ye karşı bazı önkabullere ve önyargılara sahipsiniz. Ve şunu da biliyorum, bunun sorumlusu siz değilsiniz, biziz. İnşallah bunu aşacağız”

Çok geçmeden tam metni aşağıdaki şekilde olan bir video yayınladı.

Tam metni alıntılamakta fayda var.

“Sevgili halkım merhaba.

Güzel bir cumartesi gününde evime hoş geldiniz.

Uzun süredir düşündüğüm bir konuyu, sizlerle samimi bir şekilde konuşmak istiyorum. Hepinizin artık malumu, önemli bir değişim kapıda. İktidar değişiyor.

Ancak iktidarlar hep değişti ama bu ülkenin makus talihi hiç değişmedi. İşte bu yüzden, hayatımın bu aşamasında iktidara gelmekten çok daha önemli bir vizyonum var. Bu ülkenin, bu makus talihini değiştirmek istiyorum.

Evet, gitmekte olan bir iktidar var. Korkunç bir enkaz bırakarak gidiyorlar. Malum, demokrasiyi yok ettiler. Devletin kurumlarını yok ettiler. Halkı sefalete sürüklediler.

Peki bu olandan sonra sadece iktidarı değiştirmek yetecek mi bize? İktidarlar değiştikçe neden bu ülke gerçek bir demokrasiden ve müreffeh bir toplumdan sürekli uzaklaşır?

Bakın açık konuşacağım. Sadece AK Parti iktidarından bahsetmiyorum. Biz dahil geçmişte tüm iktidarlardan bahsediyorum. Neden bu devleti her gelen iktidar sürekli yıpratıyor?

Bunun önemli bir nedeni var. Ülkemiz yaralı insanların ülkesi. Farklı topluluklar çok farklı yaralar taşıyor. O kadar ağır yaralarımız var ki ruhlarımız acı çekiyor. O kadar incinmişiz ki hiçbirimiz geleceğe bakamıyor. Geçmişe takılı kaldık. Her iktidara gelen de bu yaraları kullandı, istismar etti, derinleştirdi. Tarihimizde de bunu en çok AK Parti hükümetleri yaptı. İnsanları birbirine düşürdü. Nefreti körükledi.

Halkımız kavga ettikçe bir grup insan zenginleştikçe zenginleşti. Bunun hesabını da verecekler tabii ki. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu olarak bana sadece iktidarı devralmak yetmiyor. Ben ülkeme bir miras bırakmak istiyorum. Ben bu ülkenin artık huzura kavuşmasını ve önüne bakabilmesini istiyorum. Ben bundan sonraki 100 iktidarın da bu ülkeye ve insanına iyi gelmesini istiyorum.

Özetle sevgili halkım, ülkemizin iktidarlardan çok şifaya ihtiyacı var. Geçmişten gelen küskünlüklere ve öfkeye bağlı kalmaya devam edersek ülkemiz bu felaketleri gelecekte de yaşamaya mahkûm olacak. Sevgili halkım düşündüğümüzden daha güçlüyüz biz, düşündüğümüzden çok daha cesuruz biz.

Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemeyeceğimizi artık biliyoruz. Onun için artık helalleşme zamanıdır. Ne pahasına olursa olsun, toplumsal ilişkilerimizi güçlendirmek ve yaralarımızı iyileştirmek için geçmişte yapılan hataların sorumluluğunu almayı ve bunlar için birbirimizden helallik istemeyi bilmeliyiz.

Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Uzun süredir de önce bu yaraları yaratan o sistemi değiştirmekle uğraştım. Şimdi ise dışarıya dönme zamanı. Ben bu yaraların kapanması için helallik isteme, helalleşme yolculuğuna çıkıyorum.

Geçmişte kırdığımız, korkuttuğumuz topluluklarla, bireylerle, farklı hayat tarzlarının temsilcileriyle buluşmalarıma başlayacağım.

Ben ömrümde, bu ülkede nefreti ve sevgiyi bolca gördüm. Ve sevgi hep daha güçlü oldu. Artık sevgiye bu savaşı kazandırma zamanı.

Affetmeyi ve affedilmeyi kucaklayarak, helallik istemeyi ve vermeyi başarmalıyız. Hep birlikte umuda, barışa ve sevince yürümek ancak birbirimizin yaralarını sararak mümkün olacak.

Biraz uzun sürdü konuşmam, biliyorum. Kusuruma bakmayın lütfen. Mevlana’nın bir sözüyle bitireyim bari:

'Dün de birlikte gitti cancağızım ne varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.'”

DIŞARI DOĞRU HELALLEŞME İÇERİ DOĞRU HESAPLAŞMA DEMEKTİR

Metni dinlediğimde aklıma gelen ilk şey "Kılıçdaroğlu asıl şimdi Gandhi Kemal oldu" cümlesi oldu.

Tabii hüzünlenmedim de değil.

Hey gidi günler hey.

Dün kadar yakın sayılabilecek bir geçmişte, Erdoğan devletin katı, otoriter ve dışlayıcı yüzünü reddederek halkını tehdit olarak gören devlet anlayışını değiştirmeye çalışıyordu.

Bugün Kılıçdaroğlu CHP’yi rejimin ötekileştirici resmi ideolojisinden ayırarak toplumu şekillendirme ihtirasından vazgeçmiş sivil toplumun parçası haline gelmiş gerçek bir ‘parti’ yapmaya çalışıyor.

Bundan yirmi yıl önce Erdoğan bu ülkede yaşayan herkes için iyi olanı isteyen, siyasetin çevresi ile merkezini buluşturmak için cesur adımlar atan bir partinin lideriydi.

‘Helalleşme’ çağrısı ile şimdi aynı pozisyona Kılıçdaroğlu talip oluyor.

Ve tabii iki tarafın marjinalleri de bu gelişmeden çok rahatsız. Kendilerini ‘merkezde’ zanneden bu ateşli kamp amigoları günlerdir bu helalleşme mesajının üzerinde tepiniyor.

İktidar taraftarları "Yalan söylüyor” şeklindeki niyet okumalardan süzülen ithamlar sıralıyor. Muhalefetten de "Tam iktidara geliyorduk tadımızı kaçırdın ne gerek vardı şimdi helalleşmeye filan?" diye mızmızlanıyor.

Kusura bakmasınlar ama Kılıçdaroğlu’nun tespitleri doğru.

Birincisi, gerçekten ülke, rejimin ‘öteki’ imal ederek varolması ve kutuplaşmayı kitleleri yönetebilir kılma aparatı olarak kullanması nedeniyle sahiden ‘yaralı’.

İkincisi, ‘daha da güçlü iktidar’ ‘daha da egemen devlet’, ‘etrafına ayar veren büyük ülke’ sloganlarından ziyade artık ‘şifa’ya ihtiyacı var ülkenin.

Üçüncüsü küskünlük ve öfkenin yarattığı bağımlılıklar aşılmadan, bir duygu birliği kurulmadan bu toplumun gelecek inşa edemeyeceği açık…

Her tarafın elinde bitimsiz uzunlukta "Sen şunu yaptın, sen de şunu yaptın" çeteleleri var. Çeteleler duvarlar örüyor, kampları birbirine iyice sağırlaştırıyor.

Helalleşme için birinin çıkıp o duvardan bir tuğla çekmesi gerekir.

Arada bir olur. Birileri duvardan iki tuğla söker, iki taraf birbirini duymaya başlar. Tarafların birbirine bakışı yumuşar. İşin özü ve tamamı bu ‘yumuşamayı’ sağlamaktan ötesi değildir zaten.

Sonra, rejimin karanlık baykuşları, egemen devletçi şahinler, ham softa yobazlar oyuklarından çıkar, bunu teklif edeni canından bezdirir, düşmanlaştırır, nefret eker fırtına biçerler.

Erdoğan da bir zamanlar Dersim katliamı için devlet adına özür dileyen adamdı.

Kürt meselesinde çözüm iradesini ortaya koymak için çıtayı "Siyasi hayatıma mâlolsa bile…” diyecek kadar el yükselten ilk başbakandı.

O kadar ki, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1915’te hayatını kaybeden Ermeniler için ‘ilk kez’ taziyede bulundu” cümlesinin öznesiydi aynı zamanda.

Bugün bir Netflix dizisi gayri müslimlerin sorunlarından bahsetti diye seviniyoruz. Bu hem şaşırtıcı hem değil.

Şaşırtıcı çünkü, bırakın bir dizi filmini, AK Parti hükümetinin başbakanını kürsüde ‘Varlık Vergisi’ni kınarken, Aşkale’de çalıştırıla çalıştırıla öldürülen insanlardan bahsederken göreli şunun şurasında sadece 6-7 yıl olmuştur.

Şaşırtıcı değil çünkü, bu saydıklarımın tamamı sanki hepsi hiç olmamışcasına geçmişte kaldı.

Çünkü AK Parti rejimin tarafına geçti.

Onunla aynı oyunu oynamaya başladı. Toplumu normalleştirmekle ilgilenmiyor. Şekillendirmekle ilgileniyor.

Varolan kamplaşmaları derinleştirerek kontrol edici sert önlemler almayı mazur gösterecek şekilde mühendislik yapıyor.

Önlemler ve tedbirler arttıkça hem hükümet edenin sahip olduğu imkanlar artıyor; hem de sorgulanamazlık hesap sorulamazlık zırhı kalınlaşıyor.

İktidar çevresi de tabanı "Bu CHP gelirse hepinizi oyar" diye korkutan, korkuyla rehin alan sloganlarla statükoyu ayakta tutmaya çalışıyor.

CHP, düne kadar lakaytlığı ve tabanındaki faşizan eğilimleri rehabailite etmedeki yetersizliği ile iktidar çevresinin yaptığı bu istismara fırsat veriyordu.

Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı eğer dirayetle perçinlenirse, yukarıda bahsettiğim istismara son verecek bir gelişme.

Ancak ‘dirayet’ dediğimiz de zor iş. Çünkü dışarıya doğru yönelen helalleşme çağrısı, içeri doğru yapılan bir kendi kendiyle hesaplaşma cesaretini de gerektirir. Daha doğrusu zorunlu kılar.

Çünkü halkı "CHP gelirse kadınların başlarını açtıracak, örtenleri okuldan/işten kovacak, Allah diyeni hiçbir yerde barındarmayacaklar. Çünkü bakın aynı tas aynı hamam" propagandasına ve istismarına çomak sokmuş olmak, o propagandanın bazı hakiki durumlardan beslendiği gerçeğini değiştirmiyor.

CHP tabanında hamuru ‘laikçilik’ olan derin bir öfke var. Sadece iktidar partisini değil ona oy vermiş, desteklemiş olanları da hasım bellemiş durumdalar ve kendileriyle değil onlarla hesaplaşmak istiyorlar.

“Sadece AK Parti değil benim liderliğini yaptığım parti de insanları yaraladı” diyen Kılıçdaroğlu’nun sözlerine feci bozuldular.

Bir kısmı “Ne yani, analarından emdikleri sütü burunlarından getirmeyecek miydik?” ifadeleriyle yaşadıkları şaşkınlığı dile getiriyor.

Daha ciddi olanlar ise "Sen bizim Kemalist rejimimize mi laf sokuyorsun efendi?!” mealinde hesap soruyor.

Çünkü CHP tabanında hala Adnan Menderes’i asmanın, başörtüsü yasağı koymanın, İmam Hatiplere katsayı uygulaması getirip zehir gibi çocukların bile üniversiteye gitmesini engellemenin yanlış hiçbir tarafı olmadığını düşünenler önemli bir yekun oluşturuyor.

Neden böyle?

Kılıçdaroğlu benim epeydir saygıdeğer bulduğum bir çabayla partisini dönüştürdü. Ama dönüşümü taşıma konusunda hep tek başına oldu. Cihangir İslam gibi neden yeni CHP’de olduğunun farkında olan profiller dışında parti ileri gelenleri güçlü farkındalıklar ortaya koyamadı. Kanaat önderleri eski Türkiye’nin bagajını marifetmiş gibi sırtlayarak şehir şehir dolaşıyor. Hala Mehter Marşı-İzmir Marşı dikatomileriyle alan kaplıyorlar. Hem Kürtlerden hem muhafazakardan oy isteyip fırsat bulduklarında hem dini değerlere hem Kürtlere iğneleyici ve aşağılayıcı ifadeler kullanmaktan çekinmiyorlar. Öyle olunca da taban da bu dönüşümden nasiplenemiyor.

İKTİDAR ÇEVRESİ NEDEN RAHATSIZ OLDU?

Bütün bunlara rağmen, bu mesaj anlamlı bir mesaj mı? Evet.

Çünkü Kılıçdaroğlu sözünü tutar da, verdiği güçlü mesajın çektiği çizgide dirayet gösterirse, parti tabanındaki şahinler, ayrılıkçı Kemalistler (evet, onlara böyle demek bile mümkün hale gelir bu sayede) partinin yeni çizgisini hesaba katmazlarsa marjinalize olacaklarını anlayarak değişim gayreti içine girebilirler.

Bu durumun da muhafazakar/dindarlara bakan yönü olsa olsa sevindirici olur. Çünkü bir dindar, iktidara kim gelirse gelsin değerlerine küfredilemeyeceği güvencesini olsa olsa memnuniyetle karşılar.

İktidarı huzursuz eden de tam olarak bu.

Huzurun anahtarı olarak sadece kendi iktidarının vereceği teminatı gösteren ve kitleleri bu teminata mahkum eden bir yapı, o aparatı kaybetmek istemez.

Gelgelelim, bir hellaleşme çağrısına bu kadar aleni karşı çıkmak da akıl beliritisi değildir. Helalleşmek istiyorum diyen adama "Hayır olamaz yalan söylüyorsun" demek kadar abes bir tutum olamaz.

Hele hele adam sırf kendi tabanını özeleştiriye davet etti ve yaraları sarmak istiyorum dedi diye, "Sen önce tezkereye niye hayır dedin onu anlat, artı 1993’ün Aralık ayında Kardelen Pastanesinde kimle buluştun onun hesabını ver, ya da bir dakika, önce Havva anamızın yasak elmayı yemeden önce konuştuğu yılan sizin adamınız mıydı cevap ver, yok yok en iyisi sen intihar et ama intihar etmeden önce iki rekat da işrah namazı…” diye uzayan imkansızlıklar listesiyle mukabele edilmez. İzlerken utanıyorum.

Helalleşme kavramı hukuki bir sonuç doğuracak değil.

Dindar kesim de CHP’nin yoluna kırmızı halılar sermeyecek.

Epi topu en fazla biraz daha güvende hissedecek.

Amaç ontolojik olarak CHP seçmeni olan kemik tabanı dönüştürmek.

Onlardaki bitmek tükenmek bilmeyen muhafazakar çoğunluk öfkesini almak ve yerine empati duygusu, duygu birliği, toplumla senkronize olabilme becerisi koymak.

Eh şimdi normal bir insan aklıyla da vicdanıyla da kendisine sormak zorundadır: Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?

İktidar pragmatik oy hesabını bir yana bırakmaz, temsil ettiği kitleler adına ve nihai olarak ‘ülke’ adına, ‘iyi’ olacak bir girişime agresif şekillerde karşı çıkmaya devam ederse bugüne kadar temsil ettiği mağduriyetlerin tekrarlanmaması gibi bir dert taşımadığını deklare etmiş olur, yani aslında meşruiyyet üretme noktasında tükendiğini ilan etmiş olur.

Meseleye soğukkanlı bakan kazanır, kaybedecekse bile onurlu kaybeder. Hala dert eden varsa diye belirtme gereği duydum.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar