Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

2019 yerel seçimlerinden beri insanlar bir varsayımı tartışıyordu.

Muhalefetin genel seçime giderken birlikte hareket edip etmeyeceğine dair elde olan tek şey yerel seçimlerdeki Millet İttifakı'nın süreceği beklentisiydi.

Nihayet altı parti yan yana gelip beklenen fotoğrafı verdi.

Büyük bir terslik, büyük bir anlaşmazlık olmazsa yola çıkıldı ve güzergah belli demek doğru bir tespit olur.

Günler, aylar süren görüşmelerde sabotaj girişimlerine, intihar girişimlerine aldırmadan yürüyüşünü bozmayan altı partinin hepsi son derece zor bir sorumluluğa talip olmuş oldular.

Her biri tebriği hak ediyor.

Ancak hepsini bir arada tutan bence Kemal Kılıçdaroğlu’ydu.

Her birini eşit ve aynı değerde konumlandıran oturma düzeni de önemliydi ama bu noktaya gelene kadar her partiye anketlerde alıyor göründükleri oy oranından bağımsız olarak önem veren Kemal Kılıçdaroğlu’nun emeği, sabrı, siyasi olgunluğu ve egosantrik olmayan karakter özellikleri başroldeydi diye düşünüyorum.

Kuşkusuz bu 'birleştiren' rolünü üstlenmesi yeni değildi.

Kılıçdaroğlu yıllar önce bir şeyi fark etti.

CHP’nin alternatif üretecek ve alternatif olacak bir partiye dönüşmesi için "Ağrısız başım, tuzsuz aşım, bana ne, ben zaten rejimin zabitanıyım” çizgisinden uzaklaşmak zorunda olduğunu... Ülkedeki geniş ve yaygın sosyolojilerle barış yapmak gerektiğini... Kürtlerle de, dindar, muhafazakar çoğunlukla da konuşma mesafesinde olmak gerektiğini, en azından anlamaya çalışma çabasını yanına almış bir diyalog içinde olmayı, hatta ufak ufak bu sosyolojilerin de parti içinde temsiline kapı aralamak gerektiğini...

Sezgin Tanrıkulu’nun, Mehmet Bekaroğlu’nun, Cihangir İslam’ın, Sevgi Kılıç’ın CHP’li olma süreci de bununla ilgiliydi, Ekrem İmamoğlu gibi yerel seçim öncesi hiç tanınmayan bir profil adına risk alınarak İstanbul’un kazanılmasına giden yolun açılması da bununla ilgiliydi. 2018 seçimlerinde Abdullah Gül’ün iyi bir Millet İttifakı çatı adayı olacağını düşünmesi de…

KILIÇDAROĞLU ASIL ŞİMDİ GANDHİ OLDU

Çünkü siyaseti bir bağcı dövme sanatı olarak gören CHP geleneğine inat, Kılıçdaroğlu üzüm yeme peşindeydi. Ama üzümünü ye, bağını sorma türünden bir siyaset yolculuğu da değildi bu.

Her şeyi fazla fazla sorgulayan, hesap soran, zaman zaman ‘istemezük’ kazanları kaldıran, kazanmayı değil haklı çıkmayı daha mühim gören, "Kinim dinimdir" şiarıyla yaşayan bir partiyi uzun sürecek bir maraton koşusuna çıkardı.

Kopuşlar oldu, gidenler oldu, partinin Atatürkçü çizgisinin bozulduğunu iddia edenler oldu. Ama tamamen anlamasa da yapılanların doğru olduğunu hissedenler çoğunluktaydı.

Üstelik her şey gözümüzün önünde oluyordu. Gizli ajandalarla, gizemli yollarla değil yavaş yavaş, bazen iki adım ileri bir adım geri duraksamalarla. Ama kamuoyuna açıklanan ‘helalleşme’ talebi gibi irade beyanlarıyla desteklenerek.

Ancak elbette pek çok çevrede hunharca eleştirildi Kılıçdaroğlu.

CHP rejimin bekçiliğini yapmak gibi konforlu bir pozisyondan Türk tipi başkanlık modeliyle gelinen noktada sadece AK Parti’ye değil, yer yer rejime de muhalefet etmeyi gerektiren bir yere yelken açmıştı.

Partinin lideri kapsayıcı olmayı deneyimlerken her aşamada sınandı.

İktidar tarafından Kandil’le işbirliği göndermeleriyle suçlandı, Çubuk’ta ölümün eşiğinden döndü.

2018’de Abdullah Gül’ün aday olmasını istedi, bu kez de partisi tarafından 'sağcılaşmakla' suçlandı.

Hakeza benzer bir mantıkla ittifakın içinde Saadet, Gelecek ve Deva partilerinin olmasını önemsedi, dindar kesimlerle din diyanet konularında tartışmaya girmek istemedi, insanları sokağa çağırmadı diye birçok ithama maruz kaldı.

Sahiden de, gelinen noktada CHP Genel Başkanı'nın sabırla adım adım kurduğu o yuvarlak masanın en ilginç yanı, AK Parti’den koparak kurulan Gelecek ve Deva partilerinin de orada olmasıdır.

Hikayenin iki tarafı için de oldukça maceralıydı yol.

Deva ve Gelecek sahadaki muhafazakar seçmenden aylarca şunu duydular: “Sizi seviyoruz ama sakın CHP ile beraber olmayın. Sakın uzlaşmayın.”

Öte yandan CHP’nin tabanındaki öfkeli gruplar ve aynı öfkeli tribüne oynayan bazı akademisyenler ve siyasetçiler de Kılıçdaroğlu’na benzer bir telkinde bulundular. Kopma gerekçelerini defalarca kamuoyuna anlatmalarına rağmen kah ‘kibirli muhafazakarlar’ kâh ‘imtiyazlı muhafazakarlar’ kâh ‘özeleştiri de vermediler’ eleştirileriyle değersizleştirmeye gayret ettikleri Gelecek ve Deva’ya ittifakta yer açılmaması için adeta mücadele ettiler.

Ben şahsen sevimsiz bir bagajı da olsa, legalite ile bağdaşmayan bir yekunu da bulunsa, her şeye rağmen HDP’nin de o masada olması gerektiğini düşünenlerdenim. Ancak Türkiye’nin ‘realitesi’, sadece rejimin değil milletin de amentüsü haline gelen güvenlikçi yaklaşımı aşmak, dahası bu yaklaşımın tümüyle isabetsiz olduğunu kanıtlayabilmek mümkün olamadığı için ‘reel politika’ kazandı, bunun da farkındayım.

Sonuçta MHP’den ayrılarak kurulmuş, MHP’den ayrılması bir ideolojik ayrışma yüzünden değil bir kurultay meselesi yüzünden olmuş İyi Parti’nin hassasiyetleri mevcut ve aktüel bir realitedir. Ve İyi Parti ittifak edecek partiler arasındaki en önemli partilerden biri.

Kimi özgürlükçü, solcu ve güya demokrat akademisyenlerin Gelecek ve Deva Partilerine "Neden düzgün bir kopuş anlatısı oluşturamıyorsun bakayım sen?" diyerek kırmızı kart gösterdiği bir vasatta İyi Parti’ye aynı sorunun hiç sorulamaması ilginçtir, ama şaşırtıcı da değildir. Bizde yediden yetmişe, sağcısından solcusuna herkes sadece güce bakar. İyi Parti’nin oy oranı yüksek, dolayısıyla güçlü, ona soru sormayalım.

Peki. Ama bir zahmet iki yeni partinin değerinin aritmetik dezavantajlarıyla değil, toplumdaki en geniş sosyolojik kümeye karşılık teşkil eden hikayeleri nedeniyle getirecekleri geometrik avantajla ölçülmesi gerektiğini görelim.

Nitekim Kılıçdaroğlu öyle ölçüyor.

İktidarın hesap uzmanı diye dalga geçtiği, muhalefetten bazılarının neredeyse gizli AK Partili muamelesi yaptığı adamın düşe kalka ama azimle yürüyüp geldiği noktada muhalefetin elinde şu an, birlikte fotoğraf vermekle yetinmeyen bunu asgari müştereklerini kayda geçirerek yapan bir blok var.

Nasıl yürüneceği, aslına bakarsanız bu saatten sonra artık nasıl koşulacağı da belli .

Riskli bir süreç elbette.

Bu teşekkül altı partinin Cumhur İttifakı'nın karşısında seçime beraber girme, beraber kazanma, beraber yönetme -en azından bir süre- niyetlerini sürdürebildikleri oranda önemli. Bunları kapsamıyor ise altı partinin beraber yürüyebilmek için gösterdiği çabalar, verdiği tavizler tarihe sonu kötü bitmiş bir deney olarak geçer.

DÖNÜŞ DEĞİL, GEÇİŞ...

Söz konusu ittifakın en temel mesajı elbette güçlendirilmiş parlamenter modele geçiş.

Dönüş değil, geçiş.

Eski parlamenter sistemde Haşim Kılıç’ın muhteşem ifadesiyle yargı tarafından kuşatılmış bir siyaset vardı ve bu iyi değildi.

Ama şimdi de siyaset tarafından kuşatılmış bir yargı var, der Kılıç. Çok açıktır ki bu da iyi değil.

Bağımsız bir yargının, kuvvetler ayrılığının, yöneticilerin hesap verebilir olmasının, yönetimin şeffaflığının, keyfi atamalar ile değil ihtisas ve uzmanlıkla şekillenen kurumsallaşmanın, bağımsız olması gereken kurumların olması gereken önlemleri alabilmesinin önemi ihmal edildiği için bugünkü sorunları yaşıyoruz.

Güçlendirilmiş parlamenter model talebi, kuru bir model tartışması değil, topuzu kaçmış kantarı yeniden dengeleme ve terazinin düzgün tartmasını sağlama çabası aslında. Ülkeyi ekonomik sosyal felaketlere savrulmaktan koruyacak, suyun yüzeyinde tutacak formülü üretme gayreti burada söz konusu olan.

O yüzden "Halk tencerem kaynamıyor derdinde, kimin umurunda güçlendirilmiş parlamenter sistem?" gibi eleştiriler mugalatadan ibaret. Ama güçlendirilmiş parlamenter modelin yokluğu ile yaşanan sorunlar arasındaki bağı kuracak etkili bir siyaset dili oluşturulmazsa milletin ittifaka duyduğu ilgiyi kaybedeceğini görmek de çok zor değil.

Türkiye masası için maraton şimdi başlıyor.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar