Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

CHP Genel Başkanı Diyarbakır’daydı, ziyaretini takip etmek için ben de oradaydım. Birçok kanaat önderiyle görüştü Kılıçdaroğlu, bir kısmı basına kapalı gerçekleştirilen programında Diyarbakır Cezaevi'nde kalmış kişilerin evlerine misafir olmak da vardı, gençlerin dolaysız, filtresiz proaktif soruları karşısında terlemeyi göze almak da.

Yeni üyelere rozet takıldı.

Kılıçdaroğlu iki gün boyunca STK temsilcileri ile muhtarlarla, kadınlarla buluştu.

İşin doğrusu kendisini epey sıkışmış hisseden Kürtler, stratejik oy kullanmanın önemi ile geçmişlerinin, hikayelerinin yarattığı baskı arasında zaman zaman gönülden zaman zaman şüphe ve sitem süzgecinden geçirerek karşılık verdiler Kılıçdaroğlu’na.

Ama kesin olan bir şey vardı.

Kemal Kılıçdaroğlu Diyarbakır’da belki üç yıl önce dolduramayacağı salonları artık doldurabiliyor. Artık kendisine dönmüş yüzlerde merak ve ilgi var.

Hiç şüphesiz bu durumda ‘hellaleşme çağrısı’nın etkisi büyük. Ve kentte çok fazla genç ve kadın olmasının.

Diyarbakır demek genç demek, kadın demek.

Kadın bugünün tenceresini kaynatmakla ilgili, genç ise geleceğini kurmakla…

Belki de bu yüzden CHP on yıllar sonra ilk kez bu kentten iki milletvekili çıkarabileceğine inanıyor. İl- ilçe teşkilatlarında görevli olanlar Diyarbakır’da CHP’ye hem AK Parti’li hem de HDP’li Kürtlerden geçiş olduğunu söylüyor.

Bunun sebebi Kürtlerin CHP ile bir ideolojik bağ ya da yakınlık kurması değil. Sebep sıkışmışlığın stratejik oy kullanma eğilimini arttırması ve alternatifler arasındaki en güçlünün ve umut verebilenin desteklenmesinin daha mantıklı olduğu fikrinin yayılması. Diyarbakır izlenimlerimi daha sonra yazacağım.

Ziyaretin son düzlüğüne gelindiğinde Kemal Kılıçdaroğlu ile kısa bir söyleşi yapma fırsatı buldum. Hem ittifakın geleceğini, hem Rusya-Ukrayna krizinin etkilerini, İHA'ları ve SİHA'ları, hem de Diyarbakır ziyaretini konuştuk. Pek tabii, muhafazakarların endişelerini, rövanşizmle ilgili kaygıları da sordum.

- "Demokrasinin yolu Diyarbakır'dan geçer" demiştiniz. Herhalde bu ziyaret bu sözü güçlendirmek için gerekliydi. Bu arada sık sık “Bunca zaman sonra neden şimdi?” şeklinde sorular soruldu. Bu sorulara mazeret bulmak yerine “Evet bu bir kabahat, gelmedik ve bu bir hataydı” dediniz. Memnun ayrılıyor musunuz?

Gençlerin siyaseti yakında izlemeleri, analiz etmeleri beni oldukça etkiledi. Diyarbakır’a gelmekten şu yüzden memnunun Nihal Hanım. Diyarbakırlılar bizim buraya neden daha önce gelmediğimizi sorguluyorlarsa bu gelecek adına umut vericidir. Bunu hiç sormayabilirlerdi de. Çünkü bunu sorgulamaları “Aslında biz hazırdık, ama siz gelmediniz” anlamına gelir. Haklı bir sorgulamadır bu. Kabahatli biziz. Bugün ise şartlar bizi sadece Diyarbakır’a değil Türkiye’nin her yerine gitmeyi zorunlu kılıyor. Her yerde üç aşağı beş yukarı aynı şikayetleri duyuyoruz. Esnafından öğrencisine kadar. Beni kaygılandıran gençlerin gelecekle ilgili sıkıntıları oldu. Bunu gittiğim her yerde görüyordum, burada da gördüm. Hatta bir genç “Neden Diyarbakır’da sadece bir tek organize sanayii bölgesi var" diye sordu. O kadar haklı ki. Çünkü bu kadar büyük bir kent çok daha fazlasını hakediyor.

- Bir soru daha vardı: “AK Parti kendisine oy vermediğimiz zaman bize terörist demeye başladı. Siz de size oy vermezsek ya da oy verir ama ilerde eleştirir ya da karşınıza geçersek bize terörist diyecek misiniz?" diye sordu bir genç. Bu soruda şöyle bir sarkazm var. AK Parti sonradan, CHP ise evveliyatı itibariye Kürtlerle sorunu olan, Kürtleri ezen rejimin parçası olarak konumlandırılıyor. Sizi AK Parti’den çok daha farklı görmüyorlar.

Bu durum gençlerin siyasetin sadece bugününü değil, dününü de araştırdıklarını gösteriyor. Bu olumlu bir şey. CHP’nin tek parti dönemi bir devleti yeniden kurmak durumunda olduğu döneme karşılık geliyor, belirli kararlar alınıyor o dönem ve bu birilerinin lehine birilerinin aleyhine oluyor. Cumhuriyet belirli bir zaman sonra demokrasiye evriliyor ama zaman zaman demokraside kesintiler oluyor. Geçmişte oldu, bugün de var o kesinti. Şu anda olan otoriter eğilimler nedeniyle konuşamıyor insanlar, özgür hissedemiyorlar ve bu demokrasi kesintilerinin artık olmaması isteniyor. Gençlerde gördüğüm bu ve haklılar. Artık demokrasi kesintiye uğramamalı.

MUHALEFETİN ALTI PARTİDEN OLUŞMASI BİR DEZAVANTAJ DEĞİL AKSİNE DEMOKRASİ TEMİNATIDIR

- Türkiye yönetilmesi zor bir ülke . Altılı ittifak iktidar oldu diyelim, aynı zorluklarla sınanacak. Bu ittifakı da otoriterleşmeye zorlayacak şeyler olacaktır sonuçta. Siz neyi, ittifakın hangi niteliğini demokratik duruştan taviz vermenizi engelleyecek bir emniyet sübabı olarak görüyorsunuz?

Altı kişiyi.

- Açar mısınız?

Otoriterleşme genelde bir kişinin egemenlik alanının tamamını kaplamak istemesiyle oluyor. Altı genel başkanın olduğu yerde kim tek başına ben egemen gücüm diye ortaya çıkabilir? Bu ittifakın altılısı, demokrasinin teminatı. Bu tarafta altı partinin olması, kimsenin özgürlükler, haklar üzerinde tekel oluşturamaması demektir, kimsenin tek başına hayati konular üzerinde tasarrufta bulunamayacak olması demektir. Bu durum bir dezavantaj değili aksine demokrasi için teminattır.

- Nasıl bir parlementer demokrasi istendiği ortaya çıkan metinle ilan edilmiş oldu. Ana hatlar belli oldu. Ama ittifakın ilkeleri hala belli değil. Bu ittifakın yol haritası nedir? Nasıl yürünecek? Yani hedefimiz meclis ama ayrı ayrı gidelim, seçim sonrası orada buluşuruz mu deniliyor yoksa hep beraber yürüyeceğiz bu ittifak seçime giden yolu da kapsıyor sonrasını da kapsıyor mu deniliyor?

İttifakın yol haritasını, ilkelerini çalışıyoruz. Altı parti cumhurbaşkanı adayını belirleyecek. Adayın diğer beş parti başkanına taahhütte bulunması lazım. Bir güvence oluşturması lazım. Bu taahhütün kamuoyuyla paylaşılması lazım. Altı ittifak partisinin belirledikleri cumhurbaşkanının hangi çerçevede hareket edeceği, alacağı kararlar için nasıl bir istişare mekanizmasının kurulacağının belirlenmesi lazım. 27 Mart’ta büyük ihtimalle bu konular gündeme gelecek. Biz şimdilik devletin inşası için gereken hukuksal altyapıyı oluşturmuş durumdayız… Kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlılığı, seçimler, medya özgürlüğü nasıl güvence altına alınabilir bunun yollarını ortaya koyduk şimdilik.

İkinci aşamada devlette liyakati sağlamak, kurumlar nasıl teşekkül edecek, başlarındaki kişiler nasıl belirlenecek, güçlendirilmiş parlamanter modele hangi aralıkta geçilecek, cumurbaşkanı nasıl çalışacak, cumhurbaşkanı ile diğer partiler arasındaki ilişki nasıl olacak, bunlar var. Kurumsal inşa olacak, sonra da ekonomik ve sosyal inşa olacak. Kurumsal, ekonomik ve sosyal inşa konusunda partilerin genel başkan yardımcıları şu an çalışıyor. Birisini bitirelim diğerine geçelim şeklinde değil, aslında hepsi aynı anda çalışılıyor.

- O zaman şimdiden komisyonların kurulması gerekmez mi? Altı partinin vereceği üyelerle ekonomi komisyonu, temel hak ve özgürlükler komisyonu, hatta din ve vicdan özgürlüğünün teminatını çalışacak bir komisyon gibi. Zira buralardaki çalışmalar bir seçim beyannamesinin de ortaya çıkmasını sağlayacaktır…

Sonunda öyle olacak zaten, bir seçim beyyanamaesi ortaya çıkacak. Ama öncelikle ilkeleri her parti kendi içinde çalışıyor, sonra çok taraflı görüşülecek. 27 Mart’ta ev sahipliğini Sayın Babacan’ın yapacağı toplantılarda bunlar görüşülecek. Arkasından ekonomi ve sosyal politikalar konusundaki ilkelerin belirleneceği toplantılar olacak.

HÜKÜMETİN RUSYA-UKRAYNA POLİTİKASI GENEL HATLARIYLA DOĞRU

- Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması parlamenter model ilanından önceki heyecanın ve merakın başka bir yere evrilmesine neden oldu. Türkiye, Rusya’nın komşusu ve aynı zamanda NATO üyesi olan bir ülke ve dikkatli bir strateji takip ediyor, bazı anketlerde de görünüyor, milletin epey büyük bir çoğunluğu Türkiye’nin stratejisini doğru buluyor.

Bu stratejiye bizim de bir itirazımız yok.

- Biz iktidar olsaydık da aşağı yukarı böyle yapardık diyebiliyor musunuz?

Evet biz olsaydık da bu konuda aşağı yukarı böyle yapardık… Dikkat ederseniz Rusya gibi bir nükleer gücün Ukrayna’da yarattığı insani dramı biz de eleştiriyoruz. Bir ülke bağımsız bir ülkeye bu şekilde saldıramaz, bu konuda dünyanın ortak hareket etmesi lazım. Dik durulması lazım. Ancak elbette eleştirilerimiz de var. O da şu, Rusya’ya enerji konusunda bağımlılığımız %60 oranında. Tek yönlü bir bağımlılık yaratıldı. Turizmden tarıma Rusya’sız hareket edilemeyecek bir bağımlılık yaratıldı. Hatta başımıza bir de Rusya’nın yapacağı bir nükleer işi var şimdi. Bunlar Türkiye’nin dış politikada daha bağımsız hareket etmesini engelleyen şeyler.

- Ancak Türkiye bu bağımlılıklara rağmen yine de NATO üyesi olduğunun bilinciyle hareket ediyor, diğer yandan Putin’in saldırganlığı NATO’nun da Türkiye’nin değerini hatırlamasına yardımcı olabilir.

NATO, Türkiye’nin önemini aslında hiç unutmadı. Türkiye Kafkaslar için Akdeniz için çok kilit bir ülke. Bizim yönetim de bu konu vesilesiyle Montrö’nün ne kadar önemli olduğunu kavradı. Bu şerden siyaset dünyamız açısından bir hayır çıktı diyeceksek AK Parti’nin Montrö gerçeğini kavraması bir kazanımdır diyebiliriz.

Biz bu kazanımın farkındaydık ama maalesef Erdoğan bunun farkında değildi. Montrö'nün önemini bilmiyorlardı. Montrö hakkında gelişigüzel ifadeler kullanılabiliyordu. Bu aynı zamanda devleti yöneten siyasal yapının Türkiye Cumhuriyeti tarihini yeterince iyi kavrayamamış olduğu anlamına da geliyordu. Ama şimdi bu olay, Montrö’nün ne kadar önemli bir anlaşma olduğunu, Montrö sayesinde Karadeniz’in kilitinin Türkiye’nin elinde bulunduğunu ortaya koydu.

Ayrıca şunu ifade edeyim, oradaki öğrencilerin tahliye edilememesini beceriksizlik olarak görüyorum. Herkes kendi vatandaşını tahliye etti, biz yapamadık.

- Putin’in bu işten bir güç kaybı yaşayarak çıkacağı gibi bir öngörünüz var mı? Eğer böyle olursa bunun Türkiye’ye etkisi sizce nasıl olur?

Putin’in güç kaybı yaşayacağı öngörüsünü paylaşıyorum.

Rusya’ya yönelik ambargo uzun vadeli olursa Rusya zayıflayabilir.

İki, Rus yönetimini asıl zora sokan oligarkların Rusya dışındaki servetlerinin başına gelenler. Bu servetlere el konulması Rusya’da Putin karşıtı hareketi güçlendirir. Ancak şu da var: Rusya’ya uzun vadeli bir ambargo Türkiye’den gidip orada yatırım yapmış olanları da olumsuz etkileyecektir. Türkiye’nin orada yatırımları var, sanayi şirketlerinden inşaat işlerine varana kadar. Buradaki temel sorun Rusya’nın açmış olduğu ihaleleri kazanan müteahhitler paralarını alamayacaklar. Aynısı Ukrayna’da da olacak.

- Putin’in aleyhine olan bir statükodan Türkiye lehine sonuç çıkacak yerler yok mu? Sadece ticari değil, stratejik açılardan bakarak, Suriye’de Libya’da bazı değişimler söz konusu olabileceği ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz? Libya’da Türkiye ve Rusya karşı karşıya geliyordu mesela…

Çıkabilir ama her zaman değil. Suriye’de Esad istediği sürece Rusya kalır. Akdeniz’de yerleştiği alanı çok büyüttü Putin.

Ayrıca Suriye’de Rusya ile mücadele edecek bir güç de yok.

ABD’liler ayrı yerde, diğeri ayrı yerde hegemon bir güç olarak duruyor.

Libya’da ise sadece Rusya yok Avrupalılar da var. Libya’da sadece Rusya değil Fransa ve İtalya da bize karşıydı.

SAVUNMA SANAYİ KARŞITI GİBİ GÖSTERİLMEMİZ HAKSIZLIK, SİHA’LARA ERDOĞAN’DAN ÇOK DAHA ÖNCE DESTEK VERDİM

- Rusya-Ukrayna krizinin Millet İttifakı'nın müstakbel başarısını engelleyebileceğini düşünüyor musunuz? Çünkü güvenlik kaygısı yoksulluk sıkıntısını bastırabiliyor. Bir yanda da Millet İttifakı'nın dış politikadaki mutabat noktalarının netleşmemesi durumu var. Sözgelimi savunma sanayiindeki gelişmelere nasıl bakıyor ittifak? Bu öteden beri eleştiriliyordu şimdi daha da ön plana çıkabilir.

Dış politika danışma kurulunu parti olarak topladık ve vardığımız karar Türkiye’nin tarafsız kalması yönünde. Ben de o çerçevede görüşler beyan ettim.

Savunma sanayii konusuna gelince. Savunma sanayiine ağırlık verme stratejisi AK Parti ile başlamadı, Özal ile başladı.

- Ama günün sonunda Ukraynalılar SİHA’lara şarkı yaptı…

SİHA var evet ama her şey SİHA’dan ibaretmiş gibi davranmak da doğru değil. Ayrıca elbette SİHA da yapılsın, İHA da yapılsın. Ben o SİHA'ların yapıldığı fabrikayı Erdoğan’dan önce gezmiş, baba oğul Bayraktarları Erdoğan’dan önce desteklemiş biriyim.

- Nasıl oldu bu?

Selçuk Bayraktar’ın babası henüz hayattaydı o zamanlar. Eski Refah Partilidir. Fabrikaları İkitellide’ydi. Kendilerine haksızlık yapıldığını, engellendiklerini düşünüyorlardı. Gittim gezdim, kendilerini dinledim. Hazırladıkları görselleri izledim.

- Ne zaman oldu bu?

Henüz evlilik olmamıştı, düğünden üç yıl kadar önceydi diyebilirim.

İHA'ları, SİHA'ları nasıl ürettiklerini, uluslararası ihalelere nasıl girdiklerini anlattı baba oğul. ODTÜ’den İTÜ’den mezun çok iyi bir ekiple çalışıyorlardı.

Hatta beraber fotoğraf çektirdik.

Engeller çıkarıldığından bahsetmişlerdi ve ben de burada güzel işler yapılıyor diyerek engelleri aşmaları için destek vereceğimi söylemiştim.

Damat olma durumu olunca sanki savunma sanayiine önem vermek hükümetle başlamış biz ise SİHA'lara karşıymışız gibi bir algı oluştu.

Gerçek böyle değil.

SİHA'ları ilk destekleyen benim, savunma sanayini batıran ise hükümet.

Tank yaptırmadılar bu ülkeye.

Ordu beş model tank üretti Otokar’la birlikte. Aselsan, Havelsan, Roketsan, Makine Kimya da var, dört kuruluş Otokar'la beraber beş model tank geliştirdiler. Ankara’da bunların atış denemeleri yapıldı. Bütün atışlarda %100 başarı gerçekleşti.

Araya Ethem Sancak girdi.

Hatta Güney Kore firmasıyla Otokar anlaştılar, tank motoru üretilecekti. Teknolojide müthiş bir eşik aşılacaktı, şirket bile kuruldu. Fakat orası da perişan oldu.

Aselsan’ın içi boşaltıldı, oradaki pek çok mühendisimiz Hollanda’ya gitti.

Bu insanlar nasıl tutulamaz? Beş bin dolara Aselsan’dan birçok mühendis dışarı gitti. Savunma sanayiine karşıymışız gibi gösteriliyor.

Hayır alakası yok. Selçuk Bey’in SİHA’ları güzel, yapılmalı ama hepsi bu olamaz. Sadece SİHA üzerine dev savunma sanayii kurulmuş ve her şey kendileri ile başlamış, onlar dışında herkes milli savunmaya karşıymış gibi gösteriyorlar. Bu olmaz. Biz buna karşıyız.

KAYNAK VAR, YETER Kİ İSRAF VE YOLSUZLUK ÖNLENEBİLSİN

- Ekonomi şu an en yakıcı mesele. Diyelim ki Millet İttifakı iktidar oldu, ilk bir hafta içinde altılması gereken adımlar konusunda sizin tercihiniz ne olurdu? Kalıcı sonuçlar elde etme adına zaman zaman dile getirildiği gibi acı reçete kıvamında adımlar atmaktan mı yana olurdunuz, yoksa rahatlatıcı hamleler yapmaktan yana mı?

Tercihim rahatlatma olur.

Milletin ne kadar faydalı olursa olsun acı reçetelik hali kalmadı, acıya katlanacak hal kalmadı insanlarda.

İlk bir hafta içinde çiftçilerin aldıkları tarım kredi ve bankalara olan borçlarının faizlerini sileceğiz.

İlk bir hafta içinde esnafın bankalara ve esnaf kefaret kooperatiflerine olan borç faizlerini sileceğiz. Öğrencilerin kredi yurtlar kurumuna olan borçları meselesi var mesela, o da ilk bir haftanın işi. Biliyorsunuz, öğrenci mezun ama işsiz ama ondan hem ana parayı hem faizi istiyorlar. O gencimiz sigortalı bir işe girip sigortasını ödemeye başladıktan sonra, ancak ana parayı ve taksitle olacak şekilde tahsil edeceğimiz bir yöntem geliştireceğiz, ayrıca onun da faizlerini sileceğiz.

- Böyle söylemler olduğunda ister istemez kaynağı nereden bulacaksınız sorusu akla geliyor.

Kaynak var. Hazine kağıdı çıkarırsınız bankalara verirsiniz taksitle, banka buna kendi bilançosu açısından bakar, siz çiftçiyi esnafı rahatlatırsınız bir önce. Üretim başlar. Hazırlanacak ilk bütçede de milli gelirin %1’i oranındaki payı ayırırsınız. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı'na da dersiniz bak bu faslı takip edeceksin, buradan ayrılan pay çiftçinin payıdır.

İsraf ve yolsuzluğu önleyerek müthiş bir kaynak elde edebiliyorsunuz ayrıca. Bir genelge çıkararak israfı önleyebilirsiniz. Mesela devlet dairelerinin çoğu kirada. Herkes eski yerine taşınacak dersiniz. Çünkü çoğu boş duruyor. Cumhurbaşkanı'nın özel uçaklarını satarsınız. Tasarruf genelgesine dahil edilebilecek pek çok kalem var. Tasarruf genelegesiyle toplum bu konuda bir şey yapılacağını anlar hisseder, güven oluşur. O güven yapıcı ve yaratıcı bir güven olur. Yolsuzluğu önlemek de öyle lafta kalmayacak, biliyorsunuz açıkladık bunu güçlendirilmiş parlamenter sistem mutabakat metninde; meclis bünyesinde kesin hesap komisyonu kurulacak, israf ve yolsuzluk önlenince bu ülkede kaynaktan bol bir şey olmadığı da da anlaşılacak.

- Başına muhalefet partisinden birininin getirileceği dolayısıyla denetimin bu şekilde sağlanacağı komisyondan bahsediyorsunuz…

Evet, aynen, bu şu anlama geliyor, bürokrasi de bakanlar da bilecek ki, ben harcıyorum ama hesap vereceğim mecliste muhalefete. Yolsuzluğun ve israfın önlenmesi için hayati bir komisyon olacak bu.

HAYALİMİZ RÖVANŞİZM DEĞİL, AK PARTİ'Yİ MUHALEFET SIRALARINDA GÖRMEK. BUNU DA YAPACAĞIZ

- O hesap komisyonu başkanlığı AK Parti’de mi olacak? Samimi olarak AK Parti’yi muhalefet sıralarında normal demokratik siyaset içinde muhalefet yaparken hayal edebiliyor musunuz?

Elbette hayal edebiliyorum.

- Sizin ‘normalleşme’ vaadinizin kapsamında seçimi kaybetmiş ama hala mecliste olan ve bu kez de ana muhalefet sıralarında oturan bir AK Parti fotoğrafı var yani?

Tabii ki var.

- Şu anlamda soruyorum. İnsanlarda CHP’nin lokomotif olduğu bir ittifak iktidar olursa geride AK Parti filan kalmaz, kısa sürede işler topyekun bir rövanşizme ve tasfiye hareketine dönüşür, ortada AK Parti falan bırakmazlar gibi bir önkabul var…

Ben diyorum ki evet, biz iktidara geliriz, bu kez de AK Parti muhalefette olur, muhalefet görevini icra eder.

Hatta bizden daha iyi muhalefet yaparlar.

Çünkü diyoruz ya, kesin hesap komisyonu kuracağız, başkanlığına da muhalefeti getireceğiz diye, kendilerini bir de kesin hesap komisyonu başkanı yapacağız yani. Bizden daha iyi muhalefet yapabilsinler, her şeyimizi denetleyebilsinler diye.

- Ama oraya gelmeden önce seçimler var Kemal Bey. İzin verirseniz çelişki gibi gördüğüm bir şeyi netleştirmeliyim. Bir yandan ülkede totaliterizm var diyorsunuz, zaman zaman diktatörlük var diyorsunuz, ama bir taraftan da seçimlerin demokratik yoldan gayet güzel bir şekilde yapılacağına ve iktidarın demokratik yoldan ele geçirileceğine inanıyorsunuz. Totaliterizm varsa seçimler adil şeffaf ve dürüst yapılır mı ki Millet İttifakı kazanabilsin?

Her ne olursa olsun, sandık gelecek ve biz demokratik yoldan iktidar olacağız.

Bunu panik ya da telaşa kapılıp sokağa çıkarak taşkınlık yaparak hır gür çıkararak elde etmeyeceğiz. Bekleyeceğiz, o sandık her halukarda gelecek, oyumuzu kullanarak, demokratik yoldan iktidara geleceğiz.

Elbette Erdoğan bunun gerçekleşmemesi için her çabayı gösterir. Yerel seçimde İstanbul’da YSK’yı kullanarak aynı tür zarf içine konulan oylardan birinin sahte diğer üçünü doğru kabul ettiler. Bu tür şeyler yaşandı. Sandıklara sahip çıktığımız sürece seçimi alırız. Sandıktan çıkan oyun doğru sayımı, sayımın tutanaklara doğru geçirilmesi ve tutanaklardan bir örneği de bizim almamız hayati önem taşıyor. O kadar. Altı partinin sandıklarda görevlendireceği elemanlar çok önemli. Hükümet seçimi vermemek için her yolu deneyebilir. Mesela şimdi seçim kanunu değiştiriliyor, eskiden sandık başkanı en kıdemli hakim olurdu, şimdi en kıdemli kuralını bypass etmeye çalışıyorlar. Ama ne olursa olsun, biz sandıklara sahip çıkacağız, gözlerimizi dört açacağız, sonuçta her şey oy sayımının dikkatli gözlerle takibine bağlı. Sandık başında olmazsanız kaybedersiniz. O nedenle sandık güvenliği için de çalışmamız lazım.

- Her şey sadece sandık güvenliği değil, ben şu anki müesses nizamın Cumhur İttifakı'ndan yana tavır alacağını düşünüyorum mesela, bunu ‘iyi ki böyle’ anlamında söylemiyorum. Sadece ‘böyle’ diyorum. Bürokrasiden bile direnç görebilir Millet İttifakı.

Böyle değil Nihal Hanım. Bürokrasi kimsenin elinde ya da tarafında değil aslında. Yargıdan son dönemde çıkan kararlara bakın mesela. Yaptığımız uyarıları hatırlayın ve bu uyarıların karşılık bulduğunu unutmayın. Bürokrasi eskisi gibi değil, artık her şeyin altına imza atmıyorlar, yarın hesap vermek zorunda kalacakları konularda risk almıyor, hatta bazı talimatlara direniyorlar. Hakimler de öyle. Danıştay da dahil olmak üzere bazı emareler hakimlerin son dönemde verdikleri kararlarda görülmeye başladı. Zorluklar var ama umutsuz olmaya gerek yok.

- Teşekkürler sorularımı yanıtladığınız için.

Estağfirullah ben teşekkür ederim.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar