"Babil Balığı" ve altılı masanın ayakları
“… küçük ve sarı renkli olup sülüğü andırır ve büyük olasılıkla evrendeki en garip şeydir. Taşıyıcısından değil, onun çevresindekilerden aldığı beyin dalgası enerjisiyle beslenir. Besinini sağlamak için bu beyin dalgası enerjisindeki bütün bilinçalti zihinsel frekansları emer. Sonra taşıyıcısının zihnine, bilinçli düşünce frekanslarıyla, beynin onları üreten konuşma merkezlerinden alınan sinir sinyallerinin karışımından oluşan telepatik bir matriks atar.
Bütün bunların pratik sonucu şudur : Kulağınıza bir Babil Balığı soktuğunuzda herhangi bir dilde söylenen her şeyi anında anlarsınız. Aslında duyduğunuz konuşma sablonları, Babil Balığınız tarafından beyninize aktarılan beyin-dalgası matriksini çözümler.”
Keşke böyle bir yaratık gerçek olsaydı ama değil.
Yukarıdaki alıntı bilim kurgu yazarı Douglas Adams’ın “Otostopçunun galaksi rehberi adlı romanı için bulduğu kurmaca bir yaratık.
Bu balık o kadar sevildi ki, bazı çeviri programları bu adla piyasaya sürüldü. Hatta başka adla isimlendirilse bile, insanlar o programlara ‘Babil Balığı’ dedi (2017’de çıkan Pixel Buds gibi).
Sevildi çünkü, insanlık tarihi birbirini anlamamaktan ileri gelen çatışmalarla dolu. Anlamayı ve gerçek bir iletişimi engelleyen şey de üstelik, literal anlamda dil -language- farkından ibaret değil.
Siyaset, tarih, geçmişin yükü, eşyaya bakış farkı derken bazen duvarlar örer, iletişimi imkansız hale getiririz. Her halukarda, "Birbirimizi anlasaydık, savaşmaktan ziyade konuşmayı, çatışmak yerine anlaşmanın yollarını aramayı tercih ederdik" hüsnüzannı hala -ve çok şükür ki- makbul bir hayaldir.
Türkiye’nin siyaset sahasında da böyle, Babil Balığı işlevi gören önemli kritik olaylar ve kişiler oldu. Beyinlere telepatik matriks atarak tarafların biribiriyle konuşabilmesini, empati yapabilmesini, yaklaşmasını sağlayan kişiler, olaylar.
Erdoğan’ın 22 yaşında nâhak yere tutuklanıp idam edilen Necdet Adalı ve ondan birkaç saat sona idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu, yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren için yazılmış şiir ve mektupları okurken ağlaması, farklı ideolojilerden gelen ve devletin gadrine uğrayan üç gencin geride bıraktığı acıları ortaklaştırması böyleydi.
Çözüm sürecine girişmek, başlı başına bir Babil Balığı olan akil insanlar heyetini oluşturmak böyleydi. Ermeni olayları için taziye yayınlamak hakeza.
Daha sonra AK Parti de, Erdoğan da başka bir faza geçti. Devletin ne kadar çok suç işleyebildiğini unuttukları gibi o suçlarla övünen neo ittihatçılarla ittifak yaptılar.
Babil balığının tekrar sularımızda görünmesi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikna odalarına çekilen 28 Şubat mağduru kızlarla da helalleşeceğiz, Diyarbakır Cezaevi mahkumlarıyla da helalleşeceğiz diyerek çıkardığı helalleşme listesi ile oldu.
Acıları, travmaları birbirine dokunabilir, biribirini anlar hale getirmek için kitlelerin kulağına Babil Balığı sokmaya çalışıyordu Kemal Bey, bir bağışlama ve beraber yol alabilme duygusu geliştirmek için.
Nitekim bu girişim güçlendirilmiş parlamenter sistem mutabakat metnini ortaya çıkaran altılı masanın temelini attı.
ALTILI MASAYA İLK GERÇEK DARBE
Ama işte, ne sihirli bir değnek söz konusu ne gerçekte Babil Balığı diye bir yaratık var ne de ‘anlamak’ her şeyi çözüyor. Siyaset kalabalıklarla yapılan bir iş olduğu için "Seninle beraber kaç kişi anladı?" sorusunun cevabı da önem arzediyor üstelik.
Pek çok şey gibi gerçek bir helalleşme ve amaç birliği yapabilmek için bir araya gelmek ve doğru bir sonuç ortaya koyabilmek bir kez daha insanların göstereceği hakiki çabaya muhtaç. Ve önemli olan, yekdiğerini anladıktan sonra o anlayışla ne yapacağın ve bunu takipçilerine, kitlene yayıp yayamayacağın.
Altılı masanın olayı nedir? Farklılıklarımıza rağmen ortak bir dil oluşturabileceğiz, kaygılarımızı ortaklaştırıp, anlaştığımız asgari müşterekler üzerinden siyaset üreterek seçim kazanacağız, kazandıktan sonra da model değişikliğini gerçekleştirebileceğimiz zamana dek ‘beraber’ yöneteceğiz iradesinin dışavurumu olmak.
Gelgelelim altılı masanının temel iradesi ‘asgari müşterek’ yerine ‘askeri müşterek’ diyen akademisyenlerin, kendisini demokrat zanneden sol ya da Kemalist kökenli çevrelerin, sağdan yürüyen İslamofobik entelektüellerin ve onların etkilediği sosyal medyadaki siyaset okur yazarlarının tercihleri ve vehmleri tarafından epeydir rehin alınmaya çalışılıyor.
AK Parti’den kopan ve aslında ittifakı ‘anlamlı’ kılan Gelecek ve Deva partilerini istemiyor, onların ittifakta olmasının ‘yirmi yıllık’ AK Parti serüveni ile hesaplaşılmasının önüne geçeceğini düşünüyorlardı, helalleşmenin değil hesaplaşmanın yürürlükte olması gerektiğini ima eden görüşleri, muhalefetin tabanındaki rövanşist dalgayı daha da perdahlıyor. Çok belli ki, altılı masanın en önemli iki partisi olan CHP ve İYİ Parti’de, bunları destekleyen kurmaylar var.
Bu konuda epey şey yazdım. Hakeza, iktidar blokunun seçim yasası değişikliği yaparak, altılı masadaki küçük ve yeni partilerle CHP ve İYİ Parti arasında gerilim oluşmasını amaçlayan regülasyonu hakkında da..
Derken hem iktidarı hem de altılı masada muhafazakarlar olmasın çetesini son derece memnun eden o gelişme yaşandı. O masaya ilk kez bu kadar net ve örseleyici bir hamle yapılıyordu.
Masanın oy oranı en düşük olan partisi DP’nin genel başkanı Gültekin Uysal twitter'da aynen şu paylaşımı yaptı :
“Türk Milleti’nin CbAdayı ile ilgili beklentisinin 3 ölçüsü var;
1) 20 yıllık Akp döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak,
2) Seçilebilirlik,
3) Seçim sonrası 20 yılda Akp tarafından ‘devr-i sabık’ muamelesine maruz kalan TC Devleti’ni kurucu bir ruhla yeniden tesis etme yetisi!”
Sondaki ünlem de şahane.
Normalde bir demokrasi bloku olması gereken masada HDP yok, altı milyon oyu olmasına rağmen masaya alınmamış, kimsenin cumhuriyeti indirip şeriat rejimi kurduğu filan yok, bilakis kurucu değerler arasındaki milliyetçiliğin en hoşgörüsüz versiyonu ile İslamcılığın en hoşgörüsüz versiyonu şu an ittifak halinde ve iktidarda, hala mı kurucu değerler sahi? Hem de ünlemli.
Daha önemlisi, altılı masada AK Parti’de uzun süre siyaset yapmış iki parti lideri var ve bu cümlelerin onlara yönelik bir ‘ayar verme’ arayışından sâdır olduğu da o günden bugüne konuşulanlar arasında.
Uysal daha sonra paylaşımında Davutoğlu ve Babacan’ı hedef almadığını, Abdullah Gül ve Haşim Kılıç isimlerinin yeniden dolaşıma sürülmesine tepki gösterdiğini ifade ederek oluşan olumsuz havayı dağıtmak istedi.
Lakin bu açıklamanın açılan deliği kapatmaya yettiğini hiç sanmıyorum.
Çünkü en başta Gül ve Kılıç’ın böyle bir talepleri yok. İkincisi, paylaşımda iki kez AK Parti’nin yirmi yıllık geçmişinin tamamı kriminalize ediliyor. Bunu adında demokrat kelimesi geçen sağcı bir partinin yapması ise başka şeyler söylüyor.
Uysal’ın ittifakta bulunan partilerin içinde yer alan bazı profillerden etkilenerek böyle bir ‘göze girme’ çabası içine sürüklendiğini düşünmemek ya da onlar adına aldığı siyasi ihale adına böyle bir paylaşım yaptığını varsaymamak elde değil. Daha tekinsiz ihtimaller de var ama şimdilik oralara girmeyelim.
Şunu demekle yetinelim, daha doğrusu hatırlatalım.
AK Parti’nin geçmiş 20 yılını beğenmeyebilir, eleştirebilirsiniz. Bir iktidar en iyi döneminde bile hatalara imza atmış, yanlışlar yapmış olabilir. Nitekim bu partinin “terörle mücadele ediyoruz beyler!” üsttenciliğine kapılarak bozulduğu, demokratik toleransını yitrdiği, hukuktan ve demokratik teamüllerden taviz verdiği, OHAL’i bile tamamen kaldırmayıp kaldırdığı yönünde izlenim oluşturduğu, çıkar ve menfaat odakları tarafından araçsallaştırıldığı ve devleti giderek otoriterleştiren kanalı açtığı, son olarak tek adam yönetiminin ekonomik sorunlara rasyonel çözümler bulunmasını engellediği iddia edilebilir. O partiden kopanlar ya da desteklemeyi bırakanların kopma gerekçeleri de aşağı yukarı bu ve benzeri nedenler.
Ancak o yirmi yılı toptan kriminalize etmek, hatta Abdullah Gül ya da Haşim Kılıç adı geçtiğinde etinden et kopar gibi köpürmek ancak ideolojik saplantısı, mezhepçilik üzerinden keskin bir hesaplaşma dürtüsü ya da fikirleri iktidarda olmakla beraber kendileri hasbel kader dışarda kalmış olan derin devlet kalıntılarının rövanşizminin hamalı olmaktır.
Gerek Uysal’ın gerekse onu bu tivitinden dolayı alkışlayanların anlamadığı şey şu: Bu ülkenin siyasi kompozisyonunda muahazakarlar ve dindarlar %45-50 gibi bir yekun oluşturuyor. Muhafazakar ve dindar kesime -mış gibi yaparak değil samimi bir telden seslenmeden %50+1’e ulaşma imkanınız yok. Nokta.
Birkaç muhafazakar siyasetçi ittifaka gelebilir ama sürekli özür dileyen bir pozisyonda, hela kapısının yanına attığımız sandalyede otursunlar, bu kadarını lutfettiğimize şükretsinler kafası yaşayan çevreler ittifak adına ahkam kesince bu tarafa bakıp şüpheyle karışık heves duyanlar daha ilk düzlükte bir inandırıcılık sorunu olduğunu görüyorlar. Kenardaki kararsız %25’in muhafazakar %10’u da, kalan kısmı da yerinden kıpırdamıyor.
Çünkü aptal değiller, iyi kötü bir samimiyet dedektörleri var.
Helalleşme denilirken, birlikte yöneteceğiz denilirken, bir yanda Elmalılı Hamdi Yazır paneli yapılırken diğer yanda CHP’li Ankara milletvekili Yıldırım Kaya’nın Çanakkale şehitlerini anma günü düzenleyen bir okulda Kuran okunmasını meclise şikayet etmesinin ne anlama geldiğini görüyorlar. Hayır, kimse Millet İttifakı'ndan dindarlık falan beklemiyor. Ama insanlar, söylem eylem tutarlılığı göremezse, uzlaşacağız anlaşacağız diyen lokomotif partilerin bu cihete daha kendi aralarında ikna olmadıklarını görürse, ittifak içindeki muhafazakar partilerin ittifak içindeki ‘demokrat’ sağcı parti tarafından bombalatıldığına, taraftarlarınızın 7/24 Gelecek ve Deva partileri liderlerine sövdüğüne tanık olursa nasıl ciddiye alabilirler bu ittifakı?
Ben altılı masanın Türk siyasi tarihi açısından çok önemli olduğunu düşünen biriyim. O masaya güveniyor, daha doğrusu güvenmek istiyorum.
İktidarın siyasetsizleştirdiği siyaset alanı, bir demokrasi bloku olması gereken altılı masanın alanını çok daraltıyor, bunu da görüyorum. Türkiye’nin içine sürüklendiği siyasetsizlik, en çok onların işini zorlaştırıyor. Ancak bu zorluk, liderlerin cepheden konuşmak yerine birbirlerine karşı dolaylı cümleler kurmaları, kulağımıza gelen ‘senden kaç bakan benden kaç bürokrat’ hesapları nedeniyle dışarıya bir beceri ve çap sorunu olarak yansıyor ve bunun sonucu, hiç ummadığımız kişilerden şakayla karşık ‘son kez reis’ cümleleri duymak oluyor.
İttifak üyeleri iktidarın seçim yasası değişikliğinden sonra sonuç verebilecek ‘bir diğeri lehine çekilme’ ya da ‘ittifak içi ittifak’ senaryolarından hangisine karar verirse versinler, Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru yapılması gereken en temel hazırlığın , adayı belirlemek olduğu gerçeğine göz yummayı bırakmalılar.
Zira ortak aday ortaya konamadığı için, hali hazırda kitleleri seçilen politikalara ikna edecek bir lider de yok. Yıpranmasın denilerek kat kat kumaşlara sarılıp gizlenmesi mi söz konusu, yoksa sahiden bir isim üzerinde mutabakat oluşamıyor mu, o da belli değil. Ancak şu net, her iki ihtimal de güvensizliğe yol açıyor.
- Ankara erken mi sevindi?5 dakika önce
- Trump'ın kazanması Türkiye'yi kuzey Suriye konusunda hareketlendirecek mi?56 dakika önce
- Suruç'ta beliren çözüm, büyük barışın habercisi olsun1 hafta önce
- Silahlar susmadan demokrasi gelir mi?1 hafta önce
- Bahçeli'nin tarihi çağrısı ve TUSAŞ saldırısı2 hafta önce
- 12 yıl önce ölseydi?2 hafta önce
- Yenidoğan skandalına karışan 17 hastane neden hala açık?2 hafta önce
- DEM'in kendisine ait bir iradesi yoksa devlet iradesi olanı işe almalı3 hafta önce
- Yeni dönemin motivasyonu duygusal değil bölgesel3 hafta önce
- "Kadını öldürmek daha kolay" diye mi?1 ay önce