Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Etyen Mahçupyan’ın 2023 seçimlerini kastederek yaptığı analizler “Erdoğan ile Mansur Yavaş karşı karşıya kalırsa Tayyip Erdoğan’a oy verebilirim” cümlesiyle özetlenerek servis edilince sosyal medyada epey soğuk rüzgarlar esti. Mahçupyan’ı hunharca eleştirenler ağırlıklı olarak "Kazanacak kişi aday olsun"culardı.

Yıldıray Oğur ve Elif Çakır’ın programındaki 50 dakikalık konuşmasından kesilerek sosyal medyada dolaştırılan kısım şu şekilde:

“Çok belli ki ben muhalefete oy vereceğim. Ama son kertede, Erdoğan ile Mansur Yavaş karşılıklı olarak kalırsa kime oy vereceğimi ben şu anda bilmiyorum. Yeniden Tayyip Erdoğan'a da verebilirim. Çünkü ana mesele değişmeyecekse, o zaman tamamen pragmatik bakılacaksa, o zaman ben şu soruyu soracağım: Putin ile teke tek oturduğunda Mansur Yavaş'a mı güvenirim Tayyip Erdoğan'a mı? Çok açıkça Tayyip Erdoğan'a güvenirim.”

Hemen akabindeki ifade ise yayını keserek servis edenin işine yaramıyor olsa gerek ki, kapsama dahil edilmemiş: “Ama Tayyip Erdoğan’la Kemal Kılıçdaroğlu karşı karşıya kalırsa o zaman Kılıçdaroğlu’nu tercih ederim.”

Bu operasyonel ‘kesim’ faaliyetini gerçekleştirenlerin amacı belli.

2002-2015 yılları arasında ‘seküler mahalleden’ bazı demokrat-liberal aydınlar Türkiye’yi normalleştireceği, demokratikleştireceği yolunda vaatler veren ve bazı politikalarıyla bu vaatlerin altını da dolduran Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin yanında durdular.

AK Parti otoriterleştikçe peyderpey bu kimselerle yollar ayrıldı, yollarını ayırdıkları liberal demokratların kuyruklarına teneke bağlandı, yırtıcı kuşlarla dolu havzalara atıldılar. Açıkça işaret edildi: “Bizim bunlarla işimiz bitti, alın ne istiyorsanız yapın.”

Dolayısıyla kendi mahallelerine ‘rağmen’ destekledikleri AK Parti’den aldıkları gücü yitirmiş oldukları da böylece ilan edildi.

UCUZ MUHALEFET ÜLKENİN KADERİ Mİ?

Bugünlerde artık bıkmış gibi görünüyorlar ama son dört-beş yıl içinde Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Nilüfer Göle, Gülay Göktürk, Ufuk Uras gibi isimlere karşı özellikle 2010’da yapılan referandum mazeret edilerek defalarca linç kampanyası yapıldı.

Bazen sol görüşlü kamuoyu imalatçılarının bazen düpedüz sağdan gelen ama kendisine ‘seküler liberal’ bir kimlik-imaj inşa etmeye çalışanların fişteklediği bu kampanyanın alt metni şuydu: “Sizden nefret ediyoruz çünkü siz bu dindarları bize ‘meşru’ şeylermiş gibi gösterdiniz. Sizin kefaletiniz olmasa biz bunları öyle ya da böyle yerdik. Siyasi meşruiyyet alanını onlara öyle ya da böyle dar ederdik.”

Bu aşırı özgüven halinde o kadar toptancıydılar ki AK Parti’yi desteklememiş, ‘yetmez ama evet’çi olmamış, hatta o sürece itiraz etmiş, ama başörtülü kadınlara yapılan ayrımcılığın karşısında güçlü ve net bir biçimde durarak büyük günah işlemiş Nuray Mert bile ne zaman bir yetmez ama evetçi dövme ayini yapılsa aynı lince dahil edilebildi. İç ses şudur: “Seküler mahalleden ama başörtüsünü destekledi. Solcu ama evrime inanmıyor. Zaten iktidar da onu dışladı, vurun."

Ucuz muhalefet taht oyunlarının amigoları bugün Beştepe’de, AK Parti’de ya da iktidar medyasının amiral gemisinde tükürük bezleri iptal olana dek iktidar cilalamış durumda olan ve hala eskiden edindikleri solcu, liberal vs gibi seküler kimliklerle avantaj temin eden adamlara/kadınlara ise tek laf etmediler, etmezler.

Çünkü onların arkasında iktidar var. Güçlü durumdalar. Şimdi bir tatsızlık çıkmasın.

Çünkü kurtlukta düşeni yemek kanundur, düşmeyeni hatta yükseleni yemek değil. Büyük lokma ısırmamak lazım. Bekle.

Düello Batı’dadır, Şark’ta ise pusu kurulur. Bekle.

Düşene kadar, yani güçten düşene kadar bekle.

*

Adına ister konforlu sularda yüzmek deyin, ister ‘Yolunda A.Ş’ olmak deyin. Dilerseniz ucuz muhalefet deyin. Belki de en doğrusu Mahçupyan’ın tabiriyle beleşçi demek.

Zira aynı eküri, aynı beleşçiliği şimdi ‘kazanacak aday’ haksızlığı üzerinden, ana muhalefet partisi liderine yapıyor.

Türk tipi başkanlık modelinin getirdiği ve getireceği anomaliler konusunda hiç itiraz etme, bilakis bu modelin galip olana verdiği ganimete heves ettiğini gizleyebildiğini zannet, sadece sopa niye Erdoğan’ın elinde de benim elimde değil diye ağla, topluma bu sistemin ilanihaye sadece bir zümreyi müreffeh kılacağını, kalanlara ise millet olarak biattan başka hak tanımayacağını hiç anlatma, bu konuda kılını kıpırdatma ve Erdoğan’ı yenmek için de sırf sağdan geldiği ve devletle/devletçilikle iyi ilişkiler kuracağını düşündüğün bir ismi "Devleti de ürkütmez" uyanıklığıyla Erdoğan’ın ‘muadili’ olarak savun, ondan sonra da bunun adı muhaliflik olsun.

Hayır bu düpedüz tembel oportünizmi.

Mahçupyan’ın söz konusu yayında anlattığı da bu.

Ana meseleyi değiştirmekle ilgili hiçbir hedefiniz yoksa, gündelik düşünüyorsanız, meseleniz iktidarı ele geçirerek sağlayacağınız dönüşüm ve bu dönüşümü ülkeye iyi gelecek şekilde tasarlamak değilse, ortaya sahici bir alternatif koymakla ilgilenmiyorsunuz demektir ve o durumda insanlar statükodan yana tercih yapar. Çünkü mesele gündelik düşünme ise ve siz her yapıp ettiğinizle gündelik düşünmeyi perçinliyorsanız kitleler sizden katbekat pragmatist olabilir.

Öne sürdüğünüz aday bugüne kadar siyasete dair hiçbir şey söylememişse, mevcut rejime; dahası Türk tipi başkanlık modelinin sağlıksız, hukuka ve hakkaniyete aykırı sistemik arızalarına dair esaslı bir itirazı yoksa ve siz buna rağmen sırf ülkücü geçmiş / devlete yakınlık gibi unsurlar üzerinden ‘uyanıklık’ yaparak ‘muadil’ arayışına ya da "Bak ama bu bir beden daha geniş" satışına girişirseniz hatırı sayılır bir kitle "Aslı varken muadili ne yapayım" diyebilir, üzerine bir de "Biz zaten gelecek yıl da giysin diye bir beden büyük almıştık" şeklinde bir şaka bile ekleyebilir.

Hele hele seçimlere doğru, sıcak para girişi ve büyük yatırımların durdurulmasından mütevellit artan sosyal yardımlar, EYT sorununa kısmi bir çözüm, asgari ücret artışı ve sosyal konutlarla ilgili propagandanın yükseleceğini de düşünürseniz.

MUHAFAZAKARLAR KILIÇDAROĞLU’NU CHP’LİNİN İNSAFINA TERK ETMEMELİ

Kemal Kılıçdaroğlu hiç değilse partisinin kafasındaki kalıpları değiştirmeye çalışıyor. Kürt meselesi hakkındaki kalıpları, başörtüsü ve laiklik hakkındaki kalıpları. CHP’nin ‘öteki’ kabul ettikleri ile ilgili var olan yargıları.

Çünkü o kafalardaki kalıpların aynen devam etmesi halinde ülkede iyi bir şeylerin olamayacağını görüyor.

Tam da bu nedenle 1) Kendisi kalarak, ideolojik ve idealist bir zemine dayanarak ama çeperlerini esnetip "Herkese bir şey söyleyebilir" hale getirerek, 2) Her kesime hakkaniyet adalet ve özgürlük vadederek ve 3) Kendisine/partisine benzemeyenlerle beraber ve uzlaşı (altılı masa) içinde olmayı savunarak ‘siyaset’ yapıyor.

Nitekim siyasetin asıl amacı da budur. Bir zamanlar bir amacı vardı ve acilen tekrar amacı olması gerekiyor.

Bu duruştaki vüzuh devam ettiği müddetçe değerlidir. Muhafazakarların da bu vüzuha değer vermeleri, Kılıçdaroğlu’nu her hayırlı çabasında "Hayır hayır ben değişmek istemiyorum ben onaylanmak istiyorum ve sen Kemal Bey huzurumu kaçırıyorsun. Ne gerek vardı şimdi zamanı mıydı bıdı bıdı" yapan CHP’linin insafına bırakmaması gerekir.

NOT: Bahsi geçen programın tamamı için:

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar