Kıyameti de gördük, cinayeti de...
6 Şubat günü sabah 04.00 sularında merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olan deprem dünyamızı başımıza yıktı. Aynı günün öğlen saatlerinde bu kez merkez üssü Elbistan olan büyük ölçekli başka bir deprem daha oldu. İlk depremden kurtulan ama soğuktan üşüdükleri için sağlam kalan evlerine sığınanlar bu kez ikinci depreme yakalandılar.
On il etkilendi ve kayıp verdi.
Gaziantep’te, Diyarbakır’da, Şanlıurfa’da, Adana’da da yıkımın tesiri var ancak en korkunç durumda olan yerler Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman.
Bölgeye gidenler Hatay’ın bazı yerleşim birimlerinin haritadan silindiğini söylüyor. Yıkımın izlediği yol deprem uzmanı olmayanların anlayacağı türden değil. Islahiye yok oldu deniliyor ama çok uzağında olmayan Hasanbeyli’de tek tük zarar gören ev var. Hassa’da sağlam ev kalmamış ama Dörtyol’da 2-3 bina yıkılmış. Kırıkhan, Samandağ, Defne feci durumda.
Ama gidenlerin anlattığı, vahametin sınır tanımadığı yer merkez üssü olan Kahramanmaraş. Ne acıdır ki kaldırılmayan yüzlerce enkaz da orada. Elbistan’da mesela, arama kurtarma çalışmalarının yok denecek kadar az olduğu biliniyor.
Çok büyük bir deprem olduğu malum. Mısır’dan bile hissedildi.
17 Ağustos 1999 depreminden daha büyük. O deprem yaz mevsiminde olduğu için 72 saatten sonra bile enkazdan canlı insan çıkarılabilmişti.
Ancak depremin etkilediği alanın genişliği, hava muhalefeti ve hükümetin odaklanma eksikliği gibi nedenlerle arama kurtarma çalışmaları yeterince etkin değil.
Bu yazı yazılırken bile enkaz altında hipotermiye kurban gidecek binlerce afetzede var.
AFAD iyi ki var. Ama yetemedi, yetişemedi.
Milyonlarca insanın etkilendiği çok geniş bir alana yayılmış bu boyutta bir afetle üç yüz bin battaniye, kırk bin çadır ve 557 konteyner ile karşı durmak akıntıya karşı kaşık kullanmaktan öte gitmez.
Tamam, bölgede devlet yok demek belki iddialı. Ama evet devlet elini yeterince güçlü biçimde uzatamadı. Görünen köy kılavuz istemiyor.
Biz, korku ve acı içinde yardım isteyenleri görüyoruz ama onlar sadece sosyal medyaya erişebilenler.
Çoğu insan o sosyal medya mecraları ve WhatsApp gibi uygulamalar sayesinde koşup gelen arkadaşları, akrabaları tarafından yani "kendi imkanlarıyla" kurtuldu.
Şu saatlerde ise donarak ölüyorlar.
Hükümetlerini, partilerini yani ekmek teknelerini savunmak için “Bakın ama bu olağanüstü büyüklükte çok sıra dışı bir deprem" argümanını kullanmayı pek güzel beceren, şu kıyametten bile "algı" çıkarmaya kasabilmiş yandaşlar kusura bakmasın, 13 milyonu etkilediği bilinen ve 10 ilde yıkıma neden olan bir depremde 3500 mehmetçik sayı itibarıyla yeterli değil.
Orada iş makinelerine ihtiyaç var, vinçlere ihtiyaç var, diyorsunuz ki yollar patladı intikal ettiremiyoruz. Makinenin, vincin ulaşamadığı yerde kas gücünün bilek kuvvetinin önemi daha da artmıyor mu? Mehmetçik demek bilek gücü demek. O halde sahi, neden TSK’dan bir 50-100 bin mehmetçik sevk edilmedi?
Bu bir vatan savunması değil mi? Vatan sadece "sınırlar" ya da "toprak" mıdır?
Vatan sadece uğruna kan dökülecekse mi vatandır? Bu coğrafyada vatanın üzerinde yaşamayı istemek lüks müdür?
Vakti geldiğinde kanını ve canını da istediğin misal zorunlu askere aldığın, parasını vergi olarak zaten tahsil ettiğin insanları "yaşatmak" vatan savunması değil midir?
Devlet vatandaşla yaptığı zımni mukaveleyi unutursa ne işe yarar?
Onca yetki, makam, apolet, imkan ve güçle donatılmış olmasının manası "günü geldiğinde koruma görevini de yapacak olması" değil miydi?
Bunun için OHAL’e ihtiyaç yok ki?
“Hızlı etkin verimli” diye savunduğunuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli'nin tek kişilik yürütme organı, 700 bin mevcudu olan TSK’ya, "100 bin askeri oraya kaydırın” diyecekti o kadar.
Neden yapılmadı bu? Engel olan neydi?
Dahası, Soma ve Amasya’dan bölgeye gitmek isteyen madenciler bu kararı kendi kendilerine aldılar, gönüllü olarak koordine olmaya çalıştılar ama 7 Şubat sabah saat 13.30’da halen gitmeye çalışıyorlardı.
Kurtulan ama evsiz durumda olan insanların soğuktan donmamasını sağlamak için Akdeniz ve Ege’deki oteller ayarlanabilir, evlerine giremeyen, kurtarılan hafif yaralılar ve çocukların otellere intikali sağlanabilirdi. Antalya’daki oteller direkt hizmete açılabilirdi. O da yapılmadı.
Suyun, sağlık kitlerinin, ilk yardım malzemelerinin, polar battaniyenin, çocuk bezi ve hijyen malzemelerinin fiyatlarını düşürmek, en azından fırsatçı ahlaksızların zam yapmasının önüne geçmek için ne yapıldı, nasıl bir karar alındı mesela?
Decathlon’a uyku tulumu için, LCW’ye şişme mont, kazak, çorap için, Unilever’e hijyen malzemesi için bir talep gitti mi "yukarı"lardan ?
Bu ülkeyi İRAP’la tanıştırmış, “İl Afet Risk Azaltma Planı” şeklindeki son derece ilerici bir yöntem ve çalışmayı Türkiye’nin gündemine sokabilmiş, risk azaltma önlemleri üzerine tonlarca doküman üretmiş bir hükümet, nasıl oldu da depremle mücadele işini dönüp dolaşıp "arama kurtarma"ya indirgeyen eski perspektife geri döndü? Nasıl bu kadar geriye gitti?
Yanlış imar kararlarının bir yaptırımı olacak mı? Malzemeden çalan müteahhidi bütün bu işleri denetlemeyen bürokratı sahici ve caydırıcı cezalarla yargılanırken görebilecek miyiz?
Acı o kadar büyük, sorular o kadar yakıcı ki kelimeleri tarif için kifayet ettiremiyoruz.
ELİMİZDEN GELEN TEK ŞEY AĞLAMAK OLDU
Acı o kadar büyük ki insan olarak belki de ilk kez, hayvanlardan daha donanımsız yaratılmanın çaresizliğini yaşıyoruz.
Sosyal medyadan kah hıçkırarak yakını için kah telaş içinde göçük altında video ya da yazılı mesajlarla kendisi için yardım isteyen insanları izleyip izleyip ağladık. Elimizden sadece o kadarı geldi. Kedi olsalar zıplarlardı, kanatları olsa uçarak kaçarlardı, pençeleri olsa tırmanarak çıkarlardı, yunus balıkları gibi sonar sistemleri olsa daha etkin bir haberleşme ağları olurdu, sürüngenlere has kıkırdak dokuları olsa, boşlukların içinden kayarak kurtulurlardı ama insan, hiçbiri değil.
COĞRAFYA KADERMİŞ SAHİ... ÇARESİZLİĞE İCBAR EDİLMENİN İTİRAFIYMIŞ BU...
İnsan yeteneklerini ve gücünü abartan bir varlık.
Öyle olmasa sırf ayakta duruyor diye yere 90 derece açısı olan her binanın sağlam olduğunu düşünmezdi.
İnsan kendi türüne ihanet eden bir varlık. Öyle olmasa, ilk darbede sıvılaşacak tarım arazilerine imar verip, üzerine bir de malzemeden çalarak yaptığı mezarları, ev diye pazarlayıp satmazdı.
İnsan verdiği kararların dolaylı ve ölümcül sonuçlarına dair sorumlulukları almayan bir varlık. Öyle olmasa sözde denetim raporlarına o imzalar atılmaz, bu kadar çok bina yıkılmazdı.
Coğrafya kadermiş sahi. İlkellikle, ihmalkarlıkla, aç gözlülükle, emanete hıyanetle ve tüm bunların üzerini kapatan hamasetle bir çaresizliğe icbar edilmenin itirafıymış bu. Kan kokan bir cümleymiş.
- Ankara erken mi sevindi?5 dakika önce
- Trump'ın kazanması Türkiye'yi kuzey Suriye konusunda hareketlendirecek mi?56 dakika önce
- Suruç'ta beliren çözüm, büyük barışın habercisi olsun1 hafta önce
- Silahlar susmadan demokrasi gelir mi?1 hafta önce
- Bahçeli'nin tarihi çağrısı ve TUSAŞ saldırısı2 hafta önce
- 12 yıl önce ölseydi?2 hafta önce
- Yenidoğan skandalına karışan 17 hastane neden hala açık?2 hafta önce
- DEM'in kendisine ait bir iradesi yoksa devlet iradesi olanı işe almalı3 hafta önce
- Yeni dönemin motivasyonu duygusal değil bölgesel3 hafta önce
- "Kadını öldürmek daha kolay" diye mi?1 ay önce