Olm slk msn $$$'ları StTropez'de harcsna
Ta ne kadar zaman önce Osman Kavala’nın havalimanında gözaltına alındığı haberini ilk duyduğumda aklımdan "Herhalde St Tropez’den dönüyordu," diye geçti. Zengin ya, bizdeki zengin algısı da böyle ya… Yazın doktordan bile randevu almakta zorlanıyordum, hafta sonları (yani dört gün) teknede olduğu için.
Kavala meğerse Gaziantep’ten dönüyormuş; hiç havalı değil. Daha da havalı olmayanı oraya Suriyeli mültecilere yönelik bir kültür-sanat programı geliştirmek için gitmiş olması. Fransız Riviera’sına gitmiş olsa büyük ihtimalle tutuklanmazdı. Ama o zaman da -iyisiyle kötüsüyle- Osman Kavala olmazdı.
Batı’nın aşina olduğu ama Türkiye’ye hala sıra dışı gelen bir işadamı prototipi Kavala. Zenginlerin servetlerinin büyük bölümünü hayır işlerine harcamalarına alışığız, ama özellikle liberal davalara destek vermelerine, bu paraları “zararsız” okul, hastane inşaatlarındansa -hiç itirazım yok- siyasi bir idealizme harcamalarını hala yadırgıyoruz. Çoğul kullanıyorum, çünkü Osman Kavala’ya yönelik kuşkuculuk Türkiye’de kurulması zor bir koalisyon oluşturdu. Ondan hem muhafazakarlar hem de ulusalcılar eşit derecede nefret ediyor. Bu nefretin temelinde ise hayal edilmiş bir korku var.
SAFLIK DERECESİNDE İDEALİZM
Birinin idealist olabileceği, kazandığı serveti inandığı bir davaya harcama isteğindeki samimiyetin arkasında illaki komplo teorisi aranıyor. Oysa Kavala’nın idealizmi, tabiri maruz görün, neredeyse salaklığa varan bir saflık düzeyinde. Yıllardır kumbarasını Türkiye’yi biraz da demokratikleştirmek için kırıyor, ama bir milim ilerlemediğimiz gibi sürekli geriye gidiyoruz. Düz mantık bile her sivil toplum yatırımından para kaybeden birinin bırakın ülkeyi karıştırmak, yakın tarihin en büyük toplu protestosuna poğaça göndermek dışında bir katkısı olmayacağını kabul eder.
Kavala inatla tiyatro organize edilsin diye para harcıyor, toplantı yapmak isteyen sivil toplum kuruluşları veya siyasi partiler otellerin balo salonlarına on binlerce lira vermesinler diye onlara bedava mekan temin ediyor, tanıdıkları heves edip otel-lokanta işine girip batırınca kıyamıyor, mekanı satın alıyor. Kitap, dergi yayımlansın, beş yüz kişi de olsa belki birileri okur diye yayınevi finanse ediyor. Onun bonkörlüğünü keşfeden bir kesim Türk entelektüeli de bu banka hesabını ve iyi niyeti istismar etmekten çekinmiyor.
Entelektüel dünyaya gözlerimi Cihangir’de açtım sayılır. Orada kalsaydım belki Osman Kavala benim de aşırı şatafatlı yaşam tarzımı, gardırobumu finanse ederdi diye zaman zaman hayal etmiyor değilim. Onu ikna edecek politik bir kulp da bulurdum biraz düşünseydim lüks harcamalarıma. Yeniden tutuklanmasına bu yüzden de çok kızdım: Bugüne kadar telefonla konuşmuşluğum bile yok ama birlikte alışverişe gitmek istiyordum.
Kesin olarak bildiğim bir şeyse birçok entelektüeli finanse etmesinden daha hayırlı olacağıdır paralarını bana vermesi. Çünkü Osman Kavala’nın desteklediği entelektüel düşünce tarzı Türkiye’ye çok zarar verdi, ülke yönetiminde de yer alan çok kişiyi yanlış yönlendirdi, kuşakları zehirledi. Ama bunun hesaplaşması da yine entelektüel boyutta olmalıydı: Yanıltıcı liberalizme karşı tezler öne sürerek, entelektüel tartışmanın çıtasını yükselterek. O da olsun, başkaları da.
Kavala karşıtları toplumsal tartışma çıtasını yukarı çekmek yerine hemen hemen tüm mesailerini yarattıkları hayali düşmana farazi misyonlar yükleyemeye harcıyor.
HALA AKILLANMADI
Normal şartlarda bir insanın başına gelenlerden ders alması, yoğurdu üfleyerek yemesi falan gerekir değil mi? Hiç değilse şevkinin kırılması kaçınılmazdır. En azından tamamen saf ve iyi dileklerle giriştiği işlerin bedelinin tutuklanma olması karşısında “Lanet olsun, değmez bu ülkeye,” deyip ilk uçakla -tercihen özel uçak- bir başka kıtaya gitmeyi planlardı. Bu da son derece anlaşılır olurdu. Oysa o kaldı. 15 Temmuz’da gerçekten rol sahibi olanlarınsa izine rastlanamıyor, Almanya’dan ABD’ye birçok yerde Türkiye aleyhine çalışıyorlar hala.
Kaldığı gibi akıllanmadı da, zira New York Times’a yazdığı makalede hapisteki hücresinde “cep telefonu, e-mail’lerin karmaşasından uzakta okumaya ve düşünmeye fırsat bulduğunu” ve “Anadolu Kültür’deki arkadaşlarıyla yeni projeler için çalışmayı hayal ettiğini” anlatıyordu geçen sene. Hayali St. Tropez’de yat değil kısacası; hala idealist ve hala saf.
Dün, Osman Kavala’nın yeniden hapse atıldığı haberini okuduğumda önüme bir son dakika gelişmesi daha düştü. Yıllardır servetini (milyarlarca dolar bazında) dünyada liberal davalara harcayan (evlilik eşitliğinden Vietnam’da motosiklet kaskı kullanılmasına) Michael Bloomberg’in ABD başkan adaylığı giderek gerçek olmaya daha yaklaşıyor gibi. Ne diyeyim, sivil toplumculuk sivil toplumlarda olur.
*
Virüse çareyi Hürriyet buldu
Pazar günü Wuhan Corona virüsünden ölen kişi sayısı dünya çapında 1770’ye çıktı, bunların birçoğu Çin’de bulunuyor. Aynı gün Çin’de 1900 kişinin daha virüse yakalandığı tespit edildi, böylece virüsün bulaştığı insan sayısı Çin’de toplam 58 bin 182 oldu. Dünyada ise 71 bin 204 vak’aya rastlandı şu ana kadar.
Tıp dünyası hızla yayılan bu virüsün önüne geçmeye çalışıyor, bütün ülkeler panikte ama hala bir çözüm bulunamadı.
Ama Hürriyet’teki “medya doktoruna” sorarsanız ağzınızı tuzla suyla çalkalarsanız virüsten korunabiliyormuşsunuz. Hurafelere inanılmamasını söyleyen doktor özellikle uyarıyor: sirke değil tuzlu su. E keşke Hürriyet okusaydı 1770 insan, belki hayatta kalırlardı!
Bu gazetenin kaçıncı bilgi kirliliği bu, artık insanın midesi kaldırmıyor.
Dünya Sağlık Örgütü tuzlu suyun virüse karşı korunmada hiçbir işe yaramadığını açıkladı. Johns Hopkins Üniversitesi’nin tıp fakültesi de benzer uyarıyı yaptı. Dünyanın bütün önde gelen inandırıcı tıp uzmanları tuzlu suyun bu virüse karşı bir palavra olduğunu açıklıyor.
Bu gazetenin “zakkum suyu” haberlerini hatırladım.