Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum, ama İstanbul’da medya-iş dünyası-sanat-akademi herkesin birbirini tanıdığı küçük bir dünya ve bir şekilde hepimizin yolu kesişiyor. Gazeteciliğin de en az yüzde 50’si ilişki kurmak, o ilişkileri gerektiğinde kullanmak. O yüzden tanıştıktan sonra muhabbetin ilerlemesi, zaman zaman görüşmek, arada sırada telefonlaşmak biraz da bu işin parçası. Aynı zamanda sempatik de biri, muhabbeti hoş; her seferinde bir başkasına anında aktarılacak bir tespiti ya da esprisi oluyor. Onunla dostluk kurmaktan memnunum. Ama o bu dostluktan tam olarak ne anlıyor, hala emin değilim.

        “Görüşelim,” diye telefonlaştığımızda “Bu akşam bir kanala çıkıyorum, çıkışında görüşebiliriz,” diyor mesela. Elinde tuzlukla hangi televizyon programına çağrılsa gidiyordu bir aralar, ama bu programlar da genelde gece yarıları bitiyor. O saatten sonra mı görüşeceğiz? Yaşıtım, akranım, yakın arkadaşım da değil ki çıkışta bir barda ya da gece kulübünde buluşalım. O saatte açık pastane de yok, işkembeciye gitmeyi kastettiğini de zannetmiyorum. Belli ki eve gelmek istiyor, aynen aklına koyduğu gibi program çıkışı telefonla arıyor. Açmıyorum elbette.

        Bir başka sefer, gündüz yanına uğruyorum, bana kütüphanesini gösteriyor, kitaplardan konuşuyoruz. Sonra bir ara beni kendisine çekiyor ve boynumdan öpüyor. Boynumdan öpmesini istediğim biri değil ama açık söyleyeyim rahatsız da olmuyorum. Sadece komiğime gidiyor ve gülüyorum. Komiğe gidip güldüğüm için de arkadaşlarıma anlatıyorum ve birlikte gülüyoruz, “Tacize uğradım,” diye.

        REKLAM

        GÜÇ DENGESİ

        Tacizin şakası olmaz, olmamalı. Bu anekdotu anlatırken bile taciz mağdurlarından özür diliyorum. Ama ben kendimi tacize uğramış hissetmedim, çünkü bir erkeğe –her erkeğe olmasa da bu durumdaki erkeğe– karşı kendimi koruyacak güce ve cüsseye sahibim. Yaşını başını almış, belki tam cinselliğini yaşayamamış birinin acıklı bir flörtleşmesi olarak yorumluyorum başıma geleni. Rahatsız olmadım, ilişkimi kesmedim, ama yine de gece yarısı eve çağırmam. Kütüphanesine yine giderim…belki…emin değilim...

        Taciz vakalarında güç dinamiği belirleyici. Hem fiziksel hem de nüfuz alanı olarak güç. Harvey Weinstein amiyane tabirle –veya gay lingo’suna göre– tam bir ayı mesela, ama aynı zamanda insanın kariyerini bitirecek ya da başlatacak güce sahipti. Fiziksel olarak da taciz ettiği kadınların üç-dört katı cüssesiyle onların kariyerine yön verecek kilit bir noktaydı.

        #MeToo hareketinin ortaya çıkışı da yetişkin insanların flörtleşmeleri, cilveleşmeleri değil, güç sahibi erkeklerin konumlarının arkasına yaslanarak tacizi kendilerine hak görmeleri. Eşit ilişki kurdukları kadınlara yapamadıklarını yanında çalışanlara yaptı #MeToo’nun hedef aldığı erkekler. Çalışanlarının yanında çırılçıplak dolaşan haber sunucusu, asistanın önünde mastürbasyon yapan komedyen, yanında çalışan muhabirlere sarkıntılık eden büro şefi gazeteci… Güçlerini konumlarından alarak saldırganlaştılar.

        Ancak illaki konum da gerekmiyor bir erkeğin kadını taciz etmesi için. Çoğu zaman erkek bir kadından fiziksel olarak daha kuvvetli; boyu daha uzun, daha güçlü, beden diliyle bile kadını ezebilecek kadar baskın. Aynı ortamda baş başa bulunan bir kadının karşısındaki erkekten otomatik olarak tedirgin olmaması çok zor. Bu bir ön şart, önyargı ya da paranoya da değil; haklı bir tedirginlik. Ama önyargılar da boşuna oluşmuyor, çünkü konumu olmasa da sadece erkek olmasına güvenen iğrençleşmeyi kendilerinde hak gören bir tür var, bu erkekler de çoğunlukta. Boyuna cüssesine bakmadan, sadece önündeki ufacık çıkıntıya dayanarak taciz etmeye kalkan iğrençlikte erkekler de tanıdım. Genelde erkek böyle aşağılık bir tür, bu yüzden de “Ne kadar güzelsin, çok şıksın, çok tatlısın, saçın harika olmuş,” cümleleri bile her zaman masum değil.

        REKLAM

        GAZETECİNİN SORUMLULUĞU

        Bu yüzden kadının beyanı esastır, deniyor. Ama bu cümle “Kadın ne derse doğru söylüyor,” diye yorumlanmalı mı, emin değilim. Üstü çıplak deri kıyafetli erkeklerin İstanbul’un bir liman semtindeki hayali eyleminin kadın beyanı olduğunu hatırlatırım. Öte yandan, erkek egemen dünyada isyanlarının sonuçsuz kalacağını haklı olarak düşünen kadınların sosyal medyada seslerini duyurmaları da bir çıkış yolu.

        Bu noktada özellikle gazetecilerin yapması gereken her söylenene körü körüne inanmak değil, her iddiada olduğu gibi bu ifşaları da sonuna kadar sorgulamak. “Kadının beyanı esastır,” sorgusuz bir kabul değil, ciddi bir iddianın araştırılması için bir çıkış noktası olmalı.

        *

        Not: Medyada taciz meselesini çok önce yazmıştım, bu iki yazıyı tekrar hatırlatmak istiyorum.

        Bir taciz haberi nasıl yapılır

        Bir taciz haberi nasıl yapılır
        0:00 / 0:00

        Hasan Ali Toptaş’ı tanımıyorum, tek bir kitabını dahi okumadım. (Şeffaflık adına not: Eski menajeri yakın arkadaşım; taciz iddialarından sonra onunla çalışmayacağını açıkladı.) Toptaş hakkındaki iddiaların sahibi hakkında da hiçbir bilgim yok, ilk kez adını duydum. İntihar eden bir başka yazarın adını da daha evvel hiç duymamıştım.

        Hiçbiri kim bilmiyorum, ama medyanın taciz iddialarını iyi yönetemediğini biliyorum. Ergenekon da alakasız isimleri hedef alarak başlayıp katlanarak büyümüş, bir süre sonra herkes Ergenekon’cu diye hapse atılmaya çalışılmıştı. Bu iddiaların yalan olduğunu kanıtlandı, ama arada onurlu insanlar hayatını kaybetti, aileler dağıldı, birikimler yok oldu, itibarlar zedelendi. Bugünlerde CHP’den başlayan bir taciz dalgası başlatılmaya çalışılıyor gibi bir hava var.

        FETÖ bağlantısı var mı?

        Taciz iddialarını başlatan hesabın FETÖ bağlantılı olması bir soru işareti. Bu hesabın apar topar ortadan kaybolması bir başka kuşku uyandırıcı nokta. Daha evvel Fuat Avni adlı kompozit bir palavracının peşine takılan medya “twitre” çukurunda her karşısına çıkanın üzerine atlamaması gerektiği konusunda hiç ders almamışa benziyor.

        Toptaş’a yönelik iddialar pek FETÖ komplosuna benzemiyor, daha çok ABD’de moda olan “İptal kültürü”nün bizdeki yansıması gibi. Sosyal medya bir mahkeme kuruyor, yargısız infazla doğru ya da yanlış olmasına bakılmaksızın kelle alınıyor. Kurban piyangosu her hafta bir başkasına vuruyor. Ama sadece sosyal medya kaynaklı diye yok saymak da doğru değil.

        Gazetecinin bu aşamada tek bir görevi var: İddianın peşine düşmek.

        Bunun yolu taciz iddiasını ortaya atan kadına telefon açıp, bir de hedef olan yazarın görüşünü almak kadar basit değil. Bu işin kolayı, ya da Türkiye’deki gazetecilik. Bir de lüzumlu-lüzumsuz insanlar da sanki bilir kişiymiş gibi görüş beyan ediyor, bu görüşler medyada haberi yapanın görüşüne göre yer alıyor.

        Harvey Weinstein’ın sonunu hazırlayan New York Times muhabirleri Jodi Kantor ve Megan Twohey’nin yazdığı “She Said” kitabı taciz haberlerinin nasıl ele alınması gerektiğine bir el kitabı olarak da okunabilir. Kitabın daha ilk başında iki muhabir haber kaynaklarına nasıl yaklaşmaları gerektiğini yazdıkları e-mail’de hangi kelimeleri seçmelerine kadar ayrıntılı bir şekilde tartışıyorlar.

        Herkes bir başkası hakkında bir iddiada bulunabilir; bu iddialar her zaman doğru olacak anlamına gelmiyor. “Dedi ki” noktasını aşmak için iddianın derinlemesine araştırılması, dönemin tanıklarıyla, iki tarafın yakınlarıyla, iş arkadaşlarıyla konuşulması, duvar kağıdının renginden ikametgah kayıtlarına kadar ayrıntılı bir inceleme yapılması şart. Gazetecinin soracağı en önemli soru da araştırdığı konunun tekil bir hadise mi yoksa bir alışkanlık mı olduğu.

        Belki yıllar sürecek bir inceleme gerekiyor.

        Öyle bir-iki günde, masa başından, telefonla ya da “twitre”den olabilecek bir iş değil bu. Gazetecinin yüzüne pek çok kapının kapanacağı, varsa eğer tanıkların konuşmak istemeyeceği, ikna edilmeleri için her kelimenin teker teker seçileceği, kapıların ısrarla çalınacağı aylar, belki yıllar alacak sancılı bir mesai. Belki bu araştırmanın sonucu hiçbir yere varmayacak. Belki de zamanı gelecek. Ama sabırlı bir inceleme şart. Gazeteci bulgularını ancak şüpheye mahal bırakmayacak noktaya geldiğinde yayımlama hakkına sahip — ki kimse itiraz edemesin, doğruluğunu sorgulayamasın, taraf olamasın. Harvey Weinstein’in, Bill Cosby’nin sonu böyle geldi.

        Böyle olması gerekiyor, ince eleyip sıkı dokunması şart çünkü ortada bir insanın hayatı söz konusu. Ne sosyal medya, ne gazeteciler herhangi birinin hayatıyla bu kadar kolay oynama hakkına sahip.

        Türkiye’deki bir haftalık taciz iddiası şimdiden bir can aldı, bir yazar da şimdilik iptal olmuşa benziyor.

        Üst kattaki banyo kafamı karıştırdı

        Üst kattaki banyo kafamı karıştırdı
        0:00 / 0:00

        Taciz konusunda kim doğru söylüyor, bilmiyorum. Gazeteciler işlerini doğru yapsaydı ayrıntıları okuyup bir yargıya varmak mümkün olabilirdi. Ama şu aşamada sadece birinin dediğine karşı bir başkasının yanıtı var karşımızda. Bu durum her iki tarafa haksızlık yapmaya imkan tanıyor.

        Bu süreçte Hasan Ali Toptaş’la ilgili bambaşka bir soru işareti oluştu kafamda: Türkiye’nin en büyük yazarlarından biri olarak anılmasına rağmen kendisini ifade etmekte nasıl bu kadar aciz?

        İlk açıklaması, “eril faillik” ifadesi, o tek bir paragraf felaketti. O açıklamadan sadece özür dileyip suçunu kabul ettiği anlamı çıkıyordu. Ama meğerse özür dilerken suçunu kabul etmiyormuş, bunu da Pazar günü Milliyet’e söylüyor.

        Aynı söyleşide şöyle bir ifade var: Ben saldırmışım da o banyoya kaçmış ve kapıyı kilitlemiş, tümüyle yalan. Bir kere ev dubleks bir ev ve banyo üst katta. Üst kat da kullanılmıyor.”

        Nasıl yani?

        Eve misafirliğe gelen biri tuvalete gidemiyor mu? Üst kat kullanılmıyorsa evde yaşayanlar banyoya gitmiyor mu? Burası Paris apartmanı da değil ki tuvaletle banyo ayrı odalarda olsun, Ankara’da bir daire sonuçta. Alt katta tuvalet, üst katta banyo mu var? Böyle olsa bile Türkçede pek çoğumuz “tuvalet” yerine “banyo” diyoruz — galiba daha kibar sayılıyor. Oysa hiçbirimiz bir başkasının evinde yıkanmıyoruz misafirliğe gittiğimizde. En azından çoğu zaman.

        Evin banyosu üst kattaysa ve alt katta küçük tuvalet varsa, tacize uğradığını söyleyen kişi kendisini küçük tuvalete kapattıysa ve “banyo” dediyse yalan söylüyor sayılmaz doğrudan.

        Ne demek istiyor bu üst kat alt meselesiyle Toptaş? Neden kafa karıştırıyor?

        Her ayrıntının önemli olduğu böylesi bir iddia karşısında kendisini savunurken nasıl bu kadar dikkatsiz olabiliyor? Eksik ifade, yanlış anlaşılma gibi bir lüksü yok.

        Diğer Yazılar