Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hemen hemen 20’li yaşlarının tamamı sabaha kadar müzik yapan kulüplerde geçmiş, hafta sonları eve uğramamış, nerede bir “after” varsa kovalamış biri olarak önceki gün Resmi Gazete’de yayımlanan müzik yasağını desteklediğimi söylemeliyim. Asıl amaç gürültü kirliliğiyle savaş olmayabilir, pandemi bahanesiyle başlayan eğlence yasaklarını düzenli hale getirmektir belki esas niyet. Bu düzenleme yüzünden müzik sektöründen hayatını kazanan, eve ekmek götüren, komiden ses teknisyenine, sahne şarkıcısından otopark görevlisine kadar herkes yara alacaktır. Ön provasını geçen yaz gördük. Bu yasakla birlikte şehirlerimiz biraz daha renksizleşecek. Unutulmaz geceler, sabaha karşı bir mekandan çıkıp mantıcıya ya da kebapçıya gittiğimiz ve saçma sapan sohbetler ettiğimiz o anları yeniden yaşama ihtimalimiz nostaljiye hapsolacak. Özünde uyumayı sevmeyen, sabahlara kadar oturmayı adet edinen bir ülke – en azından ülkenin bir kesimi – için gece daha yeni başlamışken bitecek.

        Ama sesin kesilmesi gerekiyordu çünkü artık gürültü kirliliği özellikle yaz aylarında dayanılmaz bir hal almaya başladı. Akşam yemeği saatinde bile bangır bangır müzik çalınması normal karşılandı. Milyonlarca dolara satılan taş evlerin yanında açılan mekanların türkü bar’ı andıran gürültülerinden insan uyuyamaz oldu. Butik oteller ve gece kulüpleri birbirine girdi, otel sahipleri komşularını şikayet etmeye başladı. Dahası kurşunlar havada uçuştu, insanlar hayatını kaybetti. Sesin kısılması lazımdı, ama böyle tepeden inme bir yasakla olmak zorunda değildi.

        REKLAM

        ASLINDA HERKES HAKLI

        Türkiye’deki gürültü şikayetinden sadece Bodrum ya da Çeşme’de yazlığı olanlar da değil Mick Jagger bile şikayetçi. Yıllar önce Ahmet Ertegün’ün davetiyle Türkiye’ye geldiğinde Bodrum Marina’nın karşısındaki o muhteşem evde huzur içinde kalamamıştı. Çünkü yan komşu sabaha kadar yüksek sesli müzik yapan bir açık hava mekanıydı. Ertegün yıllarca misafirlerine Türkiye’yi yeteri kadar tanıtmamakla eleştirilmişti, ama herhalde Mick Jagger’ı o güzel evinde ağırlayıp uykusunu Of Aman Nalan şarkılarıyla kaçırmanın misafirperverlik olmayacağını biliyordu.

        Aslında Ertegün’ün şikayeti Türkiye’de gürültü kirliliğinin nedeni hakkında incelenesi bir vaka. Bütün çarpıklıklar bu tek örnekte gizli. Bodrum’un en güzel evlerinden birine sahipsiniz ve bu güzel evi dünyanın en önemli starlarıyla paylaşmak istiyorsunuz. Ama yan komşunuz bir açık hava işletmesi ve sabaha kadar müzik çalmanın kendi hakkı olduğunu düşünüyor. Müşterisi de ondan bunu talep ediyor ve ses sonuna kadar açılıyor. Ev sahibinin uyumaya, mekana giden müşterinin eğlenmeye, mekan sahibinin de para kazanmaya hakkı var. Hepsi kendi açısından haklı. Haksız olansa Türk şehir planlamacılığı. O mekanın evin yanına açılmasına izin veren yetkililer.

        Yazları çoğunlukla Çeşme’de geçirdiğim için bu “zoning” (bölgelendirme) probleminin daha doğrusu “zoning” olmamasının nelere yol açtığını yakından görüyorum. Normal şartlarda iyi bir şehir planlamacısı ya da belediye yetki alanındaki bölgeleri işlevlerine göre böler, böylece çatışma çıkmasını engeller. Bir otelin yanında gece kulübünün açılması mantığa aykırı, birinden birine izin verilmemesi gerek. Benzer şekilde mesken ağırlıklı bölgelerde de işletmelere lisans verilememesi gerekiyor. Oysa Türkiye’nin tamamında Ertegün’ün evinin yanındaki bar gibi hiçbir planlama olmadan, üzerinde düşünülmeden birbiriyle çatışan binaların bulunduğu çok sokak var. Çoğu da açık hava işletmesi.

        REKLAM

        Alaçatı’da geceliği üç-beş yüz Euro’ya oda satan bir otelin müşterileri için yan komşudan gelen müzik sesi gerçekten eziyet. Müziğin gece yarısı kapanması da bir çözüm değil, zira geçen yaz başlayan bu uygulamada bu yasak sayesinde gürültü kirliliği sadece daha erkene çekilmiş oldu. Akşam yemeğinde karşılıklı sohbet etmek bile mümkün değil. Dahası, gürültü kirliliği sadece bir mekanla yan komşusu arasındaki bir sorun da değil. Türkiye’deki işletmeciler ses açmakta sınır tanımıyorlar.

        ŞEHİRLERİ YENİDEN PLANLAMAK

        Bu çarpıklık yasaklarla çözülemez. Yasaklar asıl problemin üzerine geçici bir yama olarak yerleştirilir, bir süre sonra da disipline meyilli olmayan Türk halkı tarafından esnetilir. Asıl problem şehirlerin yeniden düzenlenmesinden ve bölgelere ayrılmasından geçiyor.

        Ülkeyi yönetenler planlı bir program uygulayıp bugüne kadar eğlenceyi belli bir bölgeyle sınırlı tutmadı, aksine insanların sadece evlerinin olduğu mahalleleri gece çıkılan yerlere dönüştürdü. Eskiden dışarıdan hiç kimse Nişantaşı’na gitmezdi örneğin, sonradan lokantalar ve kulüpler için uğranan gözde bir semte dönmüştü. Bebek de sadece yaşayanların mahallesiydi, tıpkı Arnavutköy gibi. Ama buralar da yaşayanların rızasına aldırış etmeksizin genişletildi. Oysa kendi karakterlerini korumalarına izin verilmeli, çarşıdaki birkaç ufak işletme dışında buraların birer çekim merkezine dönüşmesinin önüne geçilmeliydi. Şimdi iş işten geçti, çok geç, nasıl buralara yatırım yapanları kovacaksın?

        20 yıldır ülkeyi ve şehirlerini yöneten iktidarın kentleri bölgelere ayırma konusunda hiçbir adım atmadan yasağa başvurması haksızlık. Sahilleri ve tatil bölgelerini yöneten CHP’li belediyeler kısıtlama yerine genişletme politikası güttüler: Alaçatı’nın küçülmesi gerekiyordu, hala büyüyor örneğin.

        Zor olan da bu. Ama olması gereken şehirleri eğlence, iş merkezi, yaşam alanı diye bölmek. Böylece okulun yanında gece kulübü, huzurevinin alt katında diskotek, butik otelin yanında canlı müzik mekanına gerek kalmaz. Her şehrin bir “barlar sokağı” illaki vardır, gerekirse bir sokak ona göre düzenlenir ve gürültünün oranın dışına çıkmasına izin verilmez. Biz uyuyamıyoruz, bari ele güne karşı rezil olmayalım diye olur da bir gün Mick Jagger yeniden gelirse huzur içinde bir gece geçirir arkadaşının evinde.

        Terim'e elveda

        Terim'e elveda
        0:00 / 0:00

        Fatih Terim’le meselem kişisel. Bugüne kadar sadece bir kere yan yana geldik, onun ötesinde bir muhabbetimiz yok. Herkes gibi televizyondan tanıyorum. “Televole” yıllarında siyah pantolon altına giydiği kahverengi ayakkabıların başlattığı futbol modasından beri yakından takip ediyorum, onun hayatımızda olduğu yıllar içinde de sayısız yazı yazdım. Meselem kişisel çünkü Terim benim sadece Galatasaray’la ilişkimi değil, futbolla ilişkimi kopardı. Büyük başarıların ardından Galatasaray’a yeniden dönmesi gündeme geldiğinde kendi kendime bir söz vermiştim: bu olay gerçekleşirse sadece Galatasaray’ı değil, futbolu da takip etmeyi bırakacaktım. Kendi kendime tutabildiğim sözlerden biri oldu bu. Ne Galatasaray’ın ne de futbolun umurunda tabii ki. Ama Fatih Altaylı’nın dünkü yazısında verdiği rakamlardan ne kadar doğru karar aldığımı anladım. Terim’in bedeli kulübe ve futbola ağır oldu.

        Futbolu takip ettiğim yıllarda sık sık Florya’ya gider, idmanları takip eder, zaman zaman futbolcularla da söyleşi yapardım. O günlerin birinde Fulya Terim’i bir apartmanın birinci kat balkonundan birilerine talimat verirken görmüştüm. Otoriter, kendine güvenli, tepeden bakan bir tavrı vardı. Az sonra aynı apartmana girecek Fatih Terim onun yanında ezilmiş, büzülmüş bir figür gibiydi. Bir arkadaşımla süpermarket dönüşü arabayla geçerken gördük, gözlemledik. Sonra kendi kendimize bu sahne üzerine senaryolar kurmaya ve gülmeye başladık. “Acaba az önce uğradığımız süpermarkete Fulya Terim de gidiyor ve eşine Dush Das ve Fa marka vücut şampuanları alıyor mudur,” yaptığımız manasız esprilerden sadece biriydi.

        REKLAM

        Terim’in Galatasaray’dan gönderildiğini duyduğum günden beri o balkon sahnesi ve Dush Das aklıma geliyor, kendi kendime gülüyorum. Bilmiyorum, belki bir yerlerde bir çağrışım, bir mesaj gizlidir. Belki Fatih Terim okyanus kokulu bir şampuanla uzun bir banyo yapsa biraz rahatlar, bu kadar gergin biri olmazdı. Kim bilir… Dush Das ve Fa hala var mı, bilmiyorum. Ama Terim çiftinin süpermarket alışverişine ilk kez bolca vakitleri var.

        Yine de Galatasaray’dan gönderilmesi hayatımızdan da gittiği anlamına geliyor mu acaba?

        Daha evvel de birkaç kere gitti. Hatta defalarca yazdığım gibi bir keresinde takımdaşlık konferansında kendi başarılarını sahnede anlatırken işine son verildi. Ama çeşitli şekillerde hep ödüllendirildi. Bakarsınız yine Milli Takım’ın başına geçmiş veya televizyonda bir spor programında özel yorumcu olmuş. Bu gibi karakterlerin bellekten silinmesi de göz önünden gitmesi de kolay olmuyor. O yüzden Terim’li yıllara “bitti” diyemiyorum.

        Bunca sene onun hakkında yazılabilecek her şeyi yazdığım, ona – yöntemlerine, kendini beğenmişliğine, taktiğine, diline, duruşuna – ilk günden beri istikrarlı bir şekilde karşı çıktığım için de eski defterleri açıp geçmişten yazıyı günümüze taşımak istemiyorum. Zaten duruyor. Tek yaptığım hatırlatmak olabilir. Normal şartlarda gazete yazısının ömrü çok uzun değildir. Gelişmeler başka türlü şekillenir, yazan kişinin görüşü değişir, yazıldığı sırada doğru görünen sonradan yanlış çıkıverir. Dün Fatih Terim’le ilgili yazdığım iki yazıyı okudum, son kullanım sürelerinin geçmediğini fark ettim. Kendisiyle bir daha görüşmeme dileğiyle vedalaşırken bu iki yazımı paylaşmak isterim. Uzatmalar çok uzamıştı.

        UNUTMADAN

        Dayanamayacağım, bir eski yazımı daha paylaşacağım. Fatih Terim’in Alaçatı’da kebapçı bastığı günün detaylarını. Bu olay da unutulmaya yüz tuttu diye korkuyorum ama olaydan bir yaz önce Alaçatı’da sokak köpeklerini öldürttüğü söylenen Terim’in adı bir sonraki yaz da kebapçı baskınıyla gündeme gelmişti. Bence “İmparator”un şahsi tarihinde Süper Kupa kadar anlamlı bir dönüm noktası.

        Diğer Yazılar