Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Filmekimi’nde seyretmek istediğim 10 film
        1


        (EO)

        2015’teki ’11 Minut’dan bu yana sinema filmi çekmeyen Polonyalı usta sinemacı Jerzy Skolimowski, geçtiğimiz Cannes Film Festivali Jüri Ödülü’nün yanı sıra Film Müziği Ödülü’nü kazanan ‘Aİ’ ile geliyor karşımıza. Skolimowski, hayatı boyunca kendisini ağlatabilen tek film olan Robert Bresson’un 1966 tarihli klasik filmi ‘Rastgele Balthazar’dan (Au Hasard Balthasar) esinlenerek yazdığı ‘Aİ’de Polonya’da bir sirkte doğan bir eşeğin hikâyesini anlatıyor. Masumiyetin simgesi olan eşek, iyi ve kötü insanlarla tanışıyor, felaketlerin yanı sıra güzel olaylarla da karşılaşıyor. ‘Eşekler yumuşak, narin, saygılı, kibar, sadıklar. Anı dibine kadar yaşıyorlar. Asla kendilerini beğenmiş değiller, mükemmel oyuncular’ diyen Skolimowski’nin filminin Polonya’nın Oscar adayı olduğunu da belirtelim.

        2

        Aşkın Ateşi

        Dünya prömiyerini geçtiğimiz şubat ayında Sundance Film Festivali’nde yapan ve o tarihten sonra dolaştığı festivallerde ödüller kazanmayı sürdüren ‘Aşkın Ateşi’, 2022’nin en iyi belgesellerinden biri olarak gösteriliyor. Film Fransız biliminsanları Katia ve Maurice Krafft’ın eşi benzeri olmayan aşk hikâyelerini anlatıyor. Çift, dünyanın farklı ülkelerindeki aktif yanardağların zirvesinde ve tehlikeli lav nehirlerinin yanında yaptıkları film ve fotoğraf çekimleriyle tanınıyor. Sara Dosa’nın yönettiği ‘Aşkın Ateşi’, Krafft’ların 1970’ler ve 1980’lerde 16 mm formatında çektikleri 200 saati aşkın görüntülere yer veren ilk belgesel olma özelliğini taşıyor. Yönetmen Sara Dosa, filmini şu sözlerle anlatıyor: ‘Olay yalnızca Maurice ve Katia’nın ilişkisi değil. Onlar ve yanardağlar arasında bir aşk üçgeni neredeyse. Yanardağsız Maurice ile Katia diye bir şey yok. Bu durum da beni insanın doğayla ilişkisi, doğanın aklı, yaratım ve yok oluş, aşk ve hayat, her şeyin anlamını sorgulayan bir araştırmaya yöneltti. Yanardağlar bizim bir aşk hikâyesi anlatma dilimiz oldu.’

        3

        Ayrılma Kararı
        (Heojil Kyolshim)

        En sevdiğim Güney Koreli yönetmenlerden biri olan, Türkiye’de ‘İhtiyar Delikanlı’, ‘Kan Arzusu’ ve ‘Hizmetçi’ gibi filmleriyle tanınan Park Chan-wook’un yeni filmi ‘Ayrılma Kararı’, Cannes’da kazandığı en iyi yönetmen ödülüyle dikkat çekti. 90'lı yılların ‘Temel İçgüdü’ (Basic Instinct) gibi erotik gerilim filmlerini anımsattığı söylenen ‘Ayrılma Kararı’, namuslu ve azimli bir polis dedektifinin, araştırdığı cinayet vakasında ‘bir numaralı şüpheli’ konumunda olan kadınla yakınlaşmasını konu alıyor. Oyuncuların performansları ve sürprizli senaryosuyla övgüler alan film eleştirmenlerden aldığı yüksek notlarla da dikkat çekiyor.

        4

        Bebek Servisi
        (Broker)

        Cannes’da Altın Palmiye kazanan ‘Arakçılar’ ile tüm dünyada tanınan Japon yönetmen Hirokazu Koreeda’nın Güney Kore’de çektiği ‘Bebek Servisi’, farklı ülkelerde farklı adlarla yürürlükte olan bir uygulamayı kötüye kullanan kişilerin başına gelenlere odaklanıyor. Geçmiş yüzyıllardan bu yana bilinen bu uygulamada insanlar, yeni doğmuş bebekleri hastane, sosyal kuruluşlar ve kiliselere bırakabiliyorlar. Koreeda, bir kiliseye bırakılan bebekleri çalan ve yasa dışı yollardan satan iki arkadaşın öyküsünü anlatıyor. Bebeğini bıraktığı yere dönen genç bir annenin her şeyi anlamasıyla iki arkadaş, onunla birlikte bebeği bulmaya çalışıyorlar. Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde Ekümenik Jüri ve en iyi erkek oyuncu ödüllerini kazanan ‘Bebek Servisi’, 28 Ekim’de sinema salonlarında da vizyona girecek.

        5

        Beyaz Gürültü
        (White Noise)

        Amerikan sinemasının başına buyruk yönetmenlerinden Noah Baumbach ‘Mürekkep Balığı ve Balina’dan bu yana ilgiyle takip ettiğim bir yönetmen. Her filmini çok sevdiğimi söyleyemem ama ne yaptığını merak ederim. Dijital için çektiği ‘Marriage Story’den sonra çektiği ilk film, Venedik ve New York festivallerinin açılışını yaptıktan sonra dünya turuna Filmekimi ile devam ediyor. Greta Gerwig, Adam Driver ve Don Cheadle gibi oyuncuları bir araya getiren ‘Beyaz Gürültü’de Baumbach, bir kez daha bir aile hikâyesi anlatıyor. Don DeLillo’nun kitabından sinemaya uyarlanan film, 1980’lerde geçiyor ve küçük, sakin bir üniversite kasabasında yaşayan Amerikalı ailenin gündelik hayatın sıradan dertleri ile hayatın derin gizemleri arasındaki hallerini konu alıyor. Bazı eleştirmenlerin çok beğendiği, bazılarının ise orta halli bulduğu ‘Beyaz Gürültü’, aynı zamanda sosyal bir eleştiri niteliği de taşıyor.

        6

        Cennetten Gelen Çocuk
        (Boy from Heaven)

        Bir zamanlar İsveç’in en ünlü grafiti sanatçılarından biri olarak anılan Tarık Saleh’in 2009’da bilimkurgu animasyonu olan ‘Metropia’ ile başlayan sinema serüveni, dünya prömiyerini Cannes’da yapan ve en iyi senaryo ödülünü kazanan ‘Cennetten Gelen Çocuk’la sürüyor. 2017’de ‘Esrarengiz Cinayet’ (The Nile Hilton Incident) ile ses getiren ve birçok ödül kazanan Tarık Saleh, senaryosunu da yazdığı yeni filminde Mısır’ın en güçlü dini merkezlerinden biri olarak kabul edilen El Ezher Üniversitesi’nde öğrenim gören Adem’in öyküsünü sürükleyici bir gerilim kalıbında anlatıyor. Üniversitenin başındaki Büyük İmam, öğrencilerin önünde aniden ölünce bir balıkçının oğlu olan Adem, kendini cinayet ve entrikalarla örülmüş bir casusluk ağının tam ortasında buluyor. Mısır’da çekilemediği için büyük kısmı İstanbul’da çekilen filmin İsveç'in Oscar adayı olduğunu belirtelim.

        7

        Güzel Bir Sabah
        (Un beau matin)

        Daha önce Cannes ve Berlin gibi önemli festivallerde ödüller kazanan Fransız yönetmen Mia Hansen-Løve’ın yeni filmi ‘Güzel Bir Sabah’, dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde Yönetmenlerin 15 Günü’nde yaptı ve Avrupa Sinemaları En İyi Avrupa Filmi ödülünü kazandı. Geçtiğimiz yıl ‘Bergman Adası’ (Bergman Island) filmini seyrettiğimiz Mia Hansen-Løve bu kez, nörolojik bir hastalığa yakalanan babasıyla ilgilenirken yıllardır görüşmediği arkadaşıyla yeniden yakınlaşan Sandra’nın (Léa Seydoux) öyküsünü anlatıyor. Filmi yazarken babasının hastalık sürecinden esinlendiğini söyleyen Mia Hansen-Løve, “keder ve yeniden doğuş gibi birbirine zıt iki hissin birbiriyle nasıl konuştuğunu incelemek istedim” diyor.

        8

        R.M.N

        Son olarak 2016’da ‘Mezuniyet’ (Bacalaureat) ile hatırladığımız Romen Yeni Dalgası’nın önde gelen yönetmenlerinden Cristian Mungiu, bu kez bizi Romanya taşrasına götürüyor. Köye yakın bir fabrikanın göçmen işçileri çalıştırmaya başlamasıyla bölgede dengeler bozuluyor, derindeki çatışmalar ortaya çıkıyor. Mungiu’ya göre film ‘Gelenekler, kalıplar, fakirlik, aidiyet, azınlık, kimlik, cesaret ve korkaklık kavramlarının yanı sıra, günümüz toplumlarında öne çıkan dayanışmayla bireysellik, hoşgörüyle bencillik, politik doğruculukla açık sözlülük gibi çelişkileri ele alıyor, ikiyüzlü korkularımızı ortaya saçıyor.’ Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan film, adını bizde MR diye bilinen ileri tanı yöntemi nükleer manyetik rezonansın Romence kısaltmasından alıyor.

        9

        The Banshees of Inisherin

        2017’de 7 dalda Oscar adayı olan ‘Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri’den (Three Billboards Outside Ebbing, Missouri) bu yana sesi çıkmayan Martin McDonagh bu kez 1920’lerin İrlanda’sına götürüyor bizi. Inisherin adlı ücra bir adada yaşayan Colm (Brendan Gleeson) bir gün en yakın arkadaşı Padraic’le (Colin Farrell) ilişkisini ‘Artık senden hoşlanmıyorum’ gerekçesiyle aniden sonlandırıyor. Bu durum sadece ikisinin değil küçük kasabanın hayatında da derin bir sarsıntıya yol açıyor. Dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nde ayakta alkışlanan film, McDonagh’a en iyi senaryo, Colin Farrell’e de en iyi erkek oyuncu ödüllerini kazandırdı. Venedik’teki gösteriminden bu yana Oscar ödüllerinin de güçlü adaylarından biri olarak gösteriliyor. Son sözü Filmekimi basın bültenine bırakalım: ‘Aynı anda hem komik hem sert, hem trajik hem de dokunaklı The Banshees of Inisherin, erkekler arası dostluğun ve kardeş kavgalarının benzersiz bir portresini çiziyor.’

        10

        Yakın
        (Close)

        2018’de Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde açıldıktan sonra yılın ses getiren filmlerinden biri olan ‘Kız’ (Girl) ile tanımıştık Belçikalı yönetmen Lukas Dhont’u. Yeni filmi ‘Yakın’ Cannes’da bu kez Altın Palmiye için yarıştı ve Büyük Ödül’ü kazanmayı başardı. Film, 13 yaşındaki Léo ile Rémi’nin yakın arkadaşlıklarının bozulması sonrasında gelişen olaylar üzerine kurulu. Arkadaşlıklarının neden yürümediğini merak eden Léo, Rémi’nin annesi Sophie’ye danışmaya karar veriyor. Dhont, filmin ana fikrinin eski ilkokulunu ziyaret ettiği sırada aklına düştüğünü söylüyor: “Bugün bile hâlâ ilkokul ve ortaokuldaki acı dolu yıllarımla barışamadım. Ben de bu duygular hakkında bir şeyler yazıp o dünyayı kendi bakış açımdan ifade etmek istedim. Kâğıda birkaç sözcük yazdım: arkadaşlık, samimiyet, korku, erkeksilik… ve ‘Yakın’ bunlardan çıktı. Bir anlamda hem Léo hem de Rémi olduğumu hissediyorum; iki karakterde de benden bir parça var.’

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ