Babadan oğula zorbalık
Onur Saylak’ın yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metrajlı film olan “Daha”, mültecileri yurtdışına kaçıran şebekede çalışan zorba bir adam ile 14 yaşındaki oğlunun öyküsünü anlatıyor
ERGENLIK çağındaki Gaza’nın babası, sadece kendi çıkarlarını düşünen merhametsiz bir adam... Kamyonuyla getirip bodrumuna doldurduğu mültecilere insan gibi davranmıyor. Onlar üzerinde sahip olduğu geçici gücü dilediği gibi kullanıyor. Gaza’nın İstanbul’da iyi bir lisede okumasını değil, yanında kalıp kendi gibi olmasını istiyor... Onur Saylak’ın Hakan Günday’ın romanından sinemaya uyarladığı “Daha”, vicdansız bir babanın otoritesi altında yaşayan 14 yaşındaki Gaza’nın duygularına, davranışlarına ve eylemlerine odaklanıyor.
Öfke patlamaları, kavgalar ve gerginliklerle doğa içindeki sakin anlar arasında gidip gelen filmde bir noktadan sonra Gaza’yı anlamak zorlaşıyor. Babasının mülteci bir kadına tecavüz etmesine şahit olan Gaza’nın dengeleri bozuluyor. Arada vicdanını rahatlatsa da mülteciler üzerindeki gücünün tadını çıkarmaktan vazgeçmeyen yarı deli bir karaktere dönüşüyor. Gaza bir romanın sayfalarında çelişkilerle dolu etkileyici bir karakter olabilir ama beyazperdede aynı etkiyi verdiğini söylemek zor.
OYUNCULUKLAR ÖNE ÇIKIYOR
İç dünyasına vakıf olmakta, davranışlarının nedenlerini anlamakta zorlanıyoruz. Neden kaçarak kurtulmayı daha çok denemediğini ya da eline fırsat geçince niye kaçmadığını ve vicdanlı biri olduğunu bilmemize rağmen mültecilere neden daha kötü davrandığını kestiremiyoruz. Buna karşılık, Saylak onu kuşaktan kuşağa aktarılan zorbalığın ve kötülüğün simgesi haline getirmeyi başarıyor.
İki mülteci kadın karakterin filmdeki “dramatik işlevlerini” yerine getirdikten sonra unutulmuş gibi ortadan kaybolmaları öyküde boşluklara yol açıyor sanki... Mültecileri tekneleriyle yurtdışına kaçıran o iki sıra dışı karakterin daha iyi işlenmesi ve yaşadıkları vicdani çelişkilerin daha çok vurgulanması da bence filmin lehine olabilirdi.
“Daha” yönetmenliği ve Ahmet Mümtaz Taylan’la Hayat Van Eck’in oyunculuklarıyla öne çıkan bir film... Mültecilik gibi çağımızın önemli sorunlarından birinin, Gaza’nın babası gibi kötü adam karakterleri üzerinden ele alınması şüphesiz etkileyici olabilir. Oluyor da... Ancak bu tür zorba ayrımcılar, ırkçılığının farkında olmayan insanları daha da rahatlatıyor. Oysa asıl sorun, kibarlıkla kamufle olmuş, merhamet gösterileriyle karışmış ve gündelik hayatın her alanına sinmiş kibar ayrımcılıklar değil mi?
Filmin Notu: 6
***********
BANLİYÖ TRENİNDE GERİLİM
YÖNETMEN Jaume Collet-Serra’nın başarısı, inandırıcılık sorunu olan hikâyeleri çok rahat seyredilen, sürükleyici ve iyi anlatılmış filmlere çevirebilmesi... Bir insanın sabah kalkma ve işe gitme rutininden, “farklı günler arasında gidip gelen” şahane bir açılış sahnesi çıkaran “Yolcu” (The Commuter) da saat gibi tıkır tıkır işleyen bir film...
GÖSTERİŞLİ BİR AKSİYON
Ama Collet-Serra’nın önceki filmlerinde olduğu gibi, her şey bittiğinde ve hikâye üzerine şöyle bir düşünmeye başladığınızda ikna olmanız pek mümkün değil.
MacCauley’nin (Liam Neeson) işini kaybettiği günün akşamında bindiği trende önce tuhaf bir teklif, sonra dayatmayla karşılaşması iyi bir çıkış noktası... Gerilimin giderek yükselmesi ve öykünün gösterişli bir aksiyona dönüşmesi de ilgiyle izleniyor. Ama sonuçta her şey 65 yaşındaki Liam Neeson’un sıkı bir kahramana dönüştüğü, gerektiğinde yumruklarını konuşturduğu inandırıcılıktan uzak bir filme doğru evriliyor. Vurdulu kırdılı aksiyonlardan hoşlananlara tavsiye edilir.
Filmin Notu: 6
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce
- Silaha, şiddete ve öldürmeye inananlar4 hafta önce