Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Margot Robbie ile Allison Janney’nin Oscar’a aday olduğu “Ben, Tonya” (I, Tonya), buz pistlerinin öfkeli ve talihsiz patencisi Tonya Harding’in hayat hikâyesini anlatırken kış sporları tarihinin unutulmaz sayfalarını yeniden açıyor

“SPOR filmleri” ünlü sporcuların gerçek hayat hikâyeleri dahil bize her şeyi aynı klişelerle pazarlar. Türü tam da o klişeler için severiz. Ancak arada “Raging Bull” (Kızgın Boğa) gibi filmler çıkar ve başarıya değil, başka meselelere odaklanarak ezber bozar. “Ben, Tonya” da formatı değiştiren filmlerden. “Sahte belgesel” havasında çekilmiş ilk planlardan birinde kırklı yaşlarındaki Tonya Harding, “Üçlü Axel hareketini yapan ilk Amerikalı kadın benim, gerisinin ne önemi var ki?” anlamına gelen bir şey söylüyor, tarihe geçmiş olmanın verdiği rahatlıkla... Film aslında tam da o “gerisi”yle ilgileniyor, Harding’in başarısına değil, başarısızlığına odaklanıyor.

ALLISON JANNEY HARİKA OYNUYOR

Çiğ beyaz ışık altında soluk bir renk paletiyle çekilen röportaj sahnelerinin soğukluğuyla geçmişin pastel renkleri arasında gidip gelen film, yüksek enerjili kurgusu, hareketli kamerası, ritmi ve keskin mizah duygusuyla özündeki umutsuzluğu çok belli etmiyor... O umutsuzluk, Tonya’nın çocukluk ve ilk gençliğiyle ilgili. Her şeyi “anne ve aile kaderdir” diye özetlemek mümkün.

Tonya’nın sorunu, eğitimsiz alt orta sınıf bir aileden gelmesi değil, aradığı sevgi ve şefkatten mahrum kalması. Çocuk yaşta evi terk eden babasına “Beni de götür” diye yalvardığı sahne unutulacak gibi değil. Gerçekten hangi çocuk öyle bir anneyle büyümek ister ki? Öte yandan, aynı “zor anne”nin çok küçük yaşta kızının buz patenine olan yeteneğini keşfettiğini, “Çocuklarla ilgilenmiyorum” diyen eğitmeni Diane Rawlinson’u (Julianne Nicholson) ikna ettiğini ve kendine özgü motivasyonuyla Tonya’yı ateşlediğini unutmamak gerekiyor. Aslında ilginç olan, Tonya’nın annesi LaVona’yla olan sevgi - nefret ilişkisi değil, LaVona’nın duygusuz katılığı... Allison Janney mükemmel oynuyor ve finalde gerçek LaVona’yı gördüğümüzde hiç abartmadığını seziyoruz...

GILLESPIE’NIN EN İYİ FİLMİ

Tonya’nın inatçı başarı arayışının, olimpiyat altın madalyası tutkusunun nedeni, kuşkusuz çocukluğunda göremediği sevgiye, ilgiye bir milli sporcu olarak kavuşmak istemesi. Trajik olan nokta ise buz pateni dünyasının ve medyanın onu pek sevmemesi, hemşerileri dışında destek bulamaması; çünkü insanlar Tonya’da, aradıkları zarafeti, “buz pateni”- nin zihinlerde çağrıştırdığı sporcu imajını bulamıyorlar... Karşılarında patenli cici kız yerine, alt sınıftan gelen hırslı ve öfkeli bir genç kadın duruyor. Tonya, teknik olarak mükemmel olmayı başarsa da, imaj düşkünü hakemler ve kendisini sevmeyen federasyonu aşamıyor. Tarihe geçen o muhteşem üçlü Axel bile kurtaramıyor onu... Son darbeyi ise röportajlarda sakin, olgun adam imajı çizen dayakçı kocası (Sebastian Stan) ve kompleksli şapşal korumasından yiyor. Film, Tonya’yı mağdur gösterme kolaycılığına girmiyor, başarısızlığında kendi payı inkâr edilemez. Finaldeki boks ringi-buz pateni arasında gidip gelen o şahane paralel kurgu sahnesi, aslında bütün spor hayatını özetliyor.

“Ben, Tonya”, yönetmen Craig Gillespie’nin en iyi filmi. Margot Robbie oyunculuktaki iddiasını ve tutkusunu kanıtlayarak mükemmel bir performans çıkarıyor. Son olarak, Steven Rogers’ın harika senaryosunun payını da unutmayalım.

Filmin Notu: 7.5

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar