Geçmiş zamanın ve 'kapı'nın peşinde
Bazen bazı filmlerin özellikle meselesini önemseyip sevebilirsiniz.
“Kapı” benim için tam da böyle bir film oldu...
Filmdeki “kapı”, Yakup Usta (Kadir İnanır) ve eşi Şemsa (Vahide Perçin) için azınlık olmanın getirdiği bütün sıkıntıları, evsizliği, yurtsuzluğu ve ömür boyu sürecek ruhsal bir sürgünü temsil ediyor.
Ait olduğu evden sökülüp alınmış o kapıyı bulmak, yeniden sahiplenmek Yakup Usta için belki her şeyden daha önemli... Çünkü o kapıda yıllar önce kaybettiği oğlunun emeği var. Babadan oğula geçmiş bir zanaatın bütün incelikleriyle yapılmış bir kapı o... Baba – oğul sevgisini, geçmişi ve geleneği temsil ediyor.
Daha büyük resme baktığımızda, Anadolu'nun yitip giden tüm ustalarının göz nuru, emeği ve zanaatı var o kapıda... Ve Anadolu'nun acıları...
Köyün sahipsiz kalması, kapının ganimetçilerin eline geçmesi aslında sadece Yakup ustanın değil, hepimizin sorunu... O kapıyı bağlamından koparıp aldığınızda kuşkusuz müzelerde sergilenecek kadar önemli bir zanaat örneği haline gelebilir. Ama yegane mesele o kapıya hak ettiği değeri vermek değil... Asıl önemli olan, o kapıyı yapan ustanın, zanaatın ve kültürün hakkını teslim etmek...
“Kapı” işte tam da bunun için yazılmış ve çekilmiş bir film... Bir “kapı”nın geride bıraktığı o büyük boşluktan yola çıkıp Anadolu'nun kayıp zanaatlarını, yerinden yurdundan kopmuş insanlarını getiriyor karşımıza... O boşluğu doldurmak, kapıyı yerine koymak belki artık mümkün değil. Ama arkasındaki hikâyeyi anlatmak kuşkusuz önemli bir adım...
“Kapı” sadece nesneleri birer kültür objesi olarak saklayıp değer vermenin ötesine geçmemizi istiyor. Zanaatın arkasındaki duyguyu ve hikâyeyi anlatıyor. Dikkatimizi asıl önemsenmesi gereken noktaya, yani insana çekiyor... Filiz Üstün Durak'ın senaryosunu işte tüm bu düşündürdükleri nedeniyle sevdim.
Mardin, gerçekten masal gibi bir coğrafya... Bir resim olarak bağlamından kopardığınızda, insanın aklına fantazi filmlerine dekor olacak bir yer gibi gelebilir... Gittiğimde ben de aynısını hissetmiştim. Kaldı ki, Nardin'in Almanya'da konuştuğu kişi de kaldıkları yeri akıllı telefon ekranında görür görmez, “Game of Thrones gibi!” diyor... Haksız değil. Ama biliyoruz ki fantazi maceralarına gelene kadar anlatılacak o kadar çok gerçek hikâye var ki o bölgede... “Kapı” onlardan sadece biri...
Baba mesleği “ganimetçiliği” yapan Remzi (Timur Acar) ile Yakup Usta'nın aynı yola çıkıp kapının peşine düşmesi bir hikâye için gerçekten iyi bir çıkış noktası... Gerçi dede ile torunun yolculuk kararlarını çok hızla almaları ve hiç hazırlık yapmadan yola koyulmaları, çok sahici durmuyor ama karakter arasındaki çatışmalar her şeyi unutturabiliyor.
Yakup Usta kapıyı kaybettiği oğluyla yapmış, Remzi de babasından öğrendiği gibi kapıyı söküp üç beş kuruş uğruna satmış... Yan yana geldiklerinde iki ucu temsil ediyorlar ama yol bir şekilde onları birleştiriyor.
Filmin benim için en duygusal sahnelerinden biri Mardin – Kayseri yolundaki kamyoncu lokantasındaki sohbet ve buluşma anıydı... O sahne, bir zamanlar aynı topraklarda birlikte yaşayan insanarın dağılıp gitmelerini incelik ve hüzünle anlatıyordu.
Kayseri'deki eski bir Ermeni mahallesinden geçerken Yakup Usta ve Remzi'nin tümüyle farklı şeylerden söz ettikleri sahne de aklımda kaldı. Yaşam kültürünün değişimi ve insanların bu değişimi çok farklı bakış açılarından görmeleri gerçekten iyi anlatılıyordu...
Filmde sevmediğim şeyler de oldu... Melodram dozunun finale doğru, yoğun müzik kullanımıyla giderek yükselmesi mesela... Aslında filmin son bölümü sade bir anlatımla bence daha etkili olabilirdi. Yakup Usta'nın İstanbul'daki antikacıya (Şerif Erol) verdiği “etik” söylevi de biraz zorlama ve tiyatral bulduğumu söyleyebilirim. Bunlar, popüler Türk sinemasının en nitelikli örneklerinde bile yönetmenlerin vazgeçemediği alışkanlıklar. Kendi adıma daha serinkanlı, sade ve hikâyesine daha mesafeli yaklaşan filmleri seviyorum. Ama bu tür filmlerin Türkiye'de geniş seyirci kitlesine ulaşmadığını hepimiz biliyoruz. İnsanların her akşam seyrettiği dizilere şöyle bir baktığımızda bunu görmek mümkün. Yeşilçam'dan beri devam eden egemen sinema geleneğimiz bu... Filmin ya da dizinin, seyirciden önce duygulanıp yükselmesi gerekiyor.
Yönetmen Nihat Durak da bu estetiğin dışına çıkmamış ama düzeyli bir örneğine imza atmış. Durak'ı daha çok televizyon dizileriyle tanıyoruz. “İlk Aşk” (2006), “Mutlu Aile Defteri” (2016), “Babam” (2017) gibi filmlerinde geniş kitleye seslenen nitelikli bir sinemayı hedeflediği ve meselesi olan öyküler anlattığı kesin. “Kapı” bence en iyi filmlerinden biri...
Son olarak, Eyüp Boz'un, özellikle Mardin sahnelerinde bölgenin cömert güneş ışığını sıcak bir sarıya dönüştürdüğü görüntü yönetimini sevdiğimi söylemem gerek.
Seyreden herkesi meselesine ortak edebilecek duyarlı bir film olması itibarıyla “Kapı”, bence haftanın iyilerinden biri...
Filmin notu: 6
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce
- Silaha, şiddete ve öldürmeye inananlar4 hafta önce