En az ilki kadar iyi bir Predator filmi
‘Prey’, son haftalarda çevrimiçi servislerde seyrettiğim en iyi filmlerden biri. Şaşırtıcı olan yanı, birçok sinemasever gibi benim de nitelik açısından pek beklentimin kalmadığı Predator serisinin yeni halkası olması… Yapım öyküsüne şöyle bir göz attığınızda, başarısının ilk nedenini hemen anlıyorsunuz. ‘Prey’, yapımcıların yazarlara ‘formata uygun’ olsun diye ısmarladığı yeni bir Predator filmi değil. Yönetmen Dan Trachtenberg ve senaryo yazarı Patrick Aison’un kendi başlarına geliştirerek, yapımcı John Davis’e dışardan sundukları bir proje. Aslına bakarsanız, hikâyesi ve anlatımı ile Predator etiketine hiç ihtiyaç duymadan, kendi ayakları üzerinde durabilecek bir film. Buna karşılık, 1987 yapımı ilk ‘Predator’ın ruhuna en sadık olan film aynı zamanda…
Trachtenberg ve Aison, hikâyeyi 1719 yılına, Kuzey Amerika kıtasının ilk yerli halklarından Komançilerin yaşadığı Büyük Kuzey Ovaları’na taşıyorlar. Ana karakterimiz Naru (Amber Midthunder), şifacı olarak yetiştirilen ama avcı olmak isteyen genç bir Komançi kızı. Avcı olmasının önündeki engel, kabilesinin gelenek ve göreneklerinden ziyade abisi Taabe (Dakota Beavers) ile diğer genç erkeklerin katı tutumu. Naru’nun kendileriyle birlikte ava çıkmasını istemiyor, diğer kadınlar gibi köyde kalmasını istiyorlar. Özetle, bir kızın avcı olmasını kabullenemiyor, onu küçümsüyorlar. Ama Naru, avcılık becerilerine saygı duyduğu abisi Taabe dahil, onların sözünü dinleyecek, itaatkâr biri değil. Savaşçı olarak kabul edilmek için ne gerekiyorsa onu yapmaya hazır. ‘Kühtaamia’ adı verilen kabile geleneğine göre savaşçı olabilmesi için tehdit niteliği taşıyan tehlikeli ve büyük bir hayvanı avlayıp şefe sunması gerekiyor. İz sürme becerisi ve şifacı olması nedeniyle aslan avına çıkan erkeklerin arasına karıştığında, bölgedeki diğer yırtıcılara hiç benzemeyen bir canavarın varlığını herkesten önce hissediyor. Serinin önceki filmlerinden tanıdığımız Predator, Büyük Kuzey Ovaları’nda keşif ve spor niyetine avlanmaya başladığında, Naru da kendisini nasıl bir tehlikenin beklediğini bilmeden, köpeği Sarii ile birlikte onun peşine düşüyor.
Predator ilk filmdeki gibi yine mükemmel bir avcı. 1719 itibarıyla Kuzey Amerika’daki tüm insanlara karşı tartışmasız bir donanım üstünlüğüne sahip. Dönemin en gelişmiş silahlarının tek atımlık toz barutla kullanılan tabanca ve tüfekler olduğunu düşündüğünüzde, yenilmesi imkânsız görünüyor. Ama Taabe’nin söylediği gibi, sonuçta o da kanı akan herkes gibi avlanabilecek biri.
‘Prey’de uzaylı Predator, Amerika’nın yerli halkı Komançiler ile istilacı Fransız avcılar arasında geçen, herkesin birbirini avlamaya çalıştığı ve işin içine orman hayvanlarının da karıştığı bir av hikâyesi seyrediyoruz. Gerilim ve aksiyon olarak baştan sona çok iyi işlemesinin yanı sıra zengin alt metinleriyle de dikkat çeken bir film ‘Prey’... Naru, sadece çevresindeki erkeklere karşı kendini ispat etmeye çalışmıyor. Hayatla ölüm arasında gidip geldiği süre içinde savaşçılığın özünde gerçekte ne anlama geldiğini de öğreniyor. Annesinin savaşmaktan ziyade hayattan kalma mücadelesine dikkat çekmesi kuşkusuz çok anlamlı. Naru da Predator’a karşı verilecek mücadelede ilk unsurun av haline gelmemek olduğunu anlamakta gecikmiyor. Naru, canavarın kellesini almakla ilgili iddiasında ısrar etmeyip öncelikle abisini korumak için ormanda kalıyor ve biraz da koşullar gereği sürüklendiği pasif konumda Predator’ı dikkatle gözlemliyor. Canavarın zayıf noktalarını tespit etmek kadar, ona karşı en işe yarar strateji ve taktiğin ne olduğunu bulmaya çalışıyor.
Hikâyedeki bir başka güçlü alt metin, Komançilerle sömürgeci beyazlar arasındaki ilişkiler üzerinden gelişiyor. Filmin ikinci yarısında ortaya çıkan Fransız kürk avcıları, her anlamda bölgenin en vahşi, en gelişmemiş ve uygarlıktan en az nasibini almış canlıları olarak çiziliyorlar. Predator sadece av sporu için bölgeye gelmiş bir ziyaretçi. Beyaz Avrupalılar ise bildiğiniz istilacılar… Komançiler için yeşil kanlı canavar sadece gelip geçici bir tehdit. Asıl tehlike ise yaşam alanları üzerinde hak iddia eden, bölgedeki tüm canlılara saldıran beyaz Avrupalılar.
Bu arada, Amerikan yerlileri ve beyazların Predator’a karşı verdikleri mücadeleyi karşılaştırma fırsatı da buluyoruz. Yerlilere ve bölgedeki diğer tüm canlılara hükmettiklerini düşünen beyaz avcıların Predator karşısında düştüğü hallere pek acımıyoruz. Canavara karşı mücadelelerinde en çok silahlarına güveniyorlar. Film bir yanıyla, kıtanın yerlilerini insan yerine koymayan sömürgeci zihniyetin Predator karşısında yaşadığı hezimet üzerine… Taabe ile Naru ise zekâ, deneyim, kültüre dayalı av becerileri ve stratejilerle çıkıyorlar Predator’ın karşısına. Beyazlardan en önemli farkları, silahlarından ziyade kendilerine güvenmeleri… Film, Naru’nun ormanda sadece savaşçı olarak değil şifacı olarak bulunduğunu da bize hiç unutturmuyor. Bu, onun zekâsı ve sezgileriyle birlikte en büyük üstünlüklerinden biri aslında.
Tüm bu altmetinler bir yana hiç aksamadan ilerleyen, temposu iyi ayarlanmış sürükleyici bir film seyrediyoruz. İlk bölümde, Predator’ın tam anlamıyla ortaya çıkmadığı karanlıktaki aslan avı sahnelerinden başlayarak yönetmen Dan Trachtenberg, sağlam bir gerilim duygusu inşa ediyor. Film boyunca tüm çatışma ve dövüş sahnelerinin çok iyi tasarlanıp çekildiğini, tansiyonun hiç düşmediğini söyleyebilirim. Trachtenberg, ilk uzun filmi ’Cloverfield Yolu No:10’da (10 Cloverfield Lane - 2016) olduğu gibi yine tümüyle hikâye anlatımına odaklanıyor ve peş peşe sıralanan birçok etkileyici sahneye imza atıyor. Sözgelimi, Naru’nun, peşine düştüğü canavarın tam olarak nasıl bir şey olduğunu kavradığı Predator – ayı mücadelesi…
Fransızlar ortaya çıkmadan, Predator, Naru ve diğer Komançiler arasında geçen dar kadrolu bir orman gerilimi olarak da ‘Prey’ çok iyi gelişiyor. Beyazların gelişiyle aksiyon, gerilim ve çatışma sahnelerinin yapısı değişiyor; film daha kanlı, daha şiddetli ve hareketli hale geliyor. Filmin başarısında özel efekt departmanı kadar görüntü yönetmeni Jeff Cutter ve müziklere imza atan Sarah Schachner’in de önemli bir payı olduğu kesin.
Trachtenberg, ana karakterin yine bir kadın olduğu ’10 Cloverfield Lane’in ardından hikâye ve yönetmenlik olarak daha yetkin bir filme imza atıyor, kendisiyle ilgili beklentilerimizi yükseltiyor.
Naru rolündeki Amber Midthunder’ın harika bir performans çıkardığı ‘Prey’, sadece aksiyon ve gerilim meraklılarına değil tüm sinemaseverlere önerebileceğim bir film. Ama kandan, şiddetten hoşlanmayanlar uzak dursun.
Tanıdığımız bildiğimiz bir ‘18. Yüzyıl Kuzey Amerika’ dekoru önünde geçen bir bilimkurgu öyküsü olarak da ilgiye değer yanları var… Ayrıca, bölgedeki gerçek canavarların kim olduğunu sorgulayan alt metniyle de akılda kalıcı bir canavar filmi olduğunu düşünüyorum. (Disney +)
7.5/10
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce
- Silaha, şiddete ve öldürmeye inananlar4 hafta önce