Corona virüs ve infaz düzenlemesi
Herkese “Evde kal” dediğimiz bir dönemde, cezaevlerindeki risk nedeniyle infaz düzenlemesi de öne çekildi. AK Parti ve MHP teklifi değerlendiriyor, CHP de destek vereceğini açıkladı.
Bu düzenleme belli ki meclisten geçecek. Hatta daha önce uyuşturucu suçları tamamıyla kapsam dışı tutulacakken, şimdi bunu da yeniden değerlendirecekler. Cezaevlerinin kapasitesi yetersiz. Önce rakamları verelim;
CEZAEVİ KAPASİTESİ: 235 BİN
HÜKÜMLÜ SAYISI: 257 BİN
TUTUKLU SAYISI: 43 BİN
CEZAEVİNDEKİ TOPLAM KİŞİ SAYISI: 300 BİN
Suça göre dağılım ise şu şekilde;
UYUŞTURUCU: 65 BİN
HIRSIZLIK: 45 BİN
CİNAYET: 34 BİN
TERÖR: 37 BİN
YAĞMA-GASP: 27 BİN
ÖRGÜTLÜ SUÇLAR: 4 BİN
DİĞER: 89 BİN
Uyuşturucu neden pakete dahil edildi diye soracak olursanız, aslında rakamlar cevabı veriyor.
İnfaz düzenlemesinin olumlu tarafları var. Cezanın uygulanması ve caydırıcılık en temel konu. Ancak olumsuz yanlarını da görmezden gelemeyiz.
Bu memlekette birini bıçaklayan, gasp eden, uyuşturucu satan, tehdit eden, hırsızlık yapan birilerinin “Ya en fazla 3-5 yıl yatar çıkarız” mantığıyla terör estirmesi, hepimizi rahatsız ediyor olmalı.
Habertürk yayınlarında ne zaman affı konuşsak sosyal medyadan garip mesajlar alıyorum.
Cezaevi koşulları iyileştirilmeli, kapasite artırılmalı. İnfaz düzenlemesi yapılmalı ve cezaların çokluğu değil uygulanabilirliği, dolayısıyla caydırıcılığı artırılmalı.
Ama kimse kusura bakmasın, birilerinin canını yakmış adamların girdikleri gibi cezaevinden çıkması da kamu vicdanını yeniden yaralayacaktır.
Artık bunu konuşmak için çok geç olduğunu, bu düzenlemenin meclisten geçeceğini, neredeyse tüm siyasi partilerin bunu desteklediğini biliyorum.
Canı yananlar adına not düşmek için yazıyorum. Devlet masum insanların hukukunu korumazsa “zulüm” kol gezer. Toplumun huzuru bozulur, güveni azalır. Suçluların da “Zaten af çıkacak” zihniyeti üzerinden şecaati artar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın af tartışmaları başladığında; “Kader mahkumları meselesini anlamış değilim. Kime kader mahkumu denir çok çok önemli. Benim bir ilkem var. İlkem de şudur: Devlete karşı işlenen suçlarda devlet affedici olabilir. Ama kişilere karşı işlenen suçlarda devletin af yetkisi yoktur.” cümlesinden çok uzak noktalardayız. Bu çalışmaların hiç biri devlete karşı işlenen suçları kapsamıyor.
Sizinle o günlerde çok tartışılan ve kamuoyunda tepki çeken Berfin Özek davası üzerinden infaz düzenlemesinin sonucunu paylaşmak istiyorum.
Berfin Özek’i hatırlayacaksınız. Eski erkek arkadaşı yüzüne kezzap atmış, hayatını karartmıştı. Zanlı 13 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldığında Erdoğan; “Bir göz gidiyor. Mahkemenin verdiği ceza, 13 yıl. Ben soruşturuyorum, bana verilen cevap şu; kanunun en yüksek oranı bu. Bizim getirdiğimizi söylüyorlar. Ben de diyorum ki; arkadaşlar siz niye kanun diyerek bize cevap yolunu buluyorsunuz. Kanundan bahsetmiyorum, ben haktan hukuktan, adaletten bahsediyorum. Siz burada hakkı, hukuku, adaleti arayacaksınız. Böyle bir olay kendi kızının başına gelmiş olsa, orada bu olayı nasıl değerlendirirsin? Kanunlara mı bakacaksın? Yoksa hak olur mu adalet olur mu ona bakacaksın? “ diyerek tepki göstermiş yargıyı eleştirmişti.
İnfaz düzenlemesi olmaksızın verilen 13 yıl 6 ay hapis cezası yetersiz bulunmuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan o tarihlerde yargıyı eleştirirken: “Kanuna değil, hak ve adalete bakacaksınız” diyordu. Bu sözleri de pek çok insanın yüreğine su serpiyordu. Peki Erdoğan eleştirisinde haklı mıydı?
O dönem yargı camiasından bazı dostlarımı arayarak bu işi biraz soruşturmuştum.
Özetle bana durumu anlatarak, sanığa en yüksek cezanın verildiğini söylemiş bu konuda yargıyı eleştirmenin haksızlık olacağına işaret etmişlerdi.
Gelin önce Berfin Özek davasında yargıya yönelik eleştiriler neden yanlıştı ona bakalım;
Öncelikle, ceza hukukunun en temel ilkelerinden birisi: kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesidir. Yani bir kişiye, işlediği fiilin ağırlığı ne kadar olursa olsun kanunla belirlenmiş cezadan 1 gün bile fazla ceza verilemez. Bu ilke; dünyada hukuk devleti olarak kabul edilen veya kendisini bu kategoride gören devletlerin -istisnasız- tamamında böyledir. "Vicdani kanaat" de ancak kanunun çizdiği çerçeve içerisinde gerektiğinde devreye girebilir. Hiçbir mahkeme "benim vicdani kanaatime göre bu ceza az oldu" diyerek kanunla belirlenmiş cezanın dışında bir ceza veremez. Bugüne kadar da böyle bir uygulama hiç ama hiç olmamıştır.
Sanık hakkında kasten yaralama suçundan 12 yıl 18 ay (esasında arada 5 gün fark olmakla birlikte, daha kolay anlaşılsın diye biz buna 13 yıl 6 ay diyelim) hapis cezası verildi.
Kasten yaralama suçu Türk Ceza Kanunun 86 ve 87. maddelerinde düzenlenmiştir.
Şimdi sanık hakkında bu maddelere göre verilebilecek en fazla cezayı birlikte hesaplayalım.
86. maddenin 1. fıkrasına göre kasten yaralama suçunu işleyen kişiye 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilir. Biz üst sınır olan 3 yıl hapsi tercih edelim. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre eylemin silahla işlenmesi halinde ceza yarı oranında artırılır. Asit/kezzap da ceza hukukumuzda bu suç bakımından silah olarak kabul edildiği için 3 yılı yarı oranında artırdığımızda ceza 4 yıl 6 ay olacaktır.
87. madde ise bu suçun nitelikli hallerini düzenlemiştir. Bu olayda Berfin’in bir gözü işlevini yitirdiği ve yüzünün sürekli değişikliğine neden olduğu için sanık hakkında 87. maddenin 2. fıkrasının (b) ve (d) bentleri uygulanacak ve 86. maddeye göre belirlenmiş olan 4 yıl 6 ay hapis cezasına bu cezanın 2 katı olan 9 yıl ilave edilecektir; bu durumda ceza 13 yıl 6 ay (teknik tabiriyle 12 yıl 18 ay) olacaktır. Maddede başka bir artırım sebebi öngörülmediği için sonuç ceza budur.
Görüldüğü gibi, Berfin Özek hadisesinde mahkeme kanunda belirlenen verilebilecek cezanın en ağırını vermiş durumda.
Kamuoyunda "kravat indirimi" olarak bilinen 1/6 takdiri indirimi de yapmamış. Mahkemenin bu cezanın üstüne çıkarak 13 yıl 6 ay 1 gün hapis cezası vermesi ise hukuken mümkün değil.
Diyelim ki eylem kasten yaralama olarak değil de; kasten öldürmeye teşebbüs olarak değerlendirildi -ki olayda kullanılan kezzap/asitin kullanılış şekline bakıldığında öldürmeye elverişli bir şekilde kullanılmadığı için eylemin öldürmeye teşebbüs olarak değerlendirilmesi mümkün değil-, bu durumda da Türk Ceza Kanununun 81. maddesi ve teşebbüsü düzenleyen 35. maddesi dikkate alındığında sanığa verilecek cezanın üst sınırı 15 yıl hapistir.
Bir an için bu olaya mahsus olarak kanuni düzenlemenin dışına çıkılarak bir ceza verildiğini düşünelim. Bunun sınırlarını nasıl çizeceğiz? Sanığa örneğin 20 yıl mı verelim, 30 yıl mı, yoksa müebbet mi veya idam mı? Hangi ceza adil olacak? Başka bir olayda da kanuni düzenlemelerin dışına çıkılarak "kanunda belirlenen ceza vicdanen az bulunduğu için" fazla ceza verildiğinde, bu vicdani değerlendirmenin doğru olup olmadığını, keyfi bir uygulama yapılıp yapılmadığını denetleyecek objektif bir kriter var mıdır? Varsa nelerdir? İşte ceza hukukunda bu kriterler kanunla konulur ve mahkemeler kanunla belirlenen bu kriterlerin dışına çıkamazlar.
Burada sorun varsa bu sorun uygulamada değil; kanuni düzenlemededir.
Daha da önemlisi; bu kişi 13 yıl 6 ay hapis cezası aldı ama infaz kanunundaki düzenlemeler sebebiyle cezaevinde bu kadar kalmayacak. Herhangi bir af, infaz indirimi gibi bir yasal düzenleme olmazsa, en fazla 7-8 yıl hapis yatıp-çıkacak.
İnfazda da yargının yapabileceği bir şey maalesef yok. Hükümlü, kanunda belirlenen sürelerden 1 gün bile fazla yatırılsa, bu işlemi yapan kamu görevlisi kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan hapis cezası alır. Bu kişi aldığı cezanın tamamını yatsa, muhtemelen kamuoyunda bu kadar itiraz yükselmeyecekti.
Diğer taraftan; kamuoyunda uzun süredir tartışılan af/infaz indirimi düzenlemesi geçerse, bu olayın sanığı olan kişi de bu düzenlemeden yararlanacak ve belki toplamda 2-3 yıl yatarak çıkacak. Burada da yargının yapabileceği hiçbir şey maalesef yok.
PEKİ BUNDAN SONRASI?
Şimdi, yargının hiç ama hiç kusurunun olmadığı bir olayda bu şekilde kamuoyunda itibarının zedelenmesi, üstelik yapılması planlanan af/infaz indirimi sebebiyle ilgili kişinin aldığı cezanın “kuşa” çevrilmesi görmezden mi gelinecek?
Çıkacak infaz düzenlemesinin sonucunda Berfin’e kezzap atan ruh hastasının 1-2 yıla kadar aramızda dolaşacağını biliyor musunuz?
Bu sadece bir örnek, kamuoyunda bilindiği ve infial yarattığı için paylaştım. Böyle nice hikayemiz olduğundan kuşku duyuyor musunuz?
Corona virüsü ekonomiyi alt üst edecek, bütün dünyada ciddi krizler bekleniyor.
Böyle zamanlarda hırsızlık, gasp, kap-kaç gibi suçlar başta olmak üzere adli vakalarda ciddi artış yaşanır.
Dikkat ediniz; “Arsız güçlü olunca masum suçlu olurmuş.”
Ne diyelim; kendinizi ve sevdiklerinizi kötülüklerden koruyunuz efendim.
- Bazen coğrafya "keder"dir. Beyrut'a...4 yıl önce
- Beyrut patlaması ve Hizbullah4 yıl önce
- Lübnan'da ne oluyor?4 yıl önce
- Abesle iştigal etmek ve hilafet4 yıl önce
- Cezaevinden mektup4 yıl önce
- Binali Yıldırım neden "Aday değilim" dedi?4 yıl önce
- HDP'lileri mi yayına almıyoruz?4 yıl önce
- Amerikan polis teşkilatı ve ırkçılık4 yıl önce
- Türkiye'de sistem tartışması yok4 yıl önce
- 60 yıl sonra 27 Mayıs darbesi4 yıl önce