Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

MEDYATİK olmak için son dönem bazı insanların gösterdiği çaba anlaşılır gibi değil.

Yolu da basit, Youtube’da sansasyonel cümleler içeren bir video çekimi yapıp yayınlamanız yeterli.

Sizi o ana kadar bilip tanımayan kim varsa anında haberdar oluyor.

Ancak, medyatik olmak için yapılan şovların da bir maliyeti vardır.

Öncelikle halk sağlığına yönelik şov olmaz; çünkü bedeli ağırdır.

Bunun son örneğini de önceki gün yaşadık.

Viranşehir Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan Eyüp Akbulut, koronavirüs tedbirleri kapsamında alınan yasakların hukuka aykırı olduğunu ileri sürdü.

Burada da kalmadı bu yasaklara karşı “re’sen soruşturma başlattığını” duyurdu.

Üstelik “bunları söylediği için muhtemelen işini kaybedeceğini de kayda” geçirerek.

Hatta işi biraz daha ileri götürüp, “haysiyetli bir hukukçunun bunu yapması lazım” dedi.

Kaç yıldır meslekte olduğunu bilmiyorum; sağlık hukuku üzerine ne denli çalışmalar yaptı o konuda da elimde bir veri yok.

Ancak şurası açık ki sağlık hukuku okumamış…

Sağlık hukukunun en temel metni Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nu ise irdelememiş.

KANUN’A AYKIRILIK

Farz edelim ki bölgedeki telefon dolandırıcıları ile ilgilenmek zorunda kaldığı için bunları yapamadı.

İyi ama o zaman bu konunun uzmanı olanlara etik açıdan hürmet göstermesi gerekmez miydi?

Ya da “haysiyet ve cesaret sorgulaması” yaptığı diğer meslektaşlarına ve bilim insanlarına saygı göstermesi…

Öncelikle belirteyim Umumi Hıfzıssıhha Kanunu bu tür girişimde bulunanları da kapsıyor; salgını yayma girişimi ile suçluyor…

Yani Cumhuriyet Savcısı’na Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çarpmış bulunuyor…

Gelelim iddialarına…

Belki parlamento muhabiri olarak komisyonlarda kanunların yapılışına tanıklık etmekten kaynaklansa gerek, belirli maddelerini okuyup geçmeyiz, kül, yani bütününe bakarız.

Dikkatimi çeken hataya düşenlerin hemen hepsi Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nu (UHK), yapıldığı tarihe kadar görülen hastalıkların sıralandığı 57’nci maddesi üzerinden okuyor.

Hastalık orada sayılmadığına göre, bunların dışında kalan salgınlarla ilgili önlem alınamaz gibi bir bakış geliştiriliyor.

DEVAMINDA GELEN MADDE

Oysa devamında gelen 64’üncü madde çok net…

Madde, 57’nci maddede sıralananlar dışında başka herhangi bir hastalık salgını tehlikesi söz konusu ise ve ülkenin her tarafında yaygınlaşmışsa buna ilişkin önlemlerin Sağlık Bakanlığı tarafından alınacağını belirtiyor.

Yani, kolera, veba, lekeli humma, karahumma, çiçek, difteri, kuşpalazı, sıtma dışında kalan bir salgın durumu varsa buna karşı önlem alınmasını zorunlu kılıyor.

Önlemlere uymayanlara uygulanacak kanunları da yine aynı kanun belirtiyor.

Hatta sağlık hukuku dersleri veren bilim insanları TBMM’de kanunların yapımı sırasında dile getirdikleri gibi salgında Anayasa’nın üzerinde bir yetki tanıyor…

Bunlar işin bir yanı…

Diğer tarafı ise bu kararların tavsiye niteliğinde alındığı Bilim Kurulu…

Acaba Bilim Kurulu bu tavsiye kararlarını alırken işin hukuki yönüne bakmıyor mu?

Yani biz bunları aldık, ama uygulanması halinde kanuna aykırı mı değil mi bu bizi ilgilendirmez gibi bir bakışla mı hareket ediyor?

BİLİM KURULU’NDAKİ HUKUKÇULAR

Normalleşme ve kapanma kurallarının belirlendiği Halk Sağlığı Kurulu’nun başında bulunan Prof. Dr. Levent Akın’a bu soruyu yönelttim.

Aktardığına göre Bilim Kurulu’nun içinde sağlık hukuku üzerinde ciddi çalışmaları olan hukukçular da yer alıyormuş.

Yasaklara yönelik kararlar alınmadan önce onların incelenmesine sunuluyormuş.

Onlar da temel sağlık hizmetleri açısından hangilerinin kanunlara uygun olarak yapılabileceğini, hangilerinin yapılamaz olduğunu belirliyormuş.

“Hukukçu arkadaşlarımızın getirdiğimiz bazı kısıtlamaları kanuna uygun bulmayıp düzeltmemizi rica ettikleri durumlar da oldu” deyip devam etti:

“Yoksa bu kararları nasıl tavsiye edebiliriz? Hukuki olmayan bir kararın altına nasıl imza koyabiliriz?..”

Prof. Dr. Levent Akın bu noktada da kalmadı, devamını getirdi:

“Bir kişi, başka bir kişinin meskeninde mahkeme kararı olmadan arama yapamaz; bir durum hariç. O da Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun bizim de iyi bildiğimiz 67’nci maddesidir. Bize bir eve girme ve vücuduna dokunarak muayene etme hakkını verir. Buna karşı direnen (mümaneatı görülen) de cezalandırılır…”

Bilim Kurulu’na hukuki mütalaa veren hukukçularla da konuştum.

Viranşehir Savcısı’nın sözlerinin hukuki açıdan bir önem arz etmediğini belirttiler.

VİRÜS VE BAKTERİ KÜLTÜRÜ

Bu noktada da kalmayıp UHK’nun verdiği yetkileri anımsattı.

Öncelikle İçişleri Bakanlığı’nın genelge ile cezaları belirlemediğinin altını çizdi.

Bilim Kurulu’nun tavsiyesini Sağlık Bakanlığı’nın karara bağlamasıyla sürecin başladığını, İçişleri Bakanlığı’nın bu kararları bir genelge ile valilere ilettiğine vurgu yaptı.

UHK’nun 27 ve 28’inci maddelerine atıf yaparak, il ve kasabalarda bulunan pandemi meclislerinin, mahallin sağlığını göz önünde bulundurarak hastalığın yayılmasını engelleme yetkisine sahip olduğunu belirttiler.

Bunun için gerekli önlem neyse belirleme hakkına da sahip olduğunun altını çizdiler.

Başka kanunlara da atıf yaptılar.

Anlaşılan o ki, Bilim Kurulu’nda salgını durdurmak için önlemler belirlenmekle kalmayıp, bunun hukuki altyapısının olup olmadığına da bakılıyor.

Bırakın bunları bugün demokrasinin beşiği olarak nitelenen birçok AB ülkesi de benzer kararların altına imza koydu ve kimse de buna karşı hukuksuzluk iddiasında bulunamadı.

Ayrıca UHK o denli net yazılmış ki internetten girip iddiaların ne denli geçerli olduğunu görmek olası.

Okursanız göreceksiniz ki maske takmanın kanunda yeri olmadığı iddiasının anlamı yok, tam tersine bu tür önlemlerin alınmasını zorunlu kılıyor.

Belki Kanun biraz eski olduğu için dili Osmanlıcaya kayıyor ama ne anlama geldiğini anlamak zor değil.

UHK’nu 1930’da yazanlar bir tek açık bırakmamış.

O gün olduğu gibi, toplumun bakteri ve virüs kültürü konusunda bu gün de ne denli geri kalacağını 91 yıl önceden öngörmüş…

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar