Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

İKİNCİ Dünya Savaşı mevcut uluslararası hukuk kurallarının tamamını yerle yeksan etti.

Bunun en belirgin görüldüğü kıta ise Avrupa oldu...

Savaş sonrası hukuki ve ekonomik açıdan yıkılmış Avrupa'nın yeniden ayağa kalkması, başta bölge ülkeleri olmak üzere uluslararası düzeyde bir ortak hukuk zemininde buluşmanın sağlanması, ekonomik açıdan birlikte kalkınmanın da bu kapsamda ele alınması için yeni bir adım atıldı.

Hedef ulus devlet hakimiyetine dayalı hukuk ve bunun getirdiği aşırı milliyetçiliğin önüne geçmek, parçalanmış ekonominin yarattığı politik düşmanlıkları ortadan kaldırmaktı.

Bu bakış ekonomik, politik ve hepsinden önemlisi hukuki açıdan Avrupa Topluluğunun ortaya çıkmasına neden olan düşüncenin de temel taşını oluşturdu...

Amaç, Avrupa bütünleşmesini bir temel hukuk metni içine oturturken, sonrasında Lizbon Anlaşması olarak bilinen Avrupa Anlaşmasını da harekete geçirmekti.

Bu adım AB içinde bugün de etkisini sürdüren kırılmayı başlattı.

Önce İrlanda, ardından Çekya ciddi direniş gösterdi.

Ancak 2009'de bir orta yol bulundu.

Aradan 22 yıl geçtikten sonra AB şimdi benzer yeni bir krizi yaşıyor...

Bu kez sorun ise Macaristan'ın ardından Polonya...

AVRUPA KONSEYİ'NİN AİHM SANCISI

Sorun sadece orada da değil.

AB ile herhangi bir organik bağı bulunmayan ancak hedeflediği ilkeler açısından benzerlik gösteren Türkiye'nin de 1949'da kurucu üye olarak anlaşmasının altına imza koyduğu Avrupa Konseyi...

Aslında onu da 2. Dünya Savaşı'nın ağır sonucu yarattı, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmayı hedefleri arasına koyup, bu amaçla bünyesinde bir de İnsan Hakları Mahkemesi'ni (AİHM) oluşturdu.

Üye ülkeler arasına Rusya, Ukrayna, Azerbaycan da katıldı ve Konsey Avrupa'nın en önemli karar mekanizması haline geldi.

Özellikle AİMH'in aldığı kararlara uyum üye ülkelerin ekonomilerinin de gelişmesinin önemli kıstasları arasında sayıldı, uluslararası sermaye bu tutuma göre yönünü tayin etmesi de ülkeleri aslında buna zorladı...

Geldiğimiz noktada Avrupa'nın hukukun üstünlüğünü sağlamak için temelini 2. Dünya Savaşı sonrası attığı iki önemli kurumu da çatırdıyor...

Her ikisinin de kurallarının uygulamasına direnç daha da yükseliyor.

Sanki 1648'deki ulus devletlerin ortaya çıktığı Vestfelya Anlaşması sürecine yeniden dönülüyor gibi bir ortam yaşanıyor.

ANAYASA MAHKEMESİ'NİN ÜYE YAPISINI DEĞİŞTİRDİ

En büyük krizin yaşandığı yer ise Avrupa Birliği ve bu kapsamda AB hukuku...

Bir süre önce benzer krizi milliyetçi bir hükümete sahip olan Macaristan ile sivil toplum kuruluşları kapsamında yaşamıştı...

Buna önceki gün Polonya da eklendi...

Polonya'da iş başına gelen milliyetçi muhafazakar kimliği ile bilinen hükümet ilginç bir yol izledi.

Polonya Anayasa Mahkemesi'nin üye yapısını farklılaştırmak için kolları sıvadı...

TEPAV AB Direktörü Nilgün Arısan Eralp, Polonya hükümetinin Anayasa Mahkemesi üzerindeki müdahalelerinde büyük başarı elde edip, üye yapısını ciddi oranda değiştirdiğini anımsattı.

İktidarın istediği üye sayısına Anayasa Mahkemesi'nde ulaşması sonrası Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki'nin atağı geldi.

Hükümet, Ulusal Yargı Konseyi (Krajowa Rada Sadownictwa) yasasında değişiklik yaptı.

Bu değişiklik Polonya Yüksek Mahkemesi'ne atanmak üzere Cumhurbaşkanı'na sunulacak aday isimler hakkında Ulusal Yargı Konseyi'nin denetimini tamamen devre dışında bırakıyordu.

Polonya Yüksek İdare Mahkemesi, Avrupa Adalet Divanı'na konuyu taşıdı.

Polonya Yüksek Mahkemesi'ne hakim olarak atanmak üzere Cumhurbaşkanı'na sunulacak aday isimler konusunda Ulusal Yargı Konseyi'nin etkin denetiminin devre dışı bırakıldığını anımsattığı başvurusunda bu durumun AB hukukuna aykırı olduğunu anımsattı.

HANGİ HUKUK DAHA ÜSTÜN?

Bu durumda ulusal yasayı mı yoksa AB yasalarını mı uymaları gerektiğini Adalet Divanı'na sordu...

Avrupa Adalet Divanı da Mart ayında "eğer ulusal yasada yapılan değişiklik AB yasalarına aykırı ise Yüksek İdare Mahkemesi'nin söz konusu değişikliğe uyma zorunluluğunda değildir" kararını açıkladı.

Bu da kıyametin kopmasına yetti.

Çünkü Polonya Anayasa Mahkemesi AB yasalarının ulusal yasalardan üstün kabul edilmesinin Polonya Anayasası'na aykırı olduğuna hükmetti.

Burada da kalmadı, AB yasalarındaki bazı hükümlerin de Polonya Anayasası'na aykırılığının bulunduğunu, Anayasa'ya bağlı kalınması gerektiğine hükmetti.

Hükümet planın ikinci aşamasına geçti ve Başbakan milliyetçi-muhafazakar politikaları ile bilinen Hukuk ve Adalet Partisi Başkanı ve Başbakan Morawiecki, Anayasa Mahkemesi'ne başvurup, "Bu durumda AB yasalarının mı, yoksa Polonya yasalarının mı üstün olduğunu" sordu.

Üyelerinin ağırlıklı bölümünü hükümetin belirlediği Anayasa Mahkemesi'nden gelecek yanıt baştan belliydi, Polonya yasalarının AB yasalarından üstün olduğunu, AB anlaşmalarındaki hükümlerin Anayasa'ya aykırılığın bulunduğuna ilişkin kararını önceki gün açıkladı.

Bu da AB ile Polonya arasında yeni bir krizin kapısını aralarken, "Brexit'in ardından Polexit mi geliyor..." sorusuna yol açtı.

AB Hukuku üzerine çalışmalarıyla bilinen ve hocaların hocası olarak tanınan Prof. Dr. Tuğrul Arat'a bundan sonrasının nasıl işleyeceğini sordum.

"AB hukuku üstündür, üye ülkeler Birliğe girerken altına imza koydukları anlaşmada bunu karar altına alırlar" dedi.

Nitekim, Türkiye de AB üyelik sürecine ilişkin hazırlıklar kapsamında Anayasa'nın 90'ıncı maddesine uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan hukukun üstünlüğüne ilişkin madde koymuştu.

Peki uymaz ise ne olur?

Prof. Dr. Arat'ın aktardığına göre AB, Polonya'ya verilecek mali yardımları kısarak işe koyulabilir, mülteciler için ayırdığı fondan payına düşecek 7 milyar Euro ödeneği vermeyebilir.

Devamında başka kısıtlar da gelebilir...

AB'nin üyelikten atması söz konusu olabileceğine olasılık tanınmıyor, ancak Polonya'nın kendisinin çekilmesi için tüm mekanizmaların çalıştırılmasının söz konusu olabileceğinin de altı çiziliyor.

AB'ye 2004'te diğer Sovyetler Birliği'nden kopmuş ülkelerle birlikte katılan Polonya'da AB'den çıkışın nasıl olacağı tartışılıyor.

Peki üyelikleri askıya alma veya çıkışını vermesi halinde ne olur?

Üzerinde durulan bu aşamada gelmeden Polonya halkının ekonomik sorunları nedeniyle hükümetine çıkış vereceği noktasında...

Peki ya tersi olursa?

Aslında benzer süreçler Avrupa Parlamentosu ile organik bir bağı olmasa da Avrupa Konseyi'nin de önünde duran sorunlardan biri...

Çünkü Türkiye dahil bazı ülkeler AİHM karalarının uyulması konusunda direnç gösteriyor.

Üyeliklerinin askıya alındığı bir dönemde Konseyin üyelikten çıkarma gibi yeni bir karara imza atması gerekiyor.

Ancak bugüne kadar Azerbaycan ve Rusya için dahi daha ileri bir adım atmayan Konseyin farklı bir tutumunun söz konusu olması beklenmiyor.

Bu da hem Avrupa Birliği hem de Avrupa Konseyi açısından içinden çıkması zor bir başka durum yaratıyor.

Eğer adım atamazsa kendini inkar etmiş olacak...

Bundan sonra ilkelerini ve hukukunu ülkelerin milli hukuku karşısında etkin hale getirmesi olası olmayacak.

Bu da adım atmaya en azından ağır ekonomik yaptırımlar ile mecbur bırakmaya zorluyor...

Birliği kurtarmanın yolunu üyelikten çıkarma yerine, hükümeti yönetimden çıkarmaya zorlamak olarak görüyor...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar