Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

BU rakam dün itibarıyla koronavirüs nedeniyle öğretimine ara veren sınıf sayısı…

Toplam 850 bin sınıfta sadece 2 bin 155’i koronavirüs salgını nedeniyle öğretime ara vermiş…

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, dün bir grup arkadaşımla sohbetimiz sırasında bu verileri aktardı.

ABD’de bu oranın yüzde iki olduğunu belirtti.

Baştan bu yana savunduğum görüşü Bakan Özer de tekrarladı, okulların salgına neden olma oranının toplumun diğer kesimlerine göre çok daha düşük olduğunun altını çizdi.

Başlangıçta boşa okulların kapalı kalmış olmasından duyduğu üzüntü rakamları aktarırken de belliydi.

SORUNUN ODAĞI ANAOKULLARI

Bir tespiti daha var ki mühendis kökenden gelip, topluma, yani işin sosyolojisine odaklanan bir Bakan açısından umut verici bir durum:

“Orta öğretimde okul sayısı ve öğretmen artmış öğrenci düşmüş. Büyüme kaliteye göre yapılmamış...”

Sorunun odağına inmek, kaynağından kaldırmak yerine, sorunun olduğu kesime odaklanıldığını, sorunun da bu nedenle ortadan kalkmadığını söyledi.

Örnek olarak üç yıl önce PISA'da 15 yaş grubunda matematik, fen ve Türkçede çok geride iken bugün bu alanlarda başarısını en fazla yükselten ülke olunmasını gösterdi.

Eleştirirken her gün konuşup, başarınca üzerinde durmamanın yarattığı hüznün hayıflanmasındaydı.

PISA'da geri kalmanın nedenini de 15 yaşın bulunduğu liseler olmadığının altını çizdi.

En uzun konuşmasını da bu bölümde yaptı.

Tespiti etkileyiciydi:

“Sorunun yeri lise değil, okul öncesi eğitim, anaokulu ve ilköğretim… Tüm dünyada da kabul gören bir gerçek var ki akademik başarı ebeveynlerin durumuna da bağlı.

Sosyal durumu iyi olan, sosyal durumu yüksek ailelerin çocukları fen liselerine gidiyor. Sosyal durumu iyi olmayan ailelerin çocukları ise düz lise, imam hatip veya meslek liselerine yönleniyor. Öğrencinin akademik başarısı düşük olduğu için orada bir araya gelenlerin başarısı da birbirinden etkilendiği için aşağı iniyor. Bizim açımızdan en önemli sorun okul öncesi.

Bunu rakamlarla da ortaya koydu.

Üç yaş grubundaki okullaşma oranının %14 olduğunu, bunu %50’ye çıkarmayı amaçladıklarını belirtti.

Dört yaş grubunda %35 olan oranı da %70’e çıkarmayı amaçlamışlar, 5 yaş için hedefleri ise %78’den %90’a çıkmak.

İSTANBUL’A BİN ANAOKULU

İstanbul’dan örnek verdi; devlete ait anaokulu sayısı 157 iken özel eğitim kurumlarının 1538 anaokulunun bulunduğunu anımsattı.

İstanbul’daki anaokulu sayısını binin üzerine çıkaracaklarını açıkladı.

Bakan Özer’in şu tespiti bir başka sosyolojik gerçeğimizi ortaya sergiliyordu:

“Çocuk birinci sınıfa gelirken okul öncesi eğitim alıp gelmiş olacak.

Okul öncesi eğitim sadece eğitim değil, kişinin sosyolojik olarak gelişimine de katkı veren bir yer; suça yönelmeyi baştan engelliyor. Akran eğitimi de devreye giriyor. Bunun olduğu yerde çocuk daha başarılı oluyor…”

Bir başka sorunu kıdemi 20 yılı aşan öğretmenlerin dezavantajlı bölgelerde görev üstlenmemesine bağladı.

ATANMADAN ÖNCE EĞİTİLECEK

Bakan Özer’e de söyledim; kendisini dinlerken 1980’li yılların Milli Eğitim Bakanı merhum Avni Akyol’u dinliyor gibi hissettiğimi 40 yıl önce onun da aynı yakınmada bulunduğunu anımsattım.

Bu durumun kendisini de rahatsız ettiğini sözleriyle hissettirdi.

TİMS verilerine atıf yaptı ve kıdemli öğretmenlerin çocukların öğrenimindeki katkısının %60-70 olduğunun altını çizdi…

Türkiye’de makas bu denli açık iken Finlandiya’da %2 olduğunu belirtti.

“Durum böyle iken Anadolu’ya genç, yeni mezunları göndermişiz. Yani en dezavantajlı bölgelere, en dezavantajlı olan öğretmenleri yollayınca başarının kalitesi düşüyor” dedi.

ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU DEĞİŞECEK…

Bunun için kıdem yılı 5 ve altında olan öğretmenlerin eğitimine öncelik vereceklerini, yeni atananları en az üç ay eğitimden geçirdikten sonra göreve başlatacaklarını bildirdi.

Kıdemli öğretmenlerin dezavantajlı bölgelere gitmesi için de Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu değiştirme hazırlıklarının sürdüğünü açıkladı.

Eleştirisinin hedefinde, her ailenin yakındığı ve her geçen gün temel kitaptan daha etkin bir yere sahip olmaya başlayan yardımcı kaynak kitaplar vardı.

AMAÇ YARDIMCI DERS KİTAPLARINI KALDIRMAK

Yeni bir sisteme geçeceklerini ve her ay yardımcı kitapların yenilenmesini yapıp, 18 milyon öğrenciye her ay düzenli ulaştıracaklarını açıkladı.

Bunun ilk adımını Ağrı’da pilot uygulama ile 140 çocuk için attıklarını, 1 Kasım’dan itibaren de tüm Türkiye’de eğitim gören 18 milyon öğrenciye ulaşacaklarını söyledi.

Kitapların ücretsiz olarak öğrenciye ulaşacağını da belirtirken, “Benim kaynağım daha etkili, çünkü biz 1,2 milyon öğretmen ve istediğimiz üniversiteden aldığımız destekle bu yardımcı kitapları hazırlıyoruz” dedi.

Amaçlarının ikili kitap düzenini kaldırmak, daha doğrusu ticari bir döngü haline gelen yardımcı kitap uygulamasına son vermek olduğunu da söyledi.

Sınıfların çok kalabalık olduğuna ilişkin toplumsal algıdan da yakındı.

Sınıfların ağırlıklı bölümünün 25-35 kişiden oluştuğunu, ikili eğitime geçerek okul sayısı az olan bölgelerde de bu sorunu çözdüklerini bildirdi.

Bunun için ilçe ve il müdürlüklerine de talimat vermiş, kendi başlarına ikili eğitime geçebileceklerini iletmiş.

İMAM HATİP ÖNCELİĞİ

Bu aşamada dedik ki, “Siz öğrenimin çocuğa göre olmasının önemine değiniyorsunuz ancak okul kayıtları sırasında öğrencilerin imam hatiplere kanalize edilmesini doğru buluyor musunuz?” dedik.

Kendisinin de imam hatipli olduğunu anımsattı.

Mesleki eğitim üzerinden örnek verdi.

Meslek liselerinden mezun olanların ancak %10’unun iş bulabildiğini, ancak Mesleki Teknik Eğitim Merkezlerinden mezun olanların iş bulma oranının %70’e ulaştığını ve onların da diploma verme hakkına eriştiğini söyledi.

Almanya örneğinden yola çıkarak Türkiye’de yapılan bir uygulamanın getirdiği olumsuzluğa vurgu yaptı.

Bakan Özer’in sosyal adaleti sağlama ilkesiyle eğitime yaklaşımı etkileyiciydi…

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar