Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

"Her şeye rağmen Amerika'yı doğru zeminlerde buluşabilmemiz şartıyla gelecekte de birlikte yol yürüyebileceğimiz stratejik müttefikimiz olarak görüyoruz. Ülkemizin beka meselesi olarak gördüğümüz Suriye politikasındaki derin görüş ayrılıklarımızın, gelecekteki daha büyük işbirliklerimizin önünde bir engel oluşturmasına izin vermemeliyiz. İşte bu anlayışla Fırat'ın doğusunu bölücü terör örgütünden kurtarmaya yönelik harekâtımıza birkaç gün içerisinde başlayacağımızı ifade ettik, ediyoruz. Hedefimiz asla Amerikan askerleri değildir, bölgede faaliyet gösteren terör örgütü mensuplarıdır."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen Türk Savunma Sanayii Zirvesi'nde bunları söyledi. "Hedefimiz asla Amerika askeri değildir" vurgusunun nedeni Pentagon'u uyarmaktı ve mesajın içeriği basitti: "Karşımıza çıkmayın, sorunumuz sizinle değil."

Aslında elbette ABD ile sorunumuz var. Sorun, ABD ve Türkiye’nin 'sorun analizleri'nin birbiriyle örtüşmemesi. ABD, YPG’yi PKK’dan saymıyor. Türkiye ise ikisinin de aynı şey olduğunu biliyor. Türkiye sınır güvenliğini ve topraklarının selametini sağlama almaya, terörle mücadele etmeye çalışırken PKK ile PYD-YPG’nin yardımlaştığını ve ortak bir ajanda ile hareket ettiğini defalarca tecrübe etti. ABD de bunun böyle olduğunu bilmiyor değil, sadece taktiksel davranıyor.

Taktiğin nedeni DEAŞ’la mücadele bağlamında PYD-YPG’den faydalanması. PKK komutanlarının başına ödül koyması da, birkaç komutan verip PKK’nın Suriye kolu olan PYD için ‘meşruiyyet’ koparma hesabıydı. Türkiye’ye yaptığı üstü örtülü teklif şuydu: “Türkiye sınırları içinde operasyon yapan ya da Türkiye dışında olup da Türkiye’yi hedef alan PKK’lı, terörist sayılsın. Hatta Kandil civarından ünlü bir iki komutanı da verelim. Ama Suriye’de kalan ve kendisine Kuzey Suriye’de tam ya da kısmi egemenlik alanı yaratmaya çalışan PKK’lıları ‘farklı’ kabul edelim, meşru bir aktör olarak görelim.”

Yani, özetle, “Sen Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusundaki iddialarından vazgeç, biz de sınırlarının içinde seninle kavga eden teröristlere karşı verdiğin mücadeleyi daha güçlü destekleyelim” diyorlardı.

Türkiye ise ilk kez bu kadar açıktan ima edilmiş bu teklifi elinin tersiyle itti. Kibarca ama açık bir biçimde, “Eksik olmayın ama bunun ardında PYD yani PKK lehine alan açma niyeti olduğu belli ve biz bunu yemeyiz’ denildi. Ve daha fazlası, Fırat’ın doğusu ile ilgili bugün yarın başlayacak bir operasyondan bahsediliyor.

Bahsetmek ve yapmak ayrı şeyler. Türkiye, ABD’ye ‘Operasyon yapacağız, askerinizi çekin karşı karşıya gelmeyelim’ mi diyor, yoksa DEAŞ bahanesiyle PYD’ye destek vermeye devam eden, tek bir Kürt'ün bile olmadığı bölgeleri PYD kontrolüne veren , FETÖ’den Halkbank meselesine ve Kaşıkçı cinayetine kadar genişleyen bir yelpazede sürekli olarak Türkiye’nin taleplerine ve uyarılarına kulak tıkayan ABD’ye iki ülke ilişkisinin selemeti açısından ültimatom mu veriyor daha sonra anlaşılacak.

KİMSE PYD İÇİN TÜRKİYE’YE SİLAH SIKMAZ AMA…

Fırat’ın doğusuyla ilgili bir harekât başlatma konusunda Türkiye’nin dezavantajları da var avantajları da. Dezavantajı şu ki, bölgesel ve küresel aktörlerin hiçbiri PYD konusunda Türkiye kadar rahatsız değil. Belki bir de İran var. ABD, DEAŞ’a karşı kullandığı ve gelecekte İran’ı sınırlaması umuduyla PYD’nin ‘orada’ olmasını istiyor. Rusya da, ABD’nin bu niyetini bildiği için PYD’yi kolluyor.

Suudi Arabistan bu planın ‘İran’ı kuşatma’ kısmıyla gayet ilgili, tahmin edebileceğiniz gibi hem ABD ile ittifakı gereği hem de ezeli İran düşmanlığından dolayı Suriye’nin kuzeyinde konuşlanmış bir PYD devletçiğinden rahatsız olacak durumda değil, bilakis destekçi pozisyonunda.

İsrail’in canına minnet. Bölge halkının yeni nefret nesnesi olacak ve dikkatleri kendi üzerinden uzaklaştıracak her şey işine gelir. Öte yandan Esad faktörü var ki, Temmuz 2018’de PYD’nin domine ettiği SDG ile bazı müzakereler ve anlaşmalar içine girmiş bir aktörden bahsediyoruz.

Anlayacağınız, Türkiye bölgede sürekli istikrarsızlık kaynağı olacağı için ve gelecekte de Türkiye’deki teröre destek vereceğine kesin gözüyle baktığı için, PYD-PKK’nın teritoryal egemenlik çabalarına darbe indirirken, bunu ‘yalnız’ yapacak. Engellemelere de maruz kalacak. Ancak Türkiye’nin avantajları da var.

En önemlisi, mevcut şartlarda mevcut coğrafyada Türkiye’nin yerinde hangi ülke olsaydı, Türkiye’nin yapacağını yapmaya niyetleneceğinin bütün aktörlerce biliniyor olması. Türkiye, Ankara’sından İstanbul’una, Diyarbakır’ından Trabzon Maçka’sına kadar PKK yüzünden binlerce insanını kaybetmiş bir ülke ve PKK-PYD’nin müstakbel ‘koridor’ hayalini ‘tamamen’ engellemek istemesi meşru sayılabilecek bir hedef.

İkincisi, Türkiye önemli bir bölge ülkesi ve bu harekâtı yaptığında, yukarıda saydığımız küresel ve bölgesel güçlerin hiçbirinin PYD için (yani PKK için) Türkiye’yi karşılarına almayacakları gerçeği. ABD dahil, kimse PYD için Türkiye’ye silah sıkmaz.

ABD'Yİ RAZI ETMENİN YOLU BELLİ AMA BEDELİ AĞIR

Ancak bu durum, ABD’nin ‘kendisine rağmen’ böyle bir karar alan Türkiye’nin burnundan fitil fitil getirmeyeceği, günün sonunda Türkiye’yi bir acı reçete ile başbaşa bırakmayacağı anlamına da gelmiyor. Nitekim, ABD Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik tek taraflı herhangi bir askeri harekâtın endişe verici ve kabul edilemez olduğu belirtildi.

ABD, harekâtı hangi şartlarda, bir hokus pokusla ‘kabul edilebilir’ bulur, hangi bedel karşılığında ‘endişe etmekle’ yetinir, onu da söyleyelim. Hayır, o bedel , DEAŞ’a karşı ABD ile beraber mücadele etmek değil. Onu zaten Zeytindalı’nda ve Fırat Kalkanı’nda yaptık, Menbiç’te yapıyoruz.

ABD’nin PYD-PKK ile müttefik olmasının ikinci nedeninin İran’ın kuşatılması olduğunu söylemiştik. Bahsettiğim acı reçete tam olarak bununla ilgili. Dolayısıyla soru şu: Türkiye, yapmayı düşündüğü harekâta ABD’yi razı edebilmek için, ABD’nin İran’ı sıkıştırma ve kuşatma siyasetine ‘yardımcı’ olmayı kabul eder mi?

Böyle bir anlaşma İran’ın Suriye’deki çözüme tıkaç olma halini sona erdirse de, insani ve ahlaki boyutu nedeniyle son derece ağır bir yüktür. Türkiye emperyalist ABD’ye, gazeteci katili Suudi Arabistan’a ya da Filistin’deki zulmü herkesçe bilinen İsrail’e komşu satacak bir ülke değildir. Ayrıca, bu türden bir tercihin Rusya’dan nasıl bir tepki alacağını, S-400’lerden, Rusya ile imzalanan pek çok anlaşmaya darbe vuracağını da tahmin edebiliriz.

"APARATÇIK" PKK'NIN KÖRLÜĞÜ VE NEREDEN NEREYE?

Mesele dönüp dolaşıp meşru olmadığı gibi aynı zamanda ‘akılsız’ da olan PKK’nın ferasetsizliğine geliyor. Bir zamanlar ‘ama efendim, tabanı var’ denilen PKK, hendek terörü yüzünden artık o tabana sahip değil. PKK’dan gerektiği şekilde ayrışamayan HDP’li siyasetçiler sürekli olarak cezaevi ile sınanıyorlar; düşünün ki, Sırrı Süreyya Önder’in mahkum edilme gerekçesi 2013’ün ‘devlet politikası’ olan çözüm sürecinde rol alması, devlet denetiminde ve devletin talebiyle gerçekleşen Nevruz mektubunu okuması. ‘Ak Parti hükümeti, Ak Parti hükümetine karşı’ diye özetlenebilecek grotesk bir tablo var. Ama çok az kişi ses çıkarabiliyor, çünkü kimse terörden canı yanmış milletin öfkesiyle yüzleşmek istemiyor.

Bütün bunlar olurken PKK, ABD ve Rusya tarafından kendisine uygun görülen yegane role, aparatçık olma işlevine layık olmak için DEAŞ’la savaşsın diye binlerce insanını ölüme gönderdi. Günün sonunda müttefiki ABD tarafından komutanlarının kellesine ödül kondu ve Kuzey Suriye’de en iyi ihtimalde bile elde etmeyi umduğunun çok azına razı olmak zorunda kalacak.

Bir Erdoğan karşıtı beyaz Türklerin, bir ABD’nin, bir Rusya’nın, bir Esad’ın yatağına girmek yerine, 2013’te başlatılan çözüm sürecini doğru değerlendirseydi, süreçteki vaadlerine sadık kalsaydı; bugün Türkiye için de, Suriye için de, ‘silahlar sussun, siyaset konuşsun’ diyen demokrat Kürtler ve Türkler için de bambaşka bir tablo söz konusu olacaktı.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar