Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

TÜRKİYE’de eğitim sistemi hep bir kördüğümdü, reforme etmek isteyenler de daha da karıştırarak içinden çıkılmaz bir hale getirdiler. Merkezi sınav sistemi ABD dahil uygulayan birçok ülkede büyük tartışmalara gebe. Birçok eğitimci tek bir sınavın belirleyici olamayacağını düşünüyor. Dahası gencecik bir öğrencinin eğitim hayatını yılda bir kere yapılan bir sınava indirgemek acımasız, zalim bir talep.

Özellikle üniversiteye girişlerde okulların kendi istediği öğrencileri seçmesinin altyapısını sağlamak gerekiyor.

Merkezi sınav sonuçları bu başvurularda ancak yan unsur olabilir. ABD’deki birçok üniversite sınav sonuçlarını değerlendiriyor ama kabul kararında tek başına not ortalamasına ya da sınav sonucuna bakmıyor.

Bazen düşük not ortalaması öğrencinin lehine bile işliyor. Birçok okul başvuru paketinde öğrencinin kendisini anlatan yazısını önemsiyor. Bazen okullarda mülakata çağrılıyor öğrenci. Çeşitli nedenlerden dolayı kampusa gidemeyecek öğrencilerin mülakatına mezunlar giriyor ve izlenimlerini kabul komitesine aktarıyorlar.

Bu sistemin de kimi aksaklıkları var. Sübjektif bir değerlendirmeye tabi tutuluyor öğrenci; bazen mülakatta kimya tutmayabiliyor. Ama başvuru paketi birkaç kişinin değerlendirmesinden geçiyor, oya sunuluyor ve karar buna göre açıklanıyor. Olumsuz yönlerine rağmen yine de daha adil.

ÇEŞİTLİLİK ŞARTI

Okullara istediği öğrenciyi seçme imkânı vermek daha verimli bir eğitim ortamı oluşmasına da neden oluyor. Her şeyden önce okul da öğrenci de birbirlerini isteyerek yeni öğretim yılına başlamış oluyorlar, bu bile başlı başına “Puanım buna yetti” isteksizliğindense daha verimli. Dahası, okul da öğrenci de birbirini tanıyor. Görünmez bir dolu kriter var ama okulun ilk günü kabul olan öğrencileri gördüğünüzde ortaya bir desen çıkıyor: Okulun kendi kimliğine uyumlu, özenle seçilmiş insanlar. Sadece ders başarısı değil, hikâyesi olan, gelecek vaat eden insanlar.

Amerikan okullarının öğrenci nüfusunda çeşitliliğe bağlılıkları da önemli bir unsur. Pahalı okullara sadece zenginlerin çocukları kabul edilmiyor, sadece belli bir ırktan öğrencilerden oluşmuyor kabul edilenler. Geçtiğimiz senelerde Harvard’a kabul edilen siyah öğrencilerin oranı ülke ortalamasının altına düşünce büyük tartışmalar yaşanmıştı. Üniversiteleri akredite eden kurumlar da sık sık çeşitliliğe vurgu yapıyor. Okullara istedikleri öğrenciyi seçmek, bunu da belli bir kurala bağlamak yine de sınavdan daha adil.

YETKİ MERKEZDE

Peki bu sistem neden Türkiye’de uygulanmıyor?

Tıpkı devlet kültü gibi, Türkiye’de de eğitim sisteminde birey değil kurum önemseniyor da ondan. Bireyi merkezine almayan bir eğitim sistemi başarısız olmaya mahkûmdur, bu yüzden de yaşadığımız hayat boyunca sayısını hatırlayamadığımız kadar farklı sistem denendi ama olmadı. Çünkü hepsinin ortak yapısı merkezi otoriteyi güçlü kılmak, okulları merkezi yönetimin denetimi altında tutmak üzerine kurulu.

Eğitim sisteminden bahsederken aslında tartıştığımız koca bir kültür. Tarihi boyunca hiçbir zaman bireyin hakkını, özgürlüğünü ön planda tutmamış bir kültürün değişmesi yeni eğitim sistemi monte etmek kadar kolay değil.

**************

EKRANDA YENİ MODA

BİRKAÇ senedir yakın çevreme yakında üçüncü sayfa haberlerinden fırlayan televizyon programları moda olacak, Show TV’nin ilk yıllarında ekrana getirdiği “Sıcağı Sıcağına” türü yapımlar yeniden ekrana gelecek diyordum.

Nitekim cinayet programları ve benzerleri ekranı kaplamaya başladı. Televizyon kanallarının elleri kolları bağlı, 24 saatlik yayını doldurmak zorundalar. Belli türler yasaklanınca da ister istemez yeni (bazen de bilindik) formüllere başvuruyorlar.

Acaba bundan sonra ekranda hangi format kıymete binecek diye düşünüyorum.

Bir bahis açalım... Ben diyorum ki yeniden tek kanallı yıllardan alıştığımız pazar eğlenceleri, varyete şovlar gündem gelebilir sanki. İçinde skeci, yarışması, şarkıcısı olan yapımlar... Hayatım boyunca en büyük kâbusum olmuştu bunlar, ama uzun yıllar alıcısı da oldu bu yapımların.

Sadece tek kanallı yıllarda dayatıldığı için değil, özel televizyonlarda da epey süre devam etti bu tarz programlar. Mesela Uygur Kardeşler bu sayede adlarını duyurdu.

Dünya üzerinde icat edilmemiş yeni bir format yok; cinayet programlarından sonra eğlence kuşağına dönüş olur mu?

**************

İDDİALI BİR OSCAR SEZONU

BU sene vizyona girecek filmlerin tanıtımına bakıyorum, aralık ayının son gününe kadar birbirinden iddialı yapımlar beyazperdede gösterilecek. Kıran kırana bir Oscar yarışı bekliyor bizi.

Oscar’ın habercisi Telluride ve Toronto film festivallerinden gelen haberlere göre Akademi’nin gündeminde 23 film var. Tabii bu sayı 5 ile 10 arasında bir rakama inecek adaylıklar açıklandığında.

- Yıl içinde vizyona giren “Get Out,” “The Big Sick” ve hatta “Wonder Woman”ın adı geçiyor.

- Özellikle İtalyan yönetmen Luca Guadagnino’nun “Call Me By Your Name”ine kesin aday gözüyle bakılıyor.

- Churchill hakkındaki “Darkest Hour”ın adaylığına kesin gözüyle bakılıyor. Özellikle Gary Oldman en iyi erkek oyuncu ödülünü göğüsleyecek gibi. Denzel Washington’la rekabet edecek bu dalda.

- Alexander Payne’in yeni filmi “Downsizing” ödül sezonunda vizyona girecek filmlerden ama belki sadece yardımcı kadın oyuncu dalında aday olabilir.

- İlk filmi “Tangerine”i iPhone’la çeken Sean Baker’in yeni filmi “The Florida Project” de kesin adaylar arasında sayılıyor.

- Bugüne kadar yazarlığı ve oyunculuğuyla adını duyuran Greta Gerwig’in ilk yönetmenlik denemesi “Lady Bird” epey iyi görünüyor, en iyi film adayı da olabileceği konuşuluyor.

- Yazarlığıyla adını duyuran ve senaristliğiyle süperstarlığa ulaşan Aaron Sorkin’in ilk yönetmenlik denemesi “Molly’s Game” en iyi film adayı olacak mı, senaryo ödülüyle mi onurlandırılacak?

- Ve yılın en iddialı filmi: Guillermo Del Toro’nun tuhaf aşk hikâyesi “The Shape of Water”. “Kesin en iyi film ödülünü alır” diyenlerin sayısı epey fazla.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar