Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Beyaz Türkiye hüzünlü, hafta sonundan beri matem hakim çünkü büyük umutlar besledikleri kurtarıcı bir türlü gelmiyor, gelecek gibi de görünmüyor. Daha da kötüsü hayallerdeki “mavi gözlü, uzun boylu, yakışıklı” lider adayı şimdiden gideni aratmaya başladı. Homurdanmalar yükseliyor, “Biz nerede yanlış yaptık” diye kafalarını duvarlara vuranlar az değil.

Halbuki bu yaz önce Fenerbahçe’yi, sonra da Beştepe’yi ele geçirme planları yapıyorlardı. Yaşanan toplu hipnoz sonucu futboldan hiç anlamayanlar bile kendilerini Ali Koç için feda etmeye hazırdı. Ali Koç, Quantum Muharrem derken falan…

Şimdi futbol takımının kümede kalmasına razılar.

Halbuki Ali Koç hiçbir zaman böyle bir umut vermedi muhalif mahalleye. Koç ailesi zaten geleneksel olarak siyasetin dışında kalmayı tercih ediyor, siyasetin dışında kalmanın daha avantajı olduğunu Rahmi Koç dünya seyahatinde öğrendi zaten. Herhangi bir konuda bugüne kadar hiçbir fikrini duymadığımız Ali Koç da kamuoyunun önünde sadece futbol söz konusu oldu mu konuştu.

KAĞIT ÜZERİNDE İYİ DURUYOR

Yine de hep merak ettim… Diyelim ki siyasete niyetlendi, ne vaat edecek mesela? Ali Koç’un herhangi bir toplumsal konuda ne düşündüğünü bilmiyoruz. Bilmediğimiz gibi en ufak bir fikrimiz bile yok. Kim bilir, belki birçok konuda Erdoğan’dan çok da farklı düşünmüyor. Belki de çok radikal... Bu belirsizliğe rağmen sadece Beyaz Türkler sadece varsayıma dayanarak nasıl böyle bir hayale dalıyor?

Çünkü kağıt üzerinde iyi duruyor, kafalardaki şablona uyuyor ve “o” koltuğa layık. Bazen bir çift mavi göz yetiyor işte…

Türkiye’de siyasete de hayata olduğu gibi yön veren motivasyon şekilcilik. Ünlü bir aileden gelmese, geleneksel standartlara göre yakışıklı sayılmasa, özgeçmişinde görkemli okullar olmasa gönüllerdeki figür olmayacak. Ülke yönetimine yetkinliği hiç belirleyici değil. Hele Fenerbahçe’deki şu kısa macerası iyi bir gösterge bile değil. Her şey bir yana, dünyaca ünlü futbolculara otobüsle eve döndürme gibi komik ve çocukça bir ceza vermesi de kuşku uyandırıcı bir kere. Harvard Business School’da böyle bir yaptırım öğretildiğini zannetmiyorum.

Muhtevasının tam olarak belli olmadığı “karizma” meselesi Türkiye’de herhangi bir alanda öne geçmek için en önemli kriter. Milli Takım’ı dünya üçüncülüğüne taşımasına ve futboldaki en büyük başarıya imza atmasına rağmen Şenol Güneş bir türlü elitlerin gözüne girememişti. Grotesk bir karakter olmadığı, kıyafetleri kadar abartılı mimikleriyle şov dünyasını aratacak malzeme vermediği için eleştirilmiş, hedefe konmuştu. O zaman Güneş bana “Karizmam yoksa aklım var” demişti, aklın Beyaz Türkiye’de pek de geçer akçe olmadığını bilmesine rağmen. Benzer şekilde işini sessizce ve elinden geldiği en iyi şekilde yapan Lucescu da ağza alınmayacak ırkçı hareketlere maruz kalmıştı.

Türkiye’nin şekilciliğe kanıp akıl tutulmasına yakalandığına en belirgin örnek ise Tansu Çiller’in siyasette yükselişi olabilir. “Anadili gibi İngilizce konuşan” ve Boğaziçi’nde ders veren, Escada gibi pahalı markaların tayyörlerini giyen, Cartier çerçeveli “sarışın güzel kadın”ın imajının vaat ettikleriyle ülkeye yaptıkları arasındaki uçurumları uzun uzadıya anlatmama gerek yok herhalde. Zaten böyle bir sabrımız da yok. Ama pek çoğumuzun zamanında neredeyse bir pop yıldızından etkilenir gibi “Çillermania”ya kapıldığı sır değil.

YENİ BİR KURTARICI BEKLENTİSİ

İşin ironik tarafı, tıpkı Ali Koç gibi Tansu Çiller’in de kendisine atfedilen insanüstü payeyi, hemen üzerlerine yapıştırılan umut simgesi pozisyonunu çok kısa sürede bonkörce harcamaları. Müslüman bir ülkenin ilk kadın başbakanı tarihte başlı başına bir bölüm olmalıydı, şimdi bir dipnot olarak bile hatırlamak istemiyoruz. Ali Koç’un Fenerbahçe başkanlığı nasıl hatırlanacak?

Futbol siyasetten bile daha kısa ömürlü, hoyrat ve yıpratıcı. Bir-iki başarısızlık, hele de çok iddialı takımların düşüşü giyotine giden yolu açıyor. Cem Uzan bunu İstanbulspor’da bizzat yaşadı. Ali Koç şimdiden “Keşke bu işlere bulaşmasaydım” deyip, usturuplu bir şekilde arkasına bile bakmadan kaçma planı yapıyordur herhalde. Daha bir senesi bile dolmadan hiç kimsenin kredisi böyle kolay tüketilemez; buna kim dayanır?

Peki ya bütün umutları Ali Koç’a bağlayan Beyaz Türkiye?

Gazete sayfalarına bakarak hiç niyeti bile olmayanlardan bir kurtarıcı arayışına girdikleri sürece vuslat bir başka baharda da gelmeyecek. Kendi kafalarında oluşturdukları o kategoriye yerleştirmeye çalıştıkları, o koltuğa layık gördükleri her “mavi gözlü” kurtarıcı hayal kırıklığı olmaya devam edecek.

Üzgünüm, beklenen Atatürk gelmeyecek. Ama gelmesi de gerekmiyor zaten. Belki bu en başta beklentiye girmekten vazgeçilirse o makus talih de tersine döner. Ama ben bir yerlerde kolektif hayal gücünün şimdiden “Ali Koç olmadı, acaba kim olabilir” diye çantadan isim seçmeye hazırlandığına da iddiaya girerim. Bu mahallede tarih ilerlemez, genelde kendini tekrar eder ve bir süre sonra da tadı kaçar.

***

Demirtaş’ın kitabının Sarah Jessica Parker’ın elinde ne işi var?

Selahattin Demirtaş’ın “Seher” adlı kitabı henüz ABD’de yayımlanmadı. Peki nasıl oluyor da “Sex and the City” dizisiyle ünlenen oyuncu Sarah Jessica Parker elinde kitabın “Dawn” adlı İngilizce baskısıyla Vogue’a poz veriyor?

“Dawn” nisan ayında yayımlanacak, eleştirmenlere veya kitap hakkında yazacak gazetecilere ön okuma baskısı gönderiliyor. Ama Parker ne eleştirmen ne gazeteci…

Ama yayıncı!

Hem de Demirtaş’ın ABD’deki yayıncısı. Bir süre önce Oprah’nın kitap kulübü misali büyük bir yayınevinin altında kendi adını verip kitaplar yayımlamaya başladı. Bunları da sosyal medyadan duyuruyor. İşte adını oyuncunun isminin baş harflerinden alan SJP by Hogarth adlı yayınevinin basacağı kitaplardan biri de Demirtaş’ınki.

İyi bir kitap okuru olduğunu iddia eden Parker sevdiği romanları, öyküleri hayranlarıyla paylaşmak için bu işe girmiş.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar