Yeni bir gazete kuruyorum (Bu da ilk "Editör'den" yazısı)
Son zamanlarda dünya medyasına dair en heyecan verici haber Texas Monthly dergisinde yapılan bir atama olmalı. Prestijli dergi geçen hafta bir gazeteciyi “Taco editörü” olarak göreve başlattığını açıkladı. Birkaç sene önce Denver Post gazetesinin “marijuana editörü” kadar heyecanlı bir görevlendirme.
Kökeni bizim dürüme dayanan Meksika’yla özdeş taco giderek sınır eyaleti Texas’ta büyüyor, yemek kültüründe eyaletle özdeşleşen “barbecue” kadar önem kazanıyor. Dergi de taco’nun giderek artan ağırlığını vurgulamak için yemek eleştirmeni dışında özel olarak bu mutfakta uzmanlaşacak bir gazeteciyi göreve getirdi.
YEMEĞİN AYRI BİR EKONOMİSİ VAR
José R. Ralat bundan böyle eyaleti ücra noktalara kadar gezecek, okurlarına en iyi taco’yu bulma macerasını anlatacak. Eskiden bir lokantanın tutması için üç şart sunulurdu (lokasyon, lokasyon, lokasyon) ama giderek insanlar iyi yemek için dünyayı bile gezmeye razı olduklarını gösterdiler. Yakın zamanda ölen Los Angeles’ın efsanevi yemek yazarı Jonathan Gold’un kurallarından biri en iyi yemeğin gitmeye razı olduğunuzdan 15 mil daha uzakta olduğuydu mesela. Bir zamanlar El Bulli için İspanya kıyısına ya da sadece Noma için Danimarka’ya gitmek belli bir kesim için şaşırtıcı değil.
Bu kesim sayıca az, ama kültür üzerinde etkili, yön veren insanlardan oluşuyor. Paris Moda Haftası’nda defile sıralarını dolduranlar gibi “niche” bir grup, ama trend’leri onlar belirliyor, bizler de arkalarından geliyoruz.
Bu sınırlı kitlenin bir başka özelliği de banka hesaplarının dolgunluğu. Zira yemek epey bir zamandır karın doyurmayla ilgili değil, daha çok sınıfsal bir mevzu. Sadece bir yerde yemek yemek için seyahat etmek değil, o yemeği yemek de epey masraflı. Yöntemleri tartışmalı olsa da her sene belirlenen “Dünyanın En İyi 50 Lokantası” listesindeki pek çok yerde yemek için adam başı bin doları gözden çıkarmak gerekiyor. Yemeğin ciddi bir ekonomisi var.
Taco gibi sokak yemeği olarak algılanan, genelde de ucuz kategorisine giren bir yiyeceğin bile lüks versiyonları var. Mesela Meksiko’daki Pujol özel bir taco tadım mönüsünü yüzlerce dolara sunuyor. Denedim, sokakta yediklerimden daha çok etkilendim.
Yemek işi Türkiye’de de son yıllarda önem kazanıyor. Bu yükselen dalgadan nasibini almak için Hürriyet bir süre önce “inci” dağıtmaya başladı mesela lokantalara. Yemek eleştirmeni Vedat Milor daha önce bu görevi yapanların aksine ciddi bir medya şöhretine dönüştü, ancak beraberinde inandırıcılık sorunları da çıktı. Reklama çıkan bir yemek eleştirmenine nasıl güven duyulur?
KANARYA SEVENLER DERNEĞİ
Bütün bu sorunlar zamanla aşılır. Ama asıl önemli olan okur eğilimleri göstermesi açısından medyanın geleneksel olarak pek ciddiye almadığı alanların büyümesi. Önümüzdeki yıllarda “niche” haberciliğin daha da belirleyici olacağını düşünüyorum medyada. Hem ABD’de hem de tuhaf bir şekilde ABD’ye birçok açıdan benzeyen (ve benzemeyen) Türkiye’de.
Bir kere iki ülkedeki medya tüketicisinde ciddi bir siyaset yorgunluğu var. Türkiye’de nasıl Erdoğan takıntı haline geldiyse, ABD’de de Trump’la ilgili durum aynı. Ancak bu takıntı bir süre sonra yoruyor, insan sinyallerini kapatıyor ve yeni sözler duymak istiyor. Ben artık Trump haberi duymak istemiyorum mesela.
Öte yandan popüler kültür haberciliği altın çağını yaşıyor denebilir. New Yorker’da Emily Nussbaum’un televizyon yazılarının bağımlısıyım.
Trump haberleri geleneksel medyaya tiraj getirdi ama beraberinde teknoloji, yeme-içme, televizyon gibi alanlarda yeni yıldızlar da doğdu Amerikan medyasında. New York Times en önemli yatırımlardan birini yemek tarifleri portalına yaptı örneğin. Sosyal medyayı, YouTube video’larını eleştiren yazarlar çıktı ana akımda.
Ben hala bizde tanıtımın ötesine giden, dizileri ve filmleri çözümleyen kültür yazarlarının eksikliğine şaşıyorum mesela. Çok eskiden Radikal ve Yeni Yüzyıl bu eksiği doldururdu mesela, ana akım bu alanları küçümsedi. Halbuki Yeni Yüzyıl özellikle İstanbul Film Festivali’ne giden insanları hedef kitle belirleyerek kurulmuş ve epey başarılı olmuştu. 90’lardan bu yana o kitle daha da büyüdü ama medyada temsil edilemez oldu.
Epey bir zamandır bir oyun eleştirmeni bekliyorum mesela Türk medyasında ama nedense kimsenin aklına gelmiyor. Halbuki Fortnite fenomeninden de gördüğümüz üzere bazen bir oyun milyarları ilgilendiriyor, o milyarlarca insanın bir kısmı da Türk.
Eğer medya ayakta kalacaksa çözümü alternatif alanlarda aramalı, futbol ve Erdoğan haberciliğine tapınmayı bırakıp Kanarya Sevenler Derneği’ni önemsemeye başlamalı.
*
Hayali gazetemin künyesi
Kenevir editörü: Yazdığı birçok yazının ardından bu konuda uzmanlaşan Abdurrahman Dilipak’tan başka bu işi daha iyi yapacak hiç kimse olamaz.
Netflix editörü: Bir dizinin bütün sezonlarını baştan sona izleyebilmek için uykusuzluk hayati önem taşır, bugüne kadar uyduğunu hiç görmediğim Ertuğrul Özkök’ten daha iyisi olamaz. Üstelik diziler ona kötü örnek de olmuyor.
Sokak yemeği editörü: Zaten kendisi defalarca bu konuyu yazıp neredeyse bu göreve talip oldu, Serdar Turgut en iyisi Kadınlar Pazarı’ndaki kebapçılardan Bambi’ye kadar her yeri dolaşsın. Aslında doğal görevi “underground editör” de olabilir ama Türkiye’de sırf bu yüzden “muzır kurulu” kurulabilir yeniden.
PlayStation editörü: Siz onu basketbol konusundaki uzmanlığıyla tanıyorsunuz ve gözünü açtığı anda NBA’in bütün kadrosunu ezberden sayabilir. Ama bilgisayar oyunu konusunda da o kadar uzman: Kaan Kural.
Gündüz kuşağı editörü: Müzik konusunda takıntılı derecede bilgisi olan Atilla Aydoğdu çok sıkı bir televizyon izleyicisidir. Gündüz kuşağı programlarını özellikle takip eder ve bilir. Dahası küçümseyerek, nefret ederek değil, anlayıp eğlenerek izler.
Teknoloji kültürü editörü: Bu isim yeni iPhone’un teknik özelliklerini falan yazmayacak. Teknolojinin yaşam üzerine nasıl bir etkisi olduğunun izini sürecek, sosyal medyanın karattığı hayatları, yalan haberin etkilerini, twitter’da tanışıp evlenenleri, ama daha çok teknolojinin ruh halimize etkisini kaleme alacak ve yaşadığımız dünyayı bize açıklayacak. Kadir Kaymakçı zaten bunu yapıyor, ben transfer ettim sadece.
Moda editörü: Paris Moda Haftası’ndan değil, Nursace ve Armine’den bildirecek. Hazır köşesi de yok, öteki mahallenin modasını Özlem Albayrak’tan daha iyi kim yazabilir?
Güneydoğu editörü: Aslında “Kürdistan editörü” gibi provokatif bir unvanı ister eminim, ama Güneydoğu sokağını, hayatı, insan hikayelerini, Diyarbakır’da bir rock bar’ı ya da Urfa’da tiyatro yapmak isteyen gençleri Ahmet Tulgar ne güzel anlatırdı.
*
Çay ve kolonya
Dün kendi yazıma bakarken fark ettim, Eyüp Sabri Tuncer’in çalıntı kolonyalı mendil paketinin görselini koymayı unutmuşum. Yazıyı yazdığım Venice Beach’teki Pasifik Okyanusu’nun dalgaları sarhoş etmiş olmalı, bugün o eksiği kapatıyorum.
Bir de dün sadece komik olsun diye çalıntı eserden bahsederken “Bu sefer Elif Şafak romanı değil” demiştim… Aynı gün Elif Şafak’ın yeni romanı hakkında da çalıntı iddiaları çıktı. Tarihin kendine özgü bir mizah anlayışı var hakikaten.
- Trump oligarklar rejimi kuruyor19 dakika önce
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir2 gün önce
- Bir eski eroinman Amerika'nın patates kızartmalarını düzeltecek mi4 gün önce
- First lady Elonia5 gün önce
- Seçimi kazandıran podcast sunucusu1 hafta önce
- Aradığım Çin lokantası Erdoğan'a komşu çıktı1 hafta önce
- Kamala olarak girdi, Kemal olarak bitirdi1 hafta önce
- Anneciğim erkeklik elden gidiyor2 hafta önce
- Çöplük gibi kriz2 hafta önce
- Milyarderlerin Trump sevdası2 hafta önce