Woody Allen'i iptal etme günleri
Bugün 20’li yaşlarında olanlar için Woody Allen adı pek anlam ifade etmiyor olmalı. Filmlerini izlemedikleri, kitaplarını okumadıkları yaşlı bir adam olarak biliyorlardır en fazla; o da adını duydularsa. Tanıyanlarsa daha çok “sapık” olduğunu düşünüyordur herhalde. Bundan sonraki kuşakların algısında farklı anılmayacak gibi, zira 13 sene birlikte olduğu Mia Farrow’un kampanyası nihayet sonuç vermişe benziyor.
Nihayet, çünkü Woody Allen ve Mia Farrow arasındaki savaş 1992’den beri sürüyor. Şimdi sonuç verdi, çünkü bir aydır HBO’da yayınlanan dört bölümlük “Allen v. Farrow” belgeseli bir kuşağın dahi bellediği Woody Allen’a adeta son darbeyi vurdu. Mia Farrow mahkemede değil ama kamuoyunun gözünde nihayet Woody Allen’ı mahkum etti. Tabii değişen hassasiyetler, siyasi rüzgarlar, toplumun eğilimleri de etkili oldu algı değişimine. Pek çokları Woody Allen’ı Harvey Weinstein, Bill Cosby ya da Jeffrey Epstein gibi saldırgan sapıklarla anmaya hazır, çünkü Mia Farrow bunu istiyor. Ancak Woody Allen bu isimlerle bir anılmayı hak ediyor mu, belgeselin tamamını izledikten sonra bile emin değilim.
Woody Allen’ın “sapıklığı” evlatlık kızıyla aşk yaşamasından geliyor pek çoklarına göre.
Allen’ın birlikte olduğu ve sonradan evlendiği, birlikte iki çocuk yetiştirdiği Soon-Yi Previn bizzat bu önermeye itiraz eder. Mia Farrow’un evlat edindiği kızıydı Soon-Yi; birlikte oldukları 13 yıl boyunca da hiçbir zaman Woody Allen’la Farrow aynı evi paylaşmadı, Soon-Yi ile de bir baba-kız ilişkileri yoktu. Tabii bu Woody Allen tarafının resmi savunması. Soon-Yi Previn ile 21 yaşında, yani yetişkinken ilişkiye girdiğini söylüyor.
“Allen v. Farrow” belgeseline göre bu ilişki daha önce başladı; Soon-Yi en az lise sondayken. Evdeki hizmetçi ve kapı görevlisinin anlattıklarına göre Soon-Yi okuldan çıkıp sık sık Woody Allen’ın evine gidermiş; ziyaretten sonra lekeli çarşafları yıkama ve yerdeki prezervatifleri toplama görevi de hizmetçininmiş. Lisede ya da üniversitede, evlatlığı ya da değil... En azından 12 sene birlikte olduğu kadının kızıyla ilişkiye girmesi tartışmalı bir durum. Woody Allen bu ilişkisinden dolayı her türlü saldırıyı, eleştiriyi, kınamayı kabul ettiğini söylüyor.
Soon-Yi’le ilişkisi yıllardır tartışılsa da Woody Allen’la ilgili asıl şaibeli konu bu değil. Bu meseleyi bir şekilde kabul ettirdi Allen; kabul ettirmese de üzerinden onlarca yıl geçtikten, iki taraf da hayatlarından memnun olduklarını kamuoyuna açıkladıktan sonra başkalarına söyleyecek söz kalmadı. İçimizden kınadık.
Asıl tartışmalı konu Allen’ın yedi yaşındaki kızını taciz ettiği.
Soon-Yi olayı ortaya çıktıktan sonra Mia Farrow’nun ortaya attığı ve hakikaten çok korkunç başka bir iddia var: Allen ve Farrow’nun birlikte evlat edindikleri kızları Dylan’ı yedi yaşında taciz ettiği iddiası. “Allen v. Farrow” belgeseli yedi yaşındaki Dylan'ın annesi tarafından amatör kamerayla çekilen görüntülerine yer veriyor; bu görüntülerde Dylan babası tarafından mahrem bölgesinden ellendiğini söylüyor kameraya bakarak. 1992 yılında dünyayı kasıp kavuran, ABD’de akşam haberlerine konu olan Allen-Farrow savaşı da bu iddiadan çıktı zaten. Ama çoğumuz sadece Soon-Yi Previn meselesini hatırlıyoruz.
“Allen v. Farrow” belgeselinin iddiasına göre kamuoyunun dikkatini Dylan olayından Soon-Yi meselesine çevirmek Woody Allen’ın halkla ilişkiler ekibinin başarısı: Mia Farrow’u intikam peşinde kıskanç bir kadın olarak göstermek. Belgesel ayrıca Allen’ın sadece basında Mia Farrow’u lekelemekle kalmayıp devlet üstündeki gücünü ve etkisini kullanarak soruşturmalardan aklandığını iddia ediyor. Yale Hastanesinin raporu Farrow’un bu taciz iddiasını Dylan’a ezberlettiği sonucuna varıyor, Connecticut ve New York eyaletlerindeki soruşturmalarda da Allen aklanıyor. New York’ta görülen mahkemede yargıç taciz olabileceğine dair bir karar kaleme alsa da kovuşturmaya tabi tutmadı.
Belgesel çok ikna edici.
Bu konu hakkında neredeyse okumadığım yazı kalmamasına rağmen “Allen v. Farrow” belgeselini izledikten sonra ben bile Woody Allen’ın yedi yaşındaki kızını taciz ettiğine ikna oldum. Çünkü belgesel tamamen bu algıyı kabul ettirmek üzerine kurulmuş, tek taraflı ve Allen’ı yok etme misyonu taşıyor. Bu misyonu yerine getirmek için de garantili hikaye anlatma tekniklerine, ikna edici ama tartışmalı formüllere (dramatik fon müziği, cümleleri cımbızla ayırma, ses kayıtlarını kesip biçme) başvurmaktan çekinmiyorlar.
Woody Allen tarafından hiç kimseye söz verilmediği gibi seçerek konuşturdukları herkes Mia Farrow’yu destekliyor. Yapımcılar, dört sene üzerinde çalıştıkları belgeselin yayınına üç hafta kala aradıkları Woody Allen tarafından reddedildiler; “Biz söz hakkı için aradık,” demek için yapılmış bir numara belli ki. Mahkemede Allen’ı savunan, Farrow’dan daha iyi bir ebeveyn olduğunu söyleyen Dylan’ın bakıcısı da görmezden gelinmiş.
Mia Farrow hakkında hiç konuşulmayan konular var.
Belgeselin objektiflik adına pek derdi olmaması ayrıntılarda gizli. Mia Farrow’nun şöhrete ulaşmasını sağlayan yönetmen Roman Polanski hakkında tecavüz davasından sonra söylediği olumlu sözlere, eski eşi Andre Previn’i en yakın arkadaşı Dory Previn’in elinden çalmasına, Dory Previn’in kocasını ayartan bir genç kadın hakkında “Beware of Young Girls” diye şarkı yapmasına, Mia Farrow’nun ölen veya intihar ettiği söylenen iki evlatlık çocuğuna, Farrow’nun erkek kardeşinin 10 yaşındaki erkek çocukların ırzına geçmekten hala hapiste olduğuna değinmiyorlar.
Bütün bu olaylar olurken Mia Farrow’un Woody Allen’a yolladığı sevgililer günü kartı da belgeselde yok: Aile fotoğrafında çocukların suratına şiş ve makas saplanmış bir tuhaf kart.
Ama Woody Allen’ın filmlerinden ya da yazılmamış senaryolarından “yaşlı adam-genç kadın” aşkına dair temaları suçüstü yakalamış gibi gözümüzün içine sokuyorlar. Yaşlı adam ve genç kadın mizah tarihi kadar eski bir malzeme halbuki.
Hem Allen’a hem Farrow’a aynı anda inanmak mümkün değil.
Allen-Farrow meselesi karmaşık; ikisine birden inanmak mümkün değil. Dylan gerçekten cinsel taciz mağduru mu yoksa manipülatif bir annenin kurbanı mı? Olayın tavan arasında mı, salonda mı, bahçede mi geçtiği, tavan arasındaki oyuncak trenin çocukların üzerine bindikleri dev plastik bir oyuncak araç mı, yoksa elektrikli tren seti mi olduğu gibi bir dolu çelişki var. Zaman içinde anlatana göre hikaye değişiyor, şekilleniyor. Woody Allen’a göre Dory Previn’in “Daddy in the Attic” şarkısı Mia Farrow’a şaibeli olayın tavan arasında gerçekleşmiş olabileceği konusunda ilham vermiş olabilir. V.C. Andrews’un ensest üzerine meşhur romanının adı da “Tavan Arasındaki Çiçekler.”
Yine Allen’ın iddiasına göre bütün bu taciz olayları üzerine Mia Farrow onu “Yeni filmimizi ne zaman çekeceğiz?” diye arıyor. İkili mahkemelerde savaşırken “Husbands and Wives” filmini çekiyordu bir yandan da, ama Allen daha sonra “Manahattan Murder Mystery” kadrosundan Farrow’yu çıkarıyor. “Allen v. Farrow” belgeselinde ikilinin bütün bu kavgaları, taciz iddiaları havada uçuşurken bile medeni şekilde iletişim kurdukları, karşılıklı telefonlaştıkları görülüyor. Belli ki mahkemede birbirleri aleyhine kullanmak için telefonlaşıp konuşmalarını kaydediyorlar, ama insan çocuğunu taciz ettiğini düşündüğü biriyle rol icabı bile olsa konuşabilir mi, bunu midesi kaldırabilir mi? İkisi de oyuncu, o yüzden bilmiyorum. Hollywood işte.
Woody Allen’ın Dylan konusundaki savunmasının özeti şu: Ne öncesinde ne de sonrasında hakkımda böyle bir iddia var, neden bir çocuğu taciz edeceksem Soon-Yi’yle ilişkim yüzünden istenmediğim, herkesin benden nefret ettiği bir evde tam da öyle bir zamanı seçeyim?
Yaptı mı yapmadı mı bilmiyorum. Çocuk tacizcilerinin tek bir kurbanı da olabilir, bunu davranış biçimi haline dönüştürmüş de olabilirler. Bu konunun uzmanı değilim.
Artık en sevdiğim filmin “Annie Hall” olduğunu söylemeyeceğim galiba.
Benim “Allen v. Farrow” belgeseline yönelik tepkilerde dikkatimi en çok çeken yaratılan kamuoyu, o kamuoyunun tutumu. Farrow taciz iddialarını geçmişte de birkaç kere gündeme getirdi, ama nihayet doğru iklimi buldu ve istediği sonucu aldı. Kimi Hollywood yıldızları birbiri ardına Woody Allen’ı kınamaya, bir daha onunla çalışmayacaklarını açıklamaya başladılar. Gerçi Timothée Chalamet’nin “Oscar yarışındayım, o yüzden kınamaya mecbur kaldım,” dediğini iddia ediyor Allen. Kariyerinin zirvesinde olmayan Woody Allen’ı şimdi kınamak kolay bir yandan.
“Politik doğruculuk” adına son yıllarda böyle ana akım infiallerin peşine takılmak zorunda hissediyor insanlar. Her türlü gazetecilik etiğinden uzak ve taraflı bu belgeseli övmek için Amerikan basını birbiriyle yarışıyor, ana akım gazetelerde belgesel hakkında olumsuz yazılara pek rastlanmıyor. Övgü havuzunda tek nitelikli ve bilgiye dayalı eleştiriyi The Guardian’da okudum; o da Amerikan basını değil. Çünkü bugünkü Amerika’da Woody Allen’ı savunmak veya iddialara karşı tez söylemek, hatta sorgulamak bile yasak. Üstelik bu yasağı en katı şekilde uygulayanlar da ifade ve düşünce özgürlüğünün savunucusu olduğunu söyleyen liberal çevreler. Muazzam bir baskıyla, zaman zaman sadece moda olduğu için iptal yarışında hız kesmiyorlar. Şimdi Woody Allen filmleri izlemek yanlış kabul ediliyor, mesela. Yakın çevremde bile “Artık bakamıyorum,” diyen eski hayranları var. Bundan böyle hayatta en sevdiğim filmin “Annie Hall” olduğunu söylemeyecek miyim mesela? Tesadüfün böylesi, en sevdiğim ikinci film de “Rosemary’s Baby.”
Kaynakça
Bu konuya dalmak isteyenler için binlerce sayfa malzeme var. New York’ta soruşturmanın mahkeme kayıtlarını ve Farrow-Allen’ın evlatlık bir diğer oğlu Moses Farrow’un kendi blog’unda yazdığı uzun yazıyla başlayabilirsiniz. İkisi de birbiriyle çelişecek.
Allen’ın otobiyografisi “Apropos of Nothing”de bu konularla ilgili çok uzun bir bölüm var. Maureen Orth’un Vanity Fair’e 20 sene arayla yaptığı iki Mia Farrow röportajı önemli, çünkü Farrow’un iddialarını inandırıcı kılan yazılar olarak biliniyor.
Oscar adayı belgeselci ve “Curb Your Enthusiasm”in yönetmeni Robert B. Weide bu konuyu takıntılı bir şekilde inceleyen, Woody Allen’ı savunan bir isim. Özel olarak bu davaya adadığı bir blog’u var. Dylan Farrow’un itirafları önce aile dostu Nicholas Kristof’un New York Times’daki köşesinde yayımlandı, ardından Hollywood Reporter yazısında yine aynı iddiaları kaleme alan bir yazısı çıktı.
Harvey Weinstein skandalı hakkındaki haberiyle Pulitzer alan Ronan Farrow –çiftin tek biyolojik çocuğu, ama babasının Frank Sinatra olabileceğini söylüyor Mia Farrow– kendi kız kardeşinin tarafında, babasının en büyük düşmanı. Bugün olayları yaşamış, bizzat tanığıymış gibi anlatıyor; o sırada dört yaşında. Gözleri “Sinatra mavisi” gözüksün diye lens takan Ronan Farrow bugünlerde belgeselin yayınlandığı HBO’da yapacağı bir program üzerinde çalışıyor.
- Trump oligarklar rejimi kuruyor19 dakika önce
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir2 gün önce
- Bir eski eroinman Amerika'nın patates kızartmalarını düzeltecek mi4 gün önce
- First lady Elonia5 gün önce
- Seçimi kazandıran podcast sunucusu1 hafta önce
- Aradığım Çin lokantası Erdoğan'a komşu çıktı1 hafta önce
- Kamala olarak girdi, Kemal olarak bitirdi1 hafta önce
- Anneciğim erkeklik elden gidiyor2 hafta önce
- Çöplük gibi kriz2 hafta önce
- Milyarderlerin Trump sevdası2 hafta önce