Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Eski şaşalı günleri hatırlayıp bir gün gazetecilikten yeniden servet yapılabileceğini hayal edenlere kötü haber geçtiğimiz günlerde geldi. Dünyanın en meşhur genel yayın yönetmeni Anna Wintour yöneticisi Condé Nast medya grubunun yeni stratejisini New York Times’a anlattı. Vogue, Vanity Fair, New Yorker gibi prestijli dergileri bünyesinde barındıran grup 80’ler ve 90’larda gazetecilerin yaşam standartlarını yükseltmekle ünlenmişti. Binanın önünde bekleyen şoförlü arabalar, özel uçaklar, kıyafet bütçesi derken para azaldı, azaldı ve sonunda yılda 100 milyon dolar zarar eden bir medya grubunun tasarruf yapmasına kadar vardı. Eskiden kabul gören lüksler zaten çoktandır yok, ama Anna Wintour asıl bombayı da patlattı: Bundan sonra yeni Anna Wintour’lar da olmayacak.

Saç kesimi ve gözünden çıkarmadığı güneş gözlükleriyle kendi imajını yaratan Vogue editörünün oyuncak bebekleri bile var. Bu kadar ünlü. Sinemada onu Meryl Streep canlandırdı. Anna Wintour demek dergi ya da gazete yöneticiliğinden bir şöhret, bir karakter yaratmanın da adı. Sadece yazıları ya da yaptığı sayfalarla değil, bizzat kendisi konuşulan, takip edilen genel yayın yönetmeni tipolojisinin son temsilcisi hala. O da gidince yerine böyle bir karakter gelmeyecek; en azından şimdiden gidişat bu yönde.

TRAFİK POLİSİ

Condé Nast’ın yeni stratejisi pek çok medya kuruluşu gibi dijital alanda büyümek. Genel yayın yönetmeni de eskiden olduğu gibi sadece başında bulunduğu yayının sayfadaki içeriğinden sorumlu olmayacak artık. Markanın ahtapot gibi farklı alanlara uzayan kollarıyla da ilgilenecek: Instagram! TikTok! Video! Film! Podcast! Web sitesi! Mobil uygulama! Bütün bunların yanında sayfalar için içerik üretmek, yeni çekimler yapmak, yazıları okumak, düzeltmek, yazarları yönetmek ve yönlendirmek gibi hiç de kolay olmayan görevler devam ediyor.

“Kim bu kadar heyecanlı bir dönemde bu görevi istemez ki?” diyor Anna Wintour. Oysa kendi şirketinde 20 yıldır görev yapan ve çalıştıkları kurumlara damga vuran yayın yönetmenleri bu dönüşümün eşiğinde teker teker görevlerinden ayrıldı.

CN çalışanı olmasa da son 20 yılın belki de en başarılı dergi editörü olan Adam Moss birkaç sene önce New York Magazine’den ayrılma gerekçesini anlatırken yazıişleri toplantısındansa derginin iş geliştirme bölümüne daha fazla vakit ayırmaya başladığından yakınıyordu. Hepimizin yetiştiği gazetecilik kültüründe yazıişleriyle iş geliştirme arasında “Çin Seddi” denilen kalın bir ayrım vardır. Son yıllarda bu sınır kalktı, duvarlar yıkılmaya başlandı. Ama bu da eskiden sabahtan akşama kadar içerik üzerine yoğunlaşan genel yayın yönetmenlerinin enerjisinden çalmaya başladı.

Kimileri buna eski kuşak-yeni kuşak ayrımı diyecek, çünkü emekli olanların yerlerine atananlar iş geliştirme toplantılarına çok meraklı. Bu durumun içeriği kalitesizleştirmeye başladığını eskiden birbirinden farklı kimlikleri olan yayın organların giderek birbirine benzemeye başladığından görüyoruz. Tıpkı Türk basınında olduğu gibi dünyada bütün gazeteler ve dergiler aynı konuları, hemen hemen aynı bakış açısıyla sunuyor. İşim gereği ortalama bir okurdan daha fazla tüketen ve eskiden evine onlarca dergi giren ben bile son yıllarda arka arkaya bütün aboneliklerimi iptal ettim: New York Times, New Yorker ve New York Magazine dışında hiçbir şey okumuyorum, eksikliğini de hissetmiyorum.

Benim itirazım farklı kurumların içeriklerinin birbirine benzemesi. Anna Wintour’un anlattığına göre Condé Nast kendi içinde bu benzeşmeyi bir yayın stratejisine dönüştürmüş. Dünyanın farklı ülkelerinde baskıları olan ve adları dışında içerikleri benzemeyen Vogue, GQ, Vanity Fair gibi dergilere artık New York merkezli bir “haber merkezi” tarafından içerik sağlanıyor, hepsi aşağı yukarı aynı yazıların farklı dillerdeki tercümeleriyle çıkıyor. New York’taki bir içerik yöneticisi farklı ülkelerdeki astsubayları için trafik polisliği yapacak. Genel yayın yönetmenliğinin geldiği nokta bu artık, trafik polisliği. Böyle bir medya düzeninde kendi ilgi alanları, kendi karakteri, kendi zevkleri, açlığı ve hatta sınıf atlama arzusu gazeteciliğine damga vuran – Ertuğrul Özkök’ün şarap tutkusu, Tuğrul Eryılmaz’ın rock tutkusu, Ufuk Güldemir’in Amerika hayranlığı – karakterlere artık ihtiyaç yok. Artık monokültür kazandı.

GÜNERİ CIVAOĞLU’NUN SEHPASI

Artık yeni Anna Wintour olmayacak meselesi epey canımı sıktı. Daha önce anlatmış olabilirim; benzer bir ruh sarsıntısını 2000’lerin başında o zamanki Milliyet binasının balkonlarının birinden izlediğim taşınma telaşı sırasında yaşadım. Toplu bir tensikattan sonra gazetede kalan anlı şanlı köşe yazarları ayrı asansörle çıkılan özel katlarından birinci kata, yazıişlerinin arasına, küçük bölmelere tıkıştırılmaya başlandı. Yıllarca duşlu suit odalarda çalıştıklarına dair efsaneler üretilen bu isimler harıl harıl odalarını boşaltıp mobilyalarını yeni sınırlı metrekareye sığdırmak zorunda kaldı.

Basın “emekçileri” arasında çok para kazanan şöhretli isimlere karşı hep gizliden gizliye bir öfke vardır. Ama ben bu duruma hep olumlu baktım: Bu paraları dağıtan kurumlar iyi durumda demektir, dahası bir gün o imtiyazlara bizim de sahip olabileceğimiz ihtimali vardır. Ultra-zenginler özel uçakla uçmayı bıraktığı zaman işler kötü gidiyor demektir.

O gün Milliyet binasında taşınma telaşı yaşayanlardan biri de Güneri Cıvaoğlu’ydu. Gazetecilerin yaşam standardını yükselten, kendi göz zevki için camdan gördüğü binanın duvarını boyatan, hakkında sözleşmesine diyet dondurma koydurduğu gibi şehir efsaneleri çıkan bir dev isim. Ayrı asansörle çıkılan kattaki odasından taşınan sehpası birinci kattaki bölmesine bir türlü sığmadı o gün. Yan soktular, çapraz denediler, uğraştılar, didindiler ama işin gerçeği o sehpaya bu küçük odada yer yoktu. Bugünse Milliyet diye bir gazete “fiilen” yok.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar