Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

I.

Her şey zabıta baskınıyla başladı

Yayın yönetmeni Metin Yılmaz’ın telefonu çaldığında birinci sayfanın manşetini düşünüyordu. Sözcü bir manşet gazetesi olduğu için en önemli unsur kapaktaki slogandı. Henüz yazı işleri toplantısına epey vardı ama önündeki ekrandan akan haberlerden hangisinin tepeye çıkacağı aşağı yukarı belliydi.

Telefon o sırada çaldı. Arayan yaklaşık beş yıldır mecburen Londra’da yaşayan patronu Burak Akbay’dı. Babası, efsane gazeteci ve “Gölge Adam” olarak nam salan Ertuğrul Akbay hayatını kaybettikten sonra annesi Boğaz’daki evde yaşamaya tek başına devam ediyordu. Ancak o sabah belediyenin zabıta ekipleri kapıya dayanarak yaşlı kadına panik yaşatmıştı. Oğlu uzaktaydı, eli kolu bağlıydı. Yılmaz’ı arayarak durumu iletti, gazetenin avukatı derhal yola çıktı ve zabıtanın neden geldiğini anlamaya çalıştılar.

Ama anlayamadılar.

Ne Sözcü’nün avukatına ne de Metin Yılmaz’a açıklama yapıldı. Yılmaz hemen seçim döneminde karşılıksız destek verdiği İmamoğlu’nu aradı ama başkan telefona çıkmadı. Zabıta da herhangi bir bilgi vermedi. Sözcü bu sessizliği ve zabıta hamlesini İnternet sitesinde çıkan ve belediyeyi zor durumda bırakan iki haberin misillemesi olarak yorumladı ve İstanbul Belediye Başkanı’na karşı tavır aldı.

Sözcü-İBB arasındaki kavganın detayları ilk kez Medyascope sitesinde haber oldu. Metin Yılmaz orada “Bize ne yaptıklarını bilseniz sizin de ağırınıza gider,” dedi ama detay vermedi.

Ayrıntıları kavga henüz bitmeden geçen hafta aradığımda bana telefonda anlattı. (Şeffaflık için not: Üç sene Sözcü’de yazdım.) Sadece Yılmaz’la değil İstanbul Belediyesi’nden kaynaklarla ve Sözcü’den duruma hakim bazı isimlerle de konuştum. Konunun hassas doğası olarak hiçbiri ismini vermek istemedi ama boşlukları doldurdu.

Bugün gözüken Sözcü ve Belediye arasında bir kavga olmadığı. Halk TV yayınına çıkan Ekrem İmamoğlu zabıtanın kendi genel sekreterlerinin evine de gittiğini, nereye gittiğinden haberleri olmadığını, böyle bir baskı uygulayamayacağını biraz dağınık da olsa anlattı. Sözcü de karşılık olarak “Konu bizim açımızdan kapanmıştır,” dedi.

Bu olay Doğan Grubu'na vergi cezası gibi bir dönüm noktası medya tarihinde artık. Kavga daha yeni başlıyor, ama tarafları Türkiye’de muhaliflerin en çok okuduğu gazeteyle aynı mahallenin gönlündeki Cumhurbaşkanı adayı arasında değil. Sözcü-İmamoğlu kavgası özünde genel başkan ile belediye başkanı arasındaki çekişmenin sonucu. Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu arsındaki adaylık rekabeti medya üzerinden gözümüzün önünde ilerliyor.

II.

Yanlış anlaşılma ve karşılıklı paranoya

Metin Yılmaz akşam saatlerinde İmamoğlu’na ulaştığında başkanın hakikaten de olan bitenden haberi yoktu. Ekrem İmamoğlu samimiyetle Sözcü’yü seven, iPad’inden durmadan Sözcü’yü okuyan, kimi Sözcü yazarlarıyla çok yakın dostluğu olan, yediği içti ayrı gitmeyen bir siyasetçi. Polis arazisiyle ilgili haberin belediyeden Sözcü’ye sızdırıldığı bile doğru. Ancak Burak Akbay için eve gelen zabıtalar geçmişteki bir başka travmayı hatırlattı. 2015’te Belediye’ye bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü ekipleri Akbay’ların Kuruçeşme’deki evine giderek villanın garajının imar planında gözükmediğine dair tutanak tutmuşlardı. AK Partili belediye tarafından haber hemen iktidara yakın gazetelere sızdırıldı.

O aralar muhalif gazetecilerin yaptırdığı iddia edilen kaçak inşaatlar iktidar medyasının hedefindeydi. Yılmaz Özdil’in Bodrum’daki yazlığından Fatih Portakal’ın çiftliğine kadar büyük bir gürültüyle bu evlere baskın yapıldı, üzerinde drone’lar uçuruldu, haber yapıldı. Konu daha sonra kapandı tabii ki ama yıllar sonra gelen baskın Sözcü’de ister istemez yeni iktidar sahiplerinin de eski silahları kullandıkları endişesi yarattı. Sözcü yaptığı iki haberin arkasındaydı; haber doğruydu.

Yılmaz ısrarla İmamoğlu’na bu baskının nedenini sordu. İmamoğlu da araştırıp bilgi vereceğini söyledi. Ancak ilettiği yanıt gazeteyi tatmin etmedi: “CİMER’e gelen isimsiz bir ihbar…”

Sözcü de bundan böyle Ekrem İmamoğlu’nun şahsi haberlerini kullanmamaya karar verdi. Yılmaz bunu özellikle vurguluyor, yaptıklarının İmamoğlu’na boykot olmadığını ama kendi tanıtımı olarak değerlendirilecek haberleri koymadıklarını, haber değeri gördüklerini kullandıklarını söylüyor.

Belediyeden bir yetkili ise bana “Bir açılışta Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanındaydı başkan, fotoğraftan kırptılar,” diyor. Yılmaz’ın yanıtı fotoğrafın yanlışlıkla kesildiği, sayfa sekreteri hatası olduğu. Normal şartlarda bunu kullanışlı bir bahane olarak yorumlardım, ama Türk medyasında yazı işlerinde azalan kadroları, eleme mekanizmalarının ortadan kalktığını, Sözcü’nün de küçük bir ekiple çalıştığını bildiğimden itiraz etmiyorum.

İmamoğlu kendisine siyasi yasak getirecek davanın gazetede “CHP’liler yargılanıyor,” diye verilmesine de bozuluyor. Ayrıca grubun küçük gazetesi Korkusuz’da hakkında “İkinci Erdoğan” yazılması, tartışmalı Karadeniz gezisinden sonra çok sert saldırılara maruz kalması, muhalif medyadan gelen İmamoğlu eleştirilerinin iktidar basınında haber olması da belediyede Burak Akbay’ın İmamoğlu’na karşı tavrı olarak yorumlandı. Bütün bunlar bir de İmamoğlu’nun içselleştirdiği bir paranoyadan da besleniyor: Tıpkı İstanbul Belediye Meclisi’nde olduğu gibi kendi partisinden aleyhine çalışan isimler olduğunu biliyor. Sözcü’nün patronu da belediye başkanı da bir anlamda paranoyalarına kurban gitmiş olabilir.

Açık açık konuşsalar konu hemen kapanacaktı belki. Ama İmamoğlu ve Sözcü arasındaki soğuk savaş yaklaşık iki ay sürdü. Ancak olay İstanbul Belediyesi’nin 29 Ekim’de Sözcü’ye vermek istediği ilanla patladı. Gazete rezervasyonu olmasına rağmen belediyenin ilanını reddetti. “Bizim onların ilanına ihtiyacımız yok,” diye açıklıyor Yılmaz bu tercihi. Belediye ise bana “Olay daha sonra ajans dünyasında duyuldu,” diyor. Kısaca, belediye ajans üzerinden bu soğuk savaşı medyaya sızdırdı, duyulmasını istedi ve Sözcü’nün boykotuna son verdirdi.

III.

Muhalif mahallenin en etkili gazetesinin kısa tarihi

Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’i yönetirken yazdığı yazılardan en akılda kalıcı cümlelerinden biri “Bu köşeler babamızın malı mı­?” sorusu olmalı. Mesleğe yeni başlayan gazetecinin itiraz edeceği, medya dünyasında en az beş sene geçirdikten sonra hak vereceği bir yazıydı. Ancak Özkök’ün amacı bir medya etik’i tartışması açmak değil, doğrudan baş ağrısı olarak gördüğü bir yazara mesaj yollamaktı: Emin Çölaşan artık kontrol edilemez bir dert olmaya başlamıştı Hürriyet ve Aydın Doğan için.

Yıllarca gazetenin en çok okunan yazarı olarak Emin Çölaşan hep başkalarından daha ayrıcalıklı ve dokunulmazdı. Köşesinden yolsuzlukları deşifre eder, aynı zamanda açıkça ilkesiz bulduklarıyla ismini vererek savaşırdı. Yıllarca kendi gazetesinde yazan pek çok isimden hoşnutsuzluğunu da Hürriyet’in beşinci sayfasındaki köşesinde dile getirdi. Köşe hakikaten de onun tapulu arazisi gibiydi. Hatta şehir efsanesine göre Erol Simavi gazeteyi satarken sözleşmeye Çölaşan’a dokunulmaması maddesini de koydurmuştu.

Ancak bu köşenin babasının malı olmadığını Özkök’ün o yazısından çok kısa bir süre sonra anladı. Hürriyet ondan bile vazgeçti. Aslında bu alınan ilk kelle medyadaki dönüşümün de habercisiydi.

Bir süre Ankara’daki Bilgi Yayınevi’nde kendisine tahsis edilen odada kitap yazan Çölaşan yazacak gazete bulamayacağını fark etti. Bu arada İstanbul’da Rahmin Turan önderliğinde kurulan küçük bir gazeteden beklemediği bir öneri geldi: Eski yazılarınızı yayımlayabilir miyiz?

Sözcü aslında Doğan Grubu’nun çıkardığı Gözcü gazetesinin devamıydı. Aydın Doğan bu gazeteyi kapatınca Rahmi Turan’ın aklına asıl işi yabancı gazetelerin Akdeniz-Ege baskılarını yapan Burak Akbay gelmişti. Gölge Adam üzerinden kurulan bağlantıyla küçük bir harf oyunu ve sınırlı tirajla Sözcü memurların, emeklilerin, yaşlıların, kısacası görmezden gelinen kesimin okuduğu bir gazeteye dönüştü.

Bir süre sonra Emin Çölaşan kadroya katıldı ve Sözcü’nün kaderi değişti. Hürriyet’ten gönderilmesi 70 bin tiraja mal olmuştu, Sözcü’ye geldiğindeyse gazeteyi canlandırdı. Uğur Dündar, Necati Doğru, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil gibi ana akımdan sürgüne gönderilen başka isimlerin de katılmasıyla bugün bildiğimiz Sözcü yerini sağlamlaştırdı ve etkili bir güç oldu.

O dönem FETÖ’nün Ergenekon-Balyoz kumpaslarının yaşandığı, meydanın kullanıldığı yıllardı. Gözaltına alınacak kişilerin önceden sızdırıldığı ve köşesinde operasyonları olmadan haber veren bir köşe yazarı bir gün o zamanki adıyla Cemaat’in çok usta olduğunu, muhalif gazete çıkarıp tersten çaktıklarını ima etti. Güya Gölge Adam’la bir gün otururken “Bizim oğlan da sizin evlerde kaldı,” demiş. Doğru olamayacak kadar gerçeküstü bir cümle, ama doğruysa bile inanması zor. Rahmetli renkli bir gazeteciydi, ama sohbetlerde de haberlerde çok atar, çok sallardı.

Burak Akbay üniversiteyi İsviçre’de 90’larda zengin ailelerin çocuklarının gittiği bir okulda okudu. Orada ne Cemaat var, ne başka bir grup. Zaten yaşadığı ev belli, kira kontratı bile duruyor. Sözcü’ye FETÖ yaftası, Burak Akbay’ın tamamen bir palavra üzerine Türkiye’ye gelememesi de bu yalana dayanıyor.

IV.

Emin Çölaşan’a rağmen

Emin Çölaşan için Sözcü nihayet alıştığı çalışma ortamıydı. Hayalindeki gibi bir aileydi, Ankara büroya da tıpkı bir zamanların Hürriyet’in de olduğu gibi özel bir önem veriliyordu. Çölaşan ve Coşkun özellikle mutlu edilmek isteniyordu. Sözcü’de laf edeceği, kendisini aynı sayfalarda bulunmaktan rahatsız hissedeceği bir kişi bile yoktu. Sık sık Sözcü’nün bir aile olduğunu yazılarında da vurguladı. Ta ki birkaç sene önce hemen hemen bütün duayen Sözcü yazarlarının olacak iş değil diye yorumladığı bir köşe yazarının gelişine kadar.

Çölaşan bu gazeteyi buralara getirmesindeki yadsınmaz katkısından dolayı kendisine biraz daha saygı gösterilmesini bekliyordu. Onun yerine özellikle Korkusuz gazetesine Çölaşan’ın hiç hoşlanmadığı yazarların getirilmesi ufak çaplı bir sıkıntı yarattı. Bunlardan biri bir süre sonra kendi kendine bir misyon biçiyor: Her fırsatta Ekrem İmamoğlu’na saldırmak.

Ama bu misyon sayesinde de Çiğdem Toker ve Serpil Yılmaz gibi gazetelerin köşeleri ellerinden alınırken kadro daralması başkalarına uzanmıyor. Toker ve Yılmaz’ın yazdıkları ne İmamoğlu’nun, ne CHP’nin hoşuna gidiyor. Başta müteahhitler, daha sonra da iş dünyasının geneli, yani potansiyel bir CHP iktidarının iş yapacağı insanları rahatsız ediyor iki tecrübeli ekonomi gazetecisinin yazdıkları. İşin içinde kadın düşmanlığı var kuşkusuz; Sözcü genelde sadece kadın yazarların işine son veriyor. Son örneği geçmişte Habertürk’te de çalışan bu iki tecrübeli gazetecinin köşelerinin kaldırılması.

Bütün muhalif basında Ekrem İmamoğlu’nu eleştiren yazılar ise en fazla Ankara’da CHP Genel Merkezi’nde karşılık buluyor. Basında İmamoğlu zayıfladıkça Kemal Kılıçdaroğlu kendi adaylık şansının biraz daha yükseldiğini düşünüyor. Bu saflaşma pek çok muhalif yayın organındaki gazetecinin konumlarını koruma taktiği de oluveriyor.

V.

Hangi medya grubu Ekrem’ci, hangisi Kemal’ci

Gül-Erdoğan çatışması, Abdüllatif Şener, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin de ayrılmasında görüldüğü gibi AK Parti’nin içinde de kavga çıktı. Ancak bu kavga iktidarın 15. yılında başladı, CHP içindeyse kavga daha iktidar olmadan çıktı ve medya üzerinden ilerliyor. Ortada iki ayrı klik var: Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu. Henüz CHP geleneğindeki gibi “hizip” olmadılar ama iki ayrı grubun iki ayrı medyası var.

Sözcü’nün etkili yazarı Emin Çölaşan geçtiğimiz hafta seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vereceğini açık açık yazdı. Kılıçdaroğlu’nun çok eleştirilecek tarafları olduğunu söylese de tıpkı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığında olduğu gibi mecburen destek verecek. Sözcü’nün genel tavrı da Kılıçdaroğlu’ndan yana gözüküyor, bu yüzden İmamoğlu’na kolaylıkla rest çekebildiler. Ayrıca İmamoğlu’nun fazla özgüvenli ve kibirli hali pek çok gazeteciyi de uzaklaştırıyor. Gazeteciler pohpohlanmak ister oysa.

Muhalif çevrelerin izlediği KRT daha önce Tuncay Özkan’ın yanında çalışan ekibin de etkisiyle genel merkezden yana. Birkaç itiraz çıksa da burada da Kılıçdaroğlu rüzgarı esiyormuş gibi duruyor. OdaTV neredeyse bir imkansızı başarıyor; hem sorgusuz İmamoğlu’nu destekliyor, hem de sonuna kadar Erdoğan’cı.

TELE 1 çok net Ekrem İmamoğlu’ndan yanaydı. Hatta geçtiğimiz günlerde hem Kılıçdaroğlu’na hem İmamoğlu’na çok yüklenen sabah programcısını ekrandan aldı. Ancak bu yazı yayımlandıktan sonra ekrandan yanıt veren TELE 1 kurucusu Merdan Yanardağ kendilerinin Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığını desteklediklerini açıkladı. Bu açıklamaya kadar TELE 1'de de saf tutan diğer medya kuruluşlarında olduğu gibi seçim ortamına girilmişken herhangi bir muhalif adaya, ama en çok da Ekrem İmamoğlu’na zarar verecek en ufak bir çıkış istenmiyor. Muhalif medyanın genelinde hesaplar muhalefetin olası bir seçim zaferinden sonra pastanın paylaştırılmasına göre yapılıyor; beklenti tıpkı AK Parti iktidarında olduğu gibi Altılı Masa devrinde de “yandaş medya” kurulması.

Halk TV de yeni dönemle birlikte oyun kurucu olmak istiyor, bunun da ancak Ekrem İmamoğlu iktidarında olabileceğine inanıyor. O yüzden dışarıdan “Kemal’ci” gibi gözüküp alttan alta açık açık İmamoğlu’nu destekliyor.

Şimdiden bazı medya gruplarının belediyelerden destek/para istediği konuşuluyor. İstanbul Belediyesi ise bu iddiaları çok net reddediyor: “Nereden çıktı, hiç kimse bizden para mara istemedi.” Bu iddiaların daha çok iktidar medyası tarafından çıkartıldığı söyleniyor. Pek çok muhalif yayın organı maddi olarak iyi durumda değil elbette, ama iktidar değişirse ilanların A Haber’den başka mecralara kayma ihtimali onları ayakta tutuyor.

Her iktidar kavgasında olduğu gibi bir kumar bu. Şimdilik İmamoğlu aleyhine yazılan her satır Kılıçdaroğlu’nu, Kılıçdaroğlu aleyhindeki her yayın da İmamoğlu’nu mutlu ediyor.

*

Not: Yazı Merdan Yanardağ'ın açıklamalarından sonra güncellenmiştir.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar