Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Altılı Masa’nın dün açıkladığı metinde vaat ettiği siyasi, ekonomik ve hukuksal reformalar televizyonlarda tartışılmaya başlandı, bugün gazetelerde de ayrıntılarla okuyacaksınız. Cumhurbaşkanı’nın yedi yıllığına bir kerelik seçilebilmesi, uçakların satılması, Saray'ın boşaltılması ve Çankaya'ya dönülmesi gibi başlıklar daha uzun süre tartışılacak.

244 sayfa olduğuna bakmayın. Büyük puntolu ve satır araları geniş, bazı sayfalar boş. Bugün yarın bitireceğim Jonathan Franzen’ın “Crossroads” romanının bir bölümünden daha kısa tamamı. Bir oturuşta okunuyor. Ama epey çalışılmış, içi dolu ve umut veren bir belge bu.

Altılı Masa bekletti bekletti ama sonunda gerçekten nitelikli bir iş çıkardı. Yalın bir dille, madde madde tarımdan teknolojiye ayrıntılarla sıralanan vaatler muhataplarına tane tane anlatıldığında adayın kim olduğunun önemi olmadan muhalefetin kazanması gerek. Dinen rüzgarı diriltebilecek bir hareketlenme olabilir.

Hatta keşke bu metindeki bazı vaatler Erdoğan tarafından da benimsense. Türkiye’nin özgürleşmesi ve ilerlemesi açısından iyi bir metin.

İlk okumada dikkatimi çeken bazı maddeler oldu. Herkesin konuştuğu ve ilk anda tartışılacakların ötesinde. Bunlar da benim ilk okuma notlarım.

15 dakikalık şehir: Paris Belediye Başkanı’nın en büyük hedefi kenti insanların ihtiyaçlarını yürüyerek veya bisikletle 15 dakikada gidebilecekleri bir yere dönüştürmek. Sorbonne Öğetim Üyesi Carlos Moreno’nun ortaya attığı bu kavram özellikle 2020’de hepimiz eve kapandığımızda şehircilik tartışmalarında moda oldu. Ama pek çok moda gibi 15 dakikalık şehir kalıcı gibi gözüküyor şimdiden. Altılı Masa’nın ortak metninde bunu görmek sevindirici. Muhalefetin elindeki belediyelerde—Tunç Soyer dışında—bu kadar zamandır bu gibi kavramlara kafa yoran bir başka belediye başkanının çıkmamış olması ise düşündürücü.

Silikon Vadisi temsilcisi: Yeni dönemin en ballı koltuğu denebilir buna. Teknolojik gelişmeleri yakından takip etmek için Silikon Vadisi gibi merkezlere temsilci atanacakmış. Bu koltuğun çok talibi olacağını düşünüyorum. İçimden yandaş gazeteci olup torpille bu koltuğa atanmak bile var: Devlet parasıyla Amerika’nın en pahalı ve iklimi en ideal bölgesinde sabahtan akşama kadar bilgisayar başında oturup arada sırada da rapor yollamak, onu da Ankara’da okuyacak kimse olmayacağı için bir süre sonra sallamak mümkün. Bugün teknolojik gelişmeleri yerinden değil, evinizden takip etmeniz mümkün. Zaten Silikon Vadisi’nde de herkes öyle çalışıyor, birbirinin yüzünü gören pek yok. Ama belli ki dış gezilerden etkilenen Kılıçdaroğlu’nun önerisi bu; “orada olma” fikrini önemsiyor. Benim içinse devlet kesesinden paralı tatil. Maaş da dolarla elbette. Gerçekten talibim.

İçilebilir musluk suyu: Epey bir zamandır dünyanın en kaliteli musluk sularından birinin aktığı bir şehirde yaşadığım için bu konu özellikle ilgimi çekiyor. Şehir dışına çıktığımda New York’un ödüllü musluk suyunu özlüyorum. Bir yere yemeğe gittiğimde şişe su isteyenlere karşı özellikle musluk suyu söylüyorum. Bagel ve pizza neden bu şehirde bu kadar iyi sanıyorsunuz? New York’un suyu çok özel. Bizdeyse musluk suyuna karşı bir önyargı var. Aslında—İstanbul özelinde—bu konuyu kişisel merakımdan incelemiştim. Musluk suyumuz içilebilir, ama binalarda suyun şebekeden musluğa değil önceden depoya girmesi büyük bir engel. Su kesintisinin doruğa çıktığı yıllarda İstanbul’da hemen herkes evine, apartmanına su deposu yaptırdı. Duran su ve yeteri sıklıkta dezenfekte edilmeyen bu depolar asıl problem. İçilebilir musluk suyu bütün binaların yeniden tadilattan geçirilmesi demek. Su kesintisi travmasını hatırlayanların depodan vazgeçeceklerini sanmıyorum.

Atatürk Havalimanı takıntısı: İstanbul Havalimanı açılmadan bile Atatürk Havalimanı’nın yetersizliği ortadaydı. Hem trafikten dolayı ulaşması zordu, hem de havalimanı yerleşkesi artan kapasiteyi kaldırmaya yetmiyordu. Üst üste, ter içinde, Harem’den otobüse biner gibi bir kaos yaşanıyordu. Adından dolayı nostalji besleniyor, bunu anladım. Atatürk Havalimanı belki genişletilebilirdi, bu da doğru bir eleştiri olabilir. Ama bunların hepsi geçti. Atatürk Havalimanı’nı yeniden açma vaadi tribünlerden alkış almaya yönelik boş bir vaat. Açılsa bile havada üç havalimanının trafiğini yönetmek mümkün değil. Dahası, büyüyen şehirde Atatürk Havalimanı’na ulaşmak hele hele akşam ve sabah saatlerinde bir işkence. Yeni havalimanının eleştirilecek tarafları var: fiyatlar çok pahalı, dev bir alana yayılmasına rağmen hala tıkış tıkış ve kalabalık, birkaç farklı terminal binası olmalıydı, THY’nin yolcu salonları “Hala mantı evi” havasında, alanda dükkanları olduğu bir kısım atıl bir şekilde duruyordu. Ama en büyük özelliği uzak gibi görünse de ulaşması kolay. Trafiksiz kolayca gidiveriyorsunuz. Metroyla daha da kolay olacak. Yapılaşma olmadığı, kent oraya doğru genişlemediği sürece de bunu korumak mümkün. Vurgu buna olmalıydı. Büyük bir yatırımla bu havalimanı yapıldı ve çöpe atılmayacak, kendimizi kandırmayalım. (Ayrıca içeride yürümek de abartıldığı kadar uzun değil.) Adını Atatürk koyalım, bu konuyu unutalım.

Thatcher ruhu öldü: Devlet okullarındaki öğrencilere ücretsiz süt ve öğle yemeği vaadi göreve gelir gelmez ilk yaptığı iş süt dağıtımını engelleyen Demir Leydi’yi hatırlattı. O zamana kadar sosyal devlet olan İngiltere bu kararla sarsılmıştı, sonra paranın park edildiği bir ülke olup refaha kavuşunca kimse süt yardımını hatırlamaz oldu. Yeni Sağ’ın en simgesel adımlarından biriydi Thatcher’ın süt dağıtımını kesmesi. Devletin görevi öğrenciye süt dağıtmak mıdır? (Beslenme uzmanlarının inek sütü tüketimini azaltmamız gerektiğine dair uyarılarını, badem mi yulaf sütü mü gibi sulandırıcı tartışmalara girmek istiyorum ama girmeyeceğim.) Liberal ekonomiye inanan Ali Babacan’ın bu vaadin altındaki imzası şaşırtıcı. Aslında süt yardımı sadece bir simge. Ekonomiyle ilgili pek çok vaat AK Parti’nin Babacan’ın önderliğindeki politikalarının tersini vaat ediyor. Altılı Masa sadece ithalata değil, üretime dayalı bir ekonomik model vaat ediyor ve bu metinde her liderin imzası var.

Yurtta barış dünyada barış: Dış politikada bu ilkeye geri dönülecekmiş. Demek ki Ahmet Davutoğlu da stratejik derinlik ve sıfır sorundan vazgeçti.

Kültür politikaları: Cumhurbaşkanı Erdoğan kabineyi kurarken turizmci Mehmet Nuri Ersoy’a talimat veriyor: “Ne yapıp et turizmi patlat.” Ersoy da “Ama efendim, beni biliyorsunuz, benim hayatımı, kim olduğumu, yaşam tarzımı…” Erdoğan umursamıyor, “Ne yapıp et turizmi patlat,” diye yineliyor. Göreve geldiğinden beri turizmin patlatılması için çok adım atıldı ve çok yol alındı. Nitekim Altılı Masa’nın metninde de turizmde yapılacaklar kısmı çok zayıf. (Sağlık bölümü de öyle.) Çünkü bu konuda iktidarın eleştirilecek pek tarafı yok. Bir tek konu dışında: Festivaller, konserler. Altılı Masa festival ülkesi olacağımızı vaat ediyor. O halde metinde imzası bulunan Temel Karamollaoğlu’na gelsin bu soru: Hocam bu sene turneye çıkacak Madonna’yı izleyebilecek miyiz seçimden sonra?

Sekiz yıllık eğitim: 28 Şubat’a büyük bir alerji olduğu için bu süreçten çıkan en olumlu karar yine unutulmuş. Sekiz yıllık eğitim yerine yine bir karmaşa vaat ediliyor: Bir artı beş artı dört artı üç. Dört yıllık ortaokulun bir senesi yabancı dil hazırlık. Neden sekiz yıllık mecburi eğitim veya İsrail’de olduğu gibi 10 veya Yunanistan’daki gibi anaokul ya da birinci sınıftan itibaren İngilizce değil? Dijital içerik ve ortamlar kullanılarak yabancı dil öğretilecek—Duo Lingo çok para kazanacak yeni hükümetten.

LGBT+ hakları: Aramayın bulamazsınız. Masa “cinsiyet eşitliğini” hala kadın konusuna indirgiyor. Milyonlarca insanın temel hürriyetini ilgilendiren bu konuya altı muhalefet lideri de oy kaybetme korkusuyla değinemiyor. Milyonlarca LGBT+ bireyi kendilerinin de seçmen—bence bu “partinin” oyu HDP’den daha yüksek—olduğunu hatırlayıp rest çekmedikçe görmezden gelinmeye mahkumlar.

Akraba evliliği: Kamusal alanda son yıllarda adı bile anılmayan ve halının altına süpürülerek yok sayılan enseste dair bir madde göremedim. Bu da LGBT+ meselesine dokunmamak gibi bir oy kaygısı mı?

İstanbul sözleşmesi: Uluslararası sözleşmelerden Meclis kararıyla çıkılır vurgusu var, ama İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden girileceğine dair bir madde yok metinde. Salondaki sunumda İYİ Parti tarafından dillendirildi ama yazılı vaat olmayınca… Söz uçar…

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar