Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Ali Babacan iktidara geldikleri ilk 90 dakika içinde basının özgür olacağını, gazetecilerin istediklerini yazacaklarını ve söyleyeceklerini vaat ediyor. Bu cümleleri en azından bir gazetecinin yüzünde alaycı bir gülümsemeyle takip ettiğini hayal edebiliyorum: Geçtiğimiz günlerde hem yazdığı Sözcü gazetesinden hem de kurup yönettiği Sözcü TV’den ayrılan Yılmaz Özdil. Resmi açıklama “istifa” olsa da “ayrılmak zorunda kalan” daha doğru bir ifade olur.

Özdil’i arayanlardan biri Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu. Herkesi aynı anda idare edebilme becerisine sahip Kılıçdaroğlu muhalif bir gazetecinin susturulmasında kendi payı olmadığını kamuoyuna açıklamak için bu telefonu açtı. Oysa odadaki fil ortada, Özdil’in akıbeti 3 Mart günü belliydi.

MAHALLENİN HOŞUNA GİTMEDİ

O gün hepimiz Meral Akşener’in Altılı Masa’yı sarsan çıkışıyla sarsıldık. Anlık tepkiler Akşener’e karşı çok sertti. Kendilerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında konumlayan ve alternatif yandaş medya oluşturanlar adeta bir servisten—CHP Genel Merkezi’nden—önlerine konan cümleleri paylaşmaya başladı. Kimileri Radikal gazetesi kökenli bir-iki yarım akıllı liberal sosyal medyada hemen herkesin aklına gelebilecek anlık yüzeysel tepkileri verdi. Halk TV’nin ana haber sunucunun şirretini görünce “Abla bu ne şiddet ne celal,” demek istedim.

Gazeteciler ne mesafelerini koruyabildi, ne de Akşener’in bu çıkışı neden yaptığını okuyabildi. Birkaç gün içinde masa bu krizin ardından daha sağlam çıkacak ve bu yeni yandaş medya sınıfının yaptığı yorumlar havada kalacaktı. Ama o ilk günde muhalif mahallede muazzam bir düzeysizlik, zekasızlık ve yetersizlik ön plana çıktı. “Muhalif basının da bizimkiler kadar çirkinleşebildiğini o gün gördüm,” dedi iktidara yakın bir tanıdığım. “Hayır, hayır düzeltiyorum. Bizimkiler bile bu kadar çirkinleşemez.”

3 Mart aynı zamanda logosu ABC deterjanından aşırılan SZC TV’nin yayına başladığı ilk günlere denk geldi. Normal şartlarda test yayınında olması beklenen bir televizyon kanalı kendisini krizin ortasında buldu. Kanalın başındaki Yılmaz Özdil’e düşen görev hem profesyonel yayıncılığa kurumu hazırlamak, hem de izleyiciye bu krizi aktarmaktı.

İşi hepimizden daha zordu, çünkü doğrudan muhalif sokağa hitap eden bir kanalın başındaydı. Ve o gün mahalle yanıyordu. Kolay olan slogan atmak, yangına körükle gitmek, tribünlerin duymak istediğini söylemekti. Özdil ise ezber bozmayı, bir başka açıdan bakmayı ve olayların ilk akla gelen tepkilerden farklı da yorumlanabileceğini gösterdi.

Kendi gazetesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına sonsuz destek verirken, hatta aday olması için hizmet ederken Özdil ona karşı başından beri mesafeliydi. Son zamanlarda yeni yandaş sınıfına dahil olmadığı için tepki de çekmeye başlamıştı. Ancak zaman onu genelde hep haklı çıkardı. Nitekim 3 Mart günü de yaptığı yayınlarda tribünlere oynamadı. Daha da önemlisi, hem CHP’nin hem de iktidarın kendi medya grupları olduğunu vurguladı. Sözcü TV’yi ise konuşulmayanların konuşulacağı, konuşturulmayanların ekrana çıkarılacağı bir platform olarak kurduklarını birkaç sefer beyan etti.

Oysa böyle bir talep mi vardı? Fazla iyimser, fazla idealist ve yeni medya düzenini okuyamayacak kadar dışarıda mı kalmıştı? Ekrana çıkarmak istediği insanlara muhalif medya gruplarında alan açılmamasının belli ki bir nedeni vardı.

Türkiye’de hem iktidar hem de muhalefet körü körüne biat bekliyor artık. Yılmaz Özdil adeta değirmenlere karşı kahramanlık yapıyordu. Böyle giderse ileride daha fazla sıkıntı yaratabilirdi. Muhalefetin ne olursa olsun kazanmak zorunda olduğu bir seçimde itirazları çatlak yaratabilir ve pek çok kişiyi sıkıntıya sokabilirdi.

MUHALEFETİN İLK 11’İ

Altılı Masa’da her ne kadar kriz bitmiş gözükse de bitmedi. Milletvekili listeleri, bakan dağılımları, çözümlenmiş gibi duran Cumhurbaşkanı Yardımcısı makamları tartışılmaya devam edecek. Oyu yüzde 0.2 ve yüzde 1 gözüken Gelecek ve DEVA’ya bu kadar taviz verilmesi, toplam iki (yüzde değil, sadece iki kişi) olan Demokrat Parti’ye bakanlık önerilmesi, Saadet Partisi’nin eridikçe eriyen gücüyle İstanbul Sözleşmesi gibi konularda muhalefeti rehin tutması seçime kadar, seçimden sonra da epey tartışılacak.

Bu konularda Özdil’in de itirazlarının olacağı, yaptığı yorumların muhalefetin, özellikle de Kemal Kılıçdaroğlu’nun hoşuna gitmeyeceği ortada. Babacan’ın bahsettiği o 90 dakikanın bitimine kadar Özdil’in oyunun dışında kalması hayati önem taşıyor. Böylece Türkiye tarihinde ilk kez bir iktidarın daha göreve gelmeden bir gazeteciyi tasfiye ettiğine tanık oluyoruz.

İlk 11’deki kadro da şimdiden belli. Atılan her toplu Mini Yavuz Donat göğüslüyor, tam bir görev adamı. Çeşitli dönemlerde sorgusuzca Ecevit, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Erdoğan’ın sözcülüğünü yapan, Aydın Doğan ve Erdoğan Demirören’i aynı anda idare edebilen Fikret Bila şimdi muhalefetin “akil adamı” olarak sahanın ortasında. Krizin çıktığı gün Halk TV’deki yazısını okuyun, parasını verseniz herhangi bir reklam ajansına böyle Kılıçdaroğlu güzellemesi yazdıramazsınız. Yılmaz Özdil’den boşalan forvete ise “Şaban” getirildi, akşam haberlerini sunacak. Ali Babacan özgür basın konusunda iyi ki içimizi rahatlattı.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar