Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Öğle yemeğinde buluştuğum kişi az ilerideki masada Ekrem İmamoğlu’nun oturduğundan emindi. Ben küçük bir araştırma yaptım; garsona “Ekrem Bey kiminle yemek yiyor?” diye sordum yani. “Bir bilgim yok,” dedi ama hangi Ekrem Bey’den bahsettiğimi anladığından emin değilim. Takım elbiseli, gözlüklü herhangi bir iş adamı, yahut sahiden Ekrem İmamoğlu da olabilirdi yan masadaki. Zaten ben de iş yemeği için Da Mario’daydım. AK Parti kulislerini almak için uzak bir köşede bir kaynağımla kaynatıyorduk. (Olay Ramazan’dan çok önce geçiyor.)

Politikacılar, iş dünyası, medya, sanatçılar… Herkes ama herkes bir işi olduğu için Da Mario’ya geliyor zaten. Etiler’de zaman zaman benim de mecburen yolumun düştüğü bu villa Türkiye’de Batı mutfağına ait restoranların ilk açıldığı yıllardan kalma bir yer. Kendi kişisel tarihimde buraya o unutulan aşkın ilk günlerinde Reha Muhtar ve Gülşen’le birlikte, Hülya Avşar’la bir televizyon programı konuşmak gibi vesilelerle gitmişliğim var. Bugüne kadar iş görüşmesi dışında Da Mario’ya gitmek isteyen tek bir kişi tanıdım, o da evindeki Chesterfield kanepeye kadar klasikten vazgeçmeyen sevgili arkadaşım Kürşat Başar.

AYAKLARIM GERİ GERİ GİDİYOR

Ne zaman birisi burada buluşmak istese ayaklarım geri geri gidiyor. Üst kattaki kapalı salon neyse, ama alt katta Türk usulü açık alan—her yeri camla kapalı sigara içilen bölüm—bir kebapçıdan hallice. Da Mario bende her zaman bir havalimanı lokantası izlenimi vermişti. Bunu AVM lokantası ya da büyük şehir dışında bayi toplantılarının yapıldığı, yörenin tercih edilen dört yıldızlı otelinin lokantası olarak da düşünmek mümkün.

Zincir otel restoranlarının insanı tatmin eden bir tutarlılığı vardır, beklentiyi düşürünce istediğinizi alırsınız. Da Mario’da da o standart lezzeti yakalamak mümkün. İtalyan mutfağının ‘penne arrabiata’ ve ‘caprese’ ile sınırlı olduğu günlerde takılıp kalmış.

İtalyan mutfağının Angolosakson dünyasına açılmasının da tarihi çok eski değil zaten. Londra’da River Cafe’den sonra patlama yaşanıyor. Türkiye’de ise 90’lı yıllarda Nişantaşı’ndaki Mezzaluna bir dönüm noktasıydı. İstanbul sosyetesinin tarihi yazılırsa mutlaka kendisine özel bir yer ayrılması gereken Mezzaluna’nın işletmecisi kadın bir aralar şehrin en güçlü simasıydı. Onunla iyi geçinmek ve o rahatsız sandalyelerde oturarak pizza, yeni öğrendiğimiz risotto ve tabii ki penne arrabiata yemek bir statü meselesiydi.

Sonra hepimiz başka yerlere savrulduk. Mezzaluna bizim hafızamızda İstanbul’a İtalyan mutfağını öğreten yer olarak kaldı, ama Amerika’daki imajı biraz daha karmaşıktı. O.J. Simpson’ın öldürdüğü eski karısı Brentwood’daki Mezzaluna’nın iyi bir müşterisiydi, öldürüldüğü gece de evde Mezzaluna’dan bir garsonla birlikteydi. Brentwood sosyetesi o zamanlar çok önemsenen Starbucks’da gündüzleri takılır, geceleri de Mezzaluna’da iş pişirirdi. O zamanki dedikodulara göre Mezzaluna’nın garsonu sosyetenin kokain gibi ihtiyaçlarını da karşılardı.

Biz ise—Abdi İpekçi’deki o bodrum kat dükkanda yer bulabilen şanslılar—Mezzaluna’da hayatımızda yediğimiz en güzel pizzayı midemize indirdiğimizi düşünürdük. O zaman için sahiden de öyleydi, ama gerek yiyenler gerekse de yemek yapanlar çok yol aldı. Bugün İtalyan yemeğinin daha iyisini İtalya’nın dışında yemek mümkün. Bana kalırsa en iyi pizza da Napoli’de değil, bana kalırsa Rhode Island’da. Ama kesinlikle Türkiye’de değil.

Da Mario ise dört yıldızlı otel istikrarında hiç ilerlemeden, mönüyü hiç geliştirmeden, reçeteleri hiç iyileştirmeden varlığını sürdürüyor. Alan memnun satan memnun ama. Buna Türkiye’de istikrar deniyor, Da Mario da klasik bir mekan olarak anılıyor. Oysa tam da Türkiye’nin gelişmişliğin ve büyümenin bir sonraki aşamasına geçememesi gibi bir yerde takılı kalmış. Türkiye’nin bir türlü değişememesiyle bu mekanın yerinde sayması arasında bir paralellik kurulabilir mi?

RACON BELLİ

Ya da Türk zenginlerini, iş-sanat-politika çevrelerinin vizyonları kadar damak zevklerinin de bir yere takılıp kaldığının acı bir simgesi burası. Damak tadı Türkiye’yi yöneten sınıfın hayal gücü, vizyonu, kendini geliştirebilmesi ve değişimle ilişkisi adına çok ipucu barındırıyor.

Güç sahipleri Da Mario gibi yerleri seviyorlar çünkü tam olarak beklediklerini buluyorlar. Mönüye bile bakmalarına gerek yok. Tıpkı Paper Moon’da olduğu gibi Da Mario’da da racon “Oğlum sen bana şöyle bir şey yaptır,” diye garsona tarif etmek. Bu gibi talepler asla ikiletilmiyor. İyi pişmiş et ve yanında salata, mozzarella (veya son birkaç yıldır burrata) ve tabii ki penne arrabiata masaya getiriliyor. Masada mutlaka ama mutlaka konu bir şirket evliliğine, bakan atamasına, yeni bir senaryoya veya ufak bir iş teklifine geliyor. Yemek hiç ama hiç önemli değil.

Da Mario’da lezzet kötü değil, ama hiçbir tabak özel olarak iyi de değil. Ya da benim evde yaptığım İtalyan yemeğinden daha iyi değil. Zaten hiç kimse Marcella Hazan’ın domates sosundan daha iyisini yapamaz. Bir 10-20 yıl daha açık olacağına ve yolumun istemeye istemeye yine düşeceğine eminim. Kim bilir, belki de Ekrem Bey’le.

Yıldızsız

Yıldız tablosu

★★★★ Olağanüstü

★★★ Mükemmel

★★ Çok iyi

★ İyi

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar