Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

2003 yılından beri olup bitenlere bakıp bilançoyu çıkardığınızda kazananlarla kaybedenlerin şaşılacak hızla yer değiştirebildiklerini görüyorsunuz. En son Irak Kürtleri çok yanlış hesaplara dayandığı sonradan trajik şekilde anlaşılan referandum gelişmesiyle 1996’dan beri elde ettikleri kazançları heba etmiş oldular. Bundan sonra siyaseten kendilerini nasıl toparlayacakları belli değil. Kendi içlerindeki bölünmeler nedeniyle hem giderek daha saldırganlaşan Irak ordusu karşısında zemin kaybediyor hem de daha önce arkalarında buldukları Amerikan desteği eskisi kadar etkin olamıyor.

Suudi Arabistan gerek Irak’ta gerekse Suriye’de çark etti. Irak’taki Şii ağırlıklı yönetimi tanımama, altını oyma politikalarından sonuç alınamayınca iki hedefli bir stratejiyle Bağdat ile Riyad’ın ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. İran etkisinin kırılması için Başbakan İbadi’ye destek verirken Irak’ın tarihsel stratejik açıdan İran’ın dengeleyicisi olduğunu hesaba katarak bu özelliği güçlendirmeye çalışıyor. Diğer yandan da Irak içinde, milliyetçi damarları ağır basan, İran karşıtı olma potansiyeli taşıyan Mukteda es-Sadr gibi liderlerle ilişkilerini geliştiriyorlar. Suriye’de ise oyundan çekilmiş gibiler, tekrar 2015 yılındaki aktivizme dönmeleri beklenmiyor.

2003 sonrasında ve Arap isyanları akabinde en kazançlı çıkan ülke gibi gözüken Türkiye ise birbiri ardına yaptığı hatalarla, birinci derecede etkili bir güç olma imkânını kaçırdı. Tamamen PKK ve PYD odaklı politikalar, diplomasideki esneklik imkânlarını kısıtladı. Söylemdeki aşırılıklar, Rusya savaş uçağının düşürülmesi gibi hatalar ancak coğrafyanın ve muhalif grupların bir kısmıyla kurulmuş ilişkilerin sağladığı avantajlarla bir nebze aşılabildi. PYD/YPG ile mücadele imkânı kazanabilmek için muhalif grupların bir kısmına da destek çekildi ve nihayet Moskova anlaşmasıyla da Suriye rejiminin kalıcılığı kabullenilmiş oldu.

Düşenler bazen çıkmayı da beceriyorlar gerçi ama gerek Irak’ta gerekse Suriye’de tutarlı şekilde önde çıkmayı beceren tek ülke İran oldu. 2009’daki hileli seçimlerin ardından patlayan Yeşil Dalga isyanına rağmen rejim durumu kontrol altında tutmayı becerdi. Gücünün yetmediği yerde Rusya gibi partnerlere yaslandı. İnadın sonuç vermeyeceğini gördüğünde yaklaşımını ve siyasetini değiştirmekten çekinmedi.

Ambargo nedeniyle pabucun pahalı olduğunu anladığında ABD ve diğer büyük güçlerle dişe diş pazarlık yaparak ve nükleer programının önemli bir bölümünden vazgeçerek dünyayla ilişkilerini normalleştirme yönünde bir adım attı. Bugün, Trump’ın tehditlerine, Amerikan yaptırımlarının sürmesine ve Avrupalı yatırımcıları ürkütmesine rağmen ekonomisi yabancı yatırım çekmeyi beceriyor. Financial Times Gazetesi’nde dün çıkan bir habere göre, Tahran’ın dünyanın önemli enerji şirketleriyle 2018 yılında 20 milyar dolarlık enerji anlaşması imzalaması bekleniyor.

Trump yönetiminin tutarsızlıkları da İran’ın güçlenmesinde etkili oldu. En son Irak Kürdistan’ındaki referandum akabindeki gelişmelerde ABD Kürtlerin arkasından desteğini çekerken İran’a bağlı Iraklı Şii milis gücü Haşdi Şabi askeri gücünü gösterdi. Washington Başbakan İbadi’yi İran karşısında güçlendirmeye ne kadar çalışsa da Tahran’ın ağırlığını azaltabilmesi mümkün değil. Üstelik IŞİD ile mücadelede de İran’la işbirliği yapıyorken.

Suriye’deki dengeler de göz önünde bulundurulduğunda Ortadoğu’da ABD’nin isteyebileceği herhangi bir sonucun İran’ın desteği olmadan veya İran’a rağmen gerçekleşmesi de mümkün değil. Nükleer anlaşmadan vazgeçilmesi halinde de Washington kendisini muhtemelen yapayalnız bulacak. Sonrasındaki olası bir tırmandırma ise bölgeyi daha da karıştıracaktır. İsrail’in Hizbullah üzerinden İran’a yönelik bir hamle yapması da bu bağlamda ihtimal dışı değil.

Bu tabloda halen cevaplandırılmayı bekleyen en önemli soruysa kanımca şudur: İran, kapasitelerinin çok ötesinde hedeflere kilitlenerek, evdeki bulgurdan da olan diğer ülkeler ve örgütlerle aynı hataya düşecek midir? Yoksa gücünün sınırlarını gerçekçi şekilde değerlendirip ona göre davranacak mıdır?

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar