Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

SONDA söylenecek şeyi başta söylemek gerekirse, ABD ile Türkiye arasındaki soğuk savaş, 27 Kasım’da başlayacak. Zarrab davasında hükümeti mutlu edecek gelişmeler yaşanmadığı takdirde sürecek ve belki de yoğunlaşacaktır. İki ülke arasındaki sorunların en azından tespit edilmesi ve tarafların birbirlerini daha iyi anlayabilmeleri açısından Başbakan Yıldırım’ın ziyareti elbette olumlu bir adımdır.

Başbakan’ın sakin kişiliği ile ABD Başkan Yardımcısı’nın, Trump’a göre daha sistemli ve disiplinli iş yapma tarzı en azından üst düzeyde havadaki sisin dağılmasına katkıda bulunmuştur. Ne var ki, ilişkilerin bırakın normali, makule geri dönmesi bile zaman, emek, iyi niyet, karşılıklı anlayış gerektirecektir. Bundan da önemlisi, ilişkilerin iç politika malzemesi yapılmaması normalleşmenin ön şartıdır. Bu bağlamda, kanımca Başbakan Yıldırım’ın ABD’deki ikinci en önemli teması Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Bob Corker’a yaptığı ziyarettir.

Corker, Trump’tan sıtkı sıyrıldığı için, dönemi bitince yeniden aday olmamaya karar veren, saygı duyulan bir siyasi şahsiyet. Son dönemde, özellikle de protestocular ile korumalar arasındaki hadisenin ardından Amerikan Kongresi’ndeki Türkiye destekçileri arasında bile hayli sert Türkiye karşıtı rüzgârlar esmeye başladı. Her ne kadar Kongre stratejik ilişkilerin yönünü belirleme ya da bunları engelleme gücüne sahip değilse de Corker ve örneğin daha düne kadar Türkiye’nin en güçlü destekçisi olan Senatör McCain gibi sözü dinlenen siyasetçileri kazanmak, ilişkileri rayına sokmak açısından önemli. Nitekim Başbakan Yıldırım da “Bazı sorunlarımızın yetersiz bilgiden kaynaklandığını anladık. Bu da yanlış algılara yol açıyor. Bu konuları konuşma imkânı bulduk” demiş.

Kongre’yi kazanmak ya da Kongre ile düzgün ilişkiler içinde olmak pek çok nedenle gerekli ve önemliyse de asıl mesele yönetimle ilişkileri düzeltmek ve Ankara’nın gündemindeki şikâyetler hakkında adım atılmasını sağlamaktı.

YAPISAL PROBLEM

Bir konferans nedeniyle ben de tesadüfen Washington’da bulunduğumdan ilişkilerin nereye gittiğini sorma ve bu konuda geçmiş dönemlerde etkili olmuş kişilerden fikir alma imkânım oldu. Geçmişe göre Türkiye’ye yeni bir bakışın şekillenmeye başladığını, buna koşut olarak da yaklaşımın değişme yoluna girdiğini sezdim. Şöyle ki daha önceki ziyaretlerde ya da konferanslarda Türkiye ile yaşanan sorunlar gene sıralanırdı. Aradaki uzlaşmazlıkların çözülemeyeceği ön kabulünden sonra ilişkilerin onların transactional (işlemsel) dedikleri, benim perakendeci diye tanımlamayı tercih ettiğim şekilde süreceği söylenirdi.

Bu kez perakendeciliği savunanların gerilediği, ilişkilerin tümüne yönelik bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini düşünerek, demokratik değerlerden de bahsetmek isteyenlerin öne çıkmaya başladığını sezdim. Nitekim Amerikan tarafının görüşmeden sonra yayınladığı özette, başlangıç bölümü her zamanki güzellikleri sıraladıktan sonra son cümle asıl mesajı veriyor: “Başkan Yardımcısı, Amerikan vatandaşlarının, Amerikan diplomatik temsilciliklerinde çalışan Türklerin, gazetecilerin, sivil toplum temsilcilerinin olağanüstü hal kapsamında tutuklanmalarıyla ilgili derin kaygılarını dile getirmiş ve bu vakaların şeffaf bir şekilde hukuk kurallarına uyarak çözülmesini talep etmiştir.”

Amerikan tarafı FETÖ’nün, hakkındaki bunca iddia ve kanıta rağmen hâlâ nasıl bu denli rahat hareket edebildiği konusunda ikna edici bir tavır almamakta devam ettikçe ve Türkiye’deki yargı sürecinin selameti konusunda şüpheler güçlü kaldıkça o meseleyle ilgili gerginliğin süreceği bellidir. Bu mesele artık iki taraf arasında “yapısal bir problem” haline gelmiştir. PYD/YPG meselesi halen en can yakıcı konu gibi görünse de Kürdistan bağımsızlık referandumundan sonraki gelişmeleri ışığında iki tarafın bir ortak payda bulabilme imkânları geçmişe göre artmış olabilir. Ancak bunun için iki tarafın da bir stratejik ortak akıl geliştirmeleri, ABD’nin Ankara’daki güvenlik kaygısını kavraması gerekecektir.

27 Kasım’daki Zarrab duruşması öncesinde ve sonrasında ikili ilişkiler iç politikanın malzemesi olmaktan çıkmadığı takdirdeyse, Başbakan Yıldırım’ın tansiyonu düşüren ziyareti sadece bir parantez olarak kalabilir.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar