Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

KURNAZ insan ile akıllı insan arasındaki farklardan birisi, ilkinin kıvrak bir manevrayla atlattığı bir belayı ebediyen başından attığını sanmasıdır. Akıllı insan ise bir bela atlatılsa bile bir vadede bunun devamının geleceğini bilir. Er ya da geç. Aynı anda İran, Türkiye ve Makedonya vatandaşı olan Reza Zarrab’ın hadisesini de bu tür örneklerden birisi diye görebilirsiniz.

Hapisten salıverildikten sonra ülkenin cari açığının yüzde 15’ini yaptığı işlerle kapattığını söyleyerek böbürlenmek akıllı değil ancak kendisini kurnaz sanan birisinin yapacağı türden bir eblehlikti. Yaptığı işin ucunun ABD’ye ve uluslararası hukuka dayandığını ve bundan kaçmanın Türkiye’deki adli sistemde aklanmak kadar kolay olmayacağını aklına getirmemişti demek ki.

Bu konularda jetonu düştükten sonra, yakalanacağını en azından tahmin ederek (eğer daha önce bir anlaşma yapmadıysa tabii) ABD’ye gitmiş olması her şeyden önce bulunduğu yerde kendini güvende hissetmemesinden kaynaklanıyordu herhalde. Bir buçuk yılı aşkın bir tutukluluktan sonra ise kendini kurtaracak bir formül bulmuş olmalı ki “ABD, Zarrab’a karşı” diye açılan ve Zarrab dışında da sanıkları olan dava artık tek bir sanığa yönelik olarak açılmış bulunuyor: United States vs. Mehmet Hakan Atilla (ABD, Mehmet Hakan Atilla’ya karşı).

Yaşları erenler açısından bu dava sürecinin düşündürdüğü çok şey var aslında. 1970’lerin sonunda Lockheed firması skandalı patladığı zaman, her yerde meselenin üzerine gidilmiş Türkiye’de ise bir kurban bulunup hapse atılmış ancak olay tüm boyutlarıyla açığa çıkarılmamıştı. Benzer bir durum Siemens’in dünyada dağıttığı rüşvetler skandalı patladığında da yaşandı.

DAVANIN ESAS KONUSU

30 Ekim 2017 tarihinde New York Güney Bölgesi Savcı Vekili Joon H. Kim tarafından hazırlanmış olan ve davanın yargıcına, elde olduğu iddia edilen tüm delilleri ortaya koymadan sunulan bir belgeden de anlaşılacağı gibi, davanın esas konusu ABD’nin İran’a yönelik ambargosunun Zarrab ve İran’da temasta olduğu kişi ve kuruluşlar tarafından delindiği iddiası. Bu bağlamda da Türkiye’deki bağlantıları, Türkiye’nin İran’a yönelik ambargo rejiminden muaf tutulduğu alanlarda neler yapıldığı, ambargo rejimine aykırı bir işlem yapılmışsa bunun nasıl gerçekleştiği soruşturulmuş. O belgede yargıçtan talep edilenlerin bir kısmı kabul bir kısmı ise reddedilmiş.

Davayı üç ya da dört hafta içinde bitirmek istediğini söyleyen (ancak eğer 22’sine kadar bitmezse 25 Aralık-3 Ocak arasında duruşma olmayacak) yargıcın davanın jürisini seçerken hazırladığı ve jüri üyesi adaylarına okuduğu belgede ise artık Zarrab ile birlikte yargılanması beklenen 3’ü Türk 4’ü İranlı diğer sanıklar yok. Yargıç, jüriye Hakan Atilla ile aynı suçlamaların yapıldığı bu kişilerin bu davada yer almadıklarını söylüyor.

HAKAN ATİLLA TÜM SUÇLAMALARI REDDEDİYOR

Ekim sonundaki savcılık belgesinde tüm finansal işlemlerden haberdar olduğu iddia edilen eski Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı’na yönelik 6 suçlama var. Bunlardan 5’i Amerikan ambargosunun delinmesi, Hazine Bakanlığı’nın işini yapmasına engel olunması, Amerikan bankalarının İran ve İranlı kurumlara yarayacak finansal işlemler yapılması ve rüşvet. Son iddia ise ilk 5 maddedeki işlemlerle bağlantılı olarak para aklama. Hakan Atilla suçlamaların tümünü reddediyor.

Yargıç, belgesinin ekinde adı geçen kişilerin veya kurumların potansiyel tanık olarak dinlenebileceklerini, ancak ne savcılık ne de savunma makamlarının böyle bir zorunluluğu olmadığını da belirtiyor. Jüri seçilirken sorduğu sorular arasında kişilerin İslam, İran veya Türkiye hakkında olumlu ya da olumsuz keskin görüşlere sahip olup olmadıkları da var. En önemli vurgu ise savcılık makamının iddialarını makul bir şüpheye mahal vermeyecek şekilde kanıtlamak zorunda olduğu. Savunmanın böyle bir derdi yok. Sanık aksi kesinlikle kanıtlanana kadar masum.

Normal şartlarda büyük Amerikan medyasının pek ilgisini çekmeyecek olan davaya Türkiye’nin ısrarla bu konuyu en üst düzeyde gündeme getirmesinin de bir sonucu olarak tüm projektörler çevrilmiş bulunuyor. Tansiyonu yüksek bir 4-5 hafta yaşayacağımıza kuşku yok.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar