Meclis
BUGÜN 23 Nisan. 98 yıl önce Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı, işgal ve işbirlikçi bir sultan ile hükümeti karşısında askeri, siyasi mücadeleyi başlattığı gün. Aslında Cumhuriyet’in temelinin atıldığı, ulusal birlik açısından katılımcı bir Meclis’in mümkün hatta şart olduğunu yaptıklarıyla gösterecek bir kurumun varlık bulduğu gün. Osmanlı Meşrutiyet deneyiminin sağladığı tecrübeyle savaş sonrası işgal koşullarında şekillenen bir bilincin yoğrulduğu kurumun açıldığı gün.
Çocukluğumuzdaki tekerlemede şöyle derdik: “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan / Kamutay bugün doğdu ve saltanatı boğdu.” Kamutay, 1930’lu yılların dil arınmasıyla lügate girmiş ve nihayetinde tutmamış bir kelimeydi. “Meclis” anlamına geliyordu. Aslında Meclis’in kurulması Türkiye adlı yeni bir devletin, tükenmiş Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine geçmesinin belki de en önemli merhalesiydi.
Yeni devletin kurucusu, yeni iktidarın meşruiyetinin vücut bulduğu kurumdu Meclis. Osmanlı meclis-i mebusanlarına göre Anadolu’nun nüfus çoğulculuğunu yansıtmasa da tabandan, kongre iktidarları dönemiyle pişerek gelen şahsiyetlerden kuruluydu. Gerçek anlamıyla temsil gücüne sahipti.
Bu temsil kavramı yerel kongrelerin katılımcılığını yansıttığı gibi, örgütlenen direnişin tepeden inmeci olmaması açısından da önemliydi. Bu nedenle Meclis kurulana kadarki bildiriler Heyet-i Temsiliye adına imzalanırdı. Salt Mustafa Kemal imzalı genelgelere Kazım Karabekir’in itirazı da bu ilkeye verilen değeri gösteren bir tavırdı.
Meclis’in anlamını, yaptıklarını ve Türkiye tarihi içindeki önemini çok az bilim insanı rahmetli Bülent Tanör kadar iyi anlatmıştır herhalde. Yuvası bildiği İstanbul Üniversitesi’nin utanmayı bilmeyen yönetimince yaşamının son demlerinde utanç verici bir muameleye maruz bırakılan Tanör, nesillerce öğrenciye hukuk kavramı kadar, düzgün bir bilim adamı olmayı da şahsi örneğiyle göstermişti. Benim de kısa bir süre yakından tanıma, çalışma disiplinine, entelektüel dürüstlüğüne tanıklık etme imtiyazına sahip olduğum bir bilim insanıydı.
Tanör, “Kuruluş” adlı kitabında Meclis’in açılmasıyla birlikte direniş açısından Osmanlı iktidar yapısından özerkleşmenin artık tümüyle gerçekleştiğini savunur. Yeni devlete ancak bu sayede gidilebilecektir. Tüm bunlar yapılırken katılım unsuru kadar önemli olan “hukuk”a bağlılıktır. Direniş, Müdafaa-i Hukuk-u Milliye kavramı öne çıkarılarak gerçekleşmişti. Tanör, Meclis’in ve yöneticilerin sürekli olarak “uluslararası hukuk”un kavramlarına dayanarak hareket ettiklerinin de altını çizer.
İşgal döneminde toplanan yerel kongreler, askerlerin başlatmak istedikleri direnişin sivilleşmesini sağlayan en önemli unsurlardı. Sonraki tarihte tek adama ya da yalnızca orduya bağlanmak istenen zaferin asıl mimarlarının İttihat Terakki örgüt ağına dayanarak ortaya çıkan bu katılımcı kongreler olduğunu hep hatırda tutmak gerekir. Bu sivil ve katılımcı niteliğin devletin sonraki şekillenmesinde geri planda kalması bir bakıma talihsizliktir.
Kısacası Meclis, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu kurumudur. 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanan bir geleneğe bağlıdır. Her ne kadar tek parti döneminin Meclisleri 1920’lerin “bir savaşı demokrasiyle yöneten” Meclisleri gibi olmasalar da tüm mensupları da “kukla” değildirler. Nitekim ülkenin II. Dünya Savaşı sonrası çoğulcu bir rejime evrilmesinde Meclis içindeki tartışmaların bir payı vardır. Meclis, kendi tarihine, kurumsal haysiyetine, işlevinin gerektirdiği sorumluluklara her zaman sahip çıkmamıştır. Bu doğrudur. 1960’tan sonra askeri vesayetin bunda payı yüksektir.
Ancak 1960’ların Türkiye İşçi Partisi grubunun Meclis kürsüsünü kullanışı, 1970’lerin CHP grubunun canlılığı unutulacak gibi de değildir.
Hepsinden önemlisi tüm eksikliklerine, son dönemde iyice hasara uğramış kurumsal kimliğine, milletvekillerinin mensubu oldukları kurumun haysiyetini hiçe sayan, lidere biat etme alışkanlıklarına rağmen Meclis değerlidir. Zira vatandaş ile devlet arasındaki bağlantıyı kuran, aşağıdan gelen talepleri bir şekilde yukarıya iletebilen Meclis’tir, milletvekilleridir. Yeni sistemde bu da ortadan kalkacaktır.
İşgal koşullarında bile, Tanör’ün deyimiyle “bir savaşı demokrasiyle yönetebilen” Meclis’in korunmasını hedeflemek, çoğulculuğunu sağlayabilmek bu 23 Nisan’da bir kez daha vurgulanması gereken en önemli hedeflerden birisi olmalıdır.
- Veda ve teşekkür6 yıl önce
- Bir seçimi kazanmak ya da bugünler için La Bamba6 yıl önce
- NATO'nun belirleyici rolü6 yıl önce
- NATO6 yıl önce
- Trump Amerika'sı6 yıl önce
- Demokrasi olgunluk sınavını veriyor6 yıl önce
- Seçim6 yıl önce
- Yavru köpeğin bakışı, Ayşe Hanım'ın sözleri6 yıl önce
- ABD'nin yolu6 yıl önce
- G-?6 yıl önce