Yaşlanmak güzeldir
Çevrenizdeki herkes yaşlanırken siz hep 29 yaşında kalmayı ister misiniz? Soruya cevap vermeden önce “Ölümsüz Aşk”ı (The Age of Adaline) seyredebilirsiniz. Başrolünde Blake Lively’nin oynadığı film, sonsuz gençlik, yalnızlık ve aşk üzerine bir öykü anlatıyor
OSCAR Wilde’ın “Dorian Gray’in Portresi” adlı eseri sonsuz gençlik uğruna her şeyi yapmaya hazır bir adam üzerinedir. Wilde, sürekli genç ve güzel görünmenin sonuçlarına bakarken, hazcılık felsefesini de sorgular. “Ölümsüz Aşk”ın ana karakteri Adaline Bowman’ın (Blake Lively) ise sonsuz gençlik gibi bir isteği yok. Seyircinin bildiği ama kendisinin farkında dahi olmadığı bir nedenden ötürü 29’undan itibaren hücreleri yaşlanmayı durduruyor ve o da 45 yaşına kadar normal hayatını sürdürmeye çalışıyor. Ta ki bir gün bir trafik polisi çıkıp “Ehliyetinize el koyuyorum, doğum belgenizi getirin” diyene kadar.
SÜREKLI GENÇLİKTEN YORGUN
J. Mills Goodloe ve Salvador Paskowitz’in yazdığı senaryo, 1908 doğumlu Adaline’ın gerçek kimliğiyle yaşadığı, genç görünmenin keyfini çıkardığı ilk yıllarla hiç ilgilenmiyor. Hikâyeyi anlatan bir dış ses ve dünyanın uzaydan görünümü, yani “Tanrısal bakış açısı” ile günümüzde başlayan film Adaline’ı yeni sahte kimliklerini teslim alırken tanıtıyor seyirciye. Adaline her 10 yılda bir yaşadığı yeri terk etmekten, kimlik değiştirmekten ve tanıdığı insanları bırakıp gitmekten yorulmuş mutsuz bir karakterdir. Bir “numune” gibi incelenmemek için bütün hayatı kaçmakla geçmiştir. Bir sahnede asıl arzusunun âşık olmak ve âşık olduğu kişiyle birlikte yaşlanmak olduğunu anlarız. Herkesin yaşlandığı bir dünyada genç kalmaktan bıkmıştır artık.
Çağımızda birçok insanın ulaşmaya çalıştığı sürekli gençlik, onun için sürekli yalnızlıktan öte bir şey değildir. Ancak “Ölümsüz Aşk”ın genç kalmanın yarattığı sorunlar üzerine düşündürmekten ziyade öncelikle bir aşk hikâyesi anlatmayı hedeflediğini belirtelim.
Öykü Adaline ile ilk görüşte etkilendiği Ellis (Michiel Huisman) arasındaki ilişkinin yürüyüp yürümeyeceğine odaklanıyor. Kaldı ki hikâye belirli bir noktadan sonra tesadüfler ve sürprizlerle iyiden iyiye eski usul bir aşk filmi kıvamına geliyor; başlangıçtaki ilginçliğini kaybediyor.
HARRISON FORD’UN KATKISI
Adaline ile yanında torunu gibi durduğu öz kızı Flemming (Ellen Burstyn) arasındaki tuhaflığın da iyi işlenebildiği söylenemez. 29 yaşında görünen Adaline’ın 107 yaşında nasıl bir iç dünyası olabileceği konusu ise pas geçiliyor. Onca yıldan sonra Adaline’ı diğer insanlardan farklı yapan özelliklerin sadece gözlem gücü ve sıkı bir tarih bilgisi olduğuna ikna olmak zor. Öte yandan, filmi yapanların derdi yeni bir “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi” değil kuşkusuz. Hüzün duygusunun ağır bastığı, “yaşlanmak güzeldir” diyen masalsı, romantik ve mütevazı bir film bu. “Celeste & Jesse Forever” ile tanıdığımız yönetmen Lee Toland Krieger kendi varlığını belli etmeden olgun bir hikâye anlatma sinemasıyla ikna edici bir dünya kuruyor. Son bölümde “oyuna giren” Harrison Ford’un ise filme hoş ve önemli bir katkıda bulunduğunu belirtelim.
Filmin notu: 6.5
Marnie’nin sırrı
JAPONYA’NIN Disney’i olarak bilinen Ghibli Stüdyosu animasyonda günümüzün en önemli ekollerinden biri. Stüdyonun kurucusu Hayao Miyazaki’nin emekli olmasının ardından “Marnie Oradayken” (Omoide no Mânî – When Marnie Was There), yeni bir gelişme yaşanmazsa stüdyonun son uzun metraj filmi olacak. Dolayısıyla, Ghibli filmlerini sevenler için ayrı bir anlam taşıyor.
2010 “Aşırıcılar” ın yönetmeni olan Hiromasa Yonebayashi, “Marnie Oradayken” i İngiliz yazar Joan G. Robinson’un bir romanından sinemaya uyarlamış. Film, içe dönük, yalnız bir kız olan küçük Anna’nın hikâyesini anlatıyor. Kendisini evlatlık olarak alıp büyüten Yuriko’yu anne olarak kabul edemeyen Anna, astımı nedeniyle deniz kenarındaki bir köyde yaşayan akrabalarının yanına gönderilir. Anna ile sahildeki köşkte yaşayan Marnie arasında farklı bir yakınlık kurulur. Anna gibi yalnızlık çeken Marnie sadece akşamları ortaya çıkan gizemli bir kızdır. Marnie karakterinin finale kadar gizemini koruduğu film, Ghibli stüdyosunun favori teması olan “bir çocuğun kendini keşfetme süreci” üzerine kurulu. Anna, kendini köksüz, güvensiz ve yalnız hissettiği için insanların dünyasına giremiyor. Ancak Marnie ile olan arkadaşlığı onu daha özgüvenli, sosyal biri yapmakla kalmıyor, kendi yeteneklerini keşfederek çevresindeki dünyayla daha sağlıklı ilişkiler kurmasını da sağlıyor.
Yönetmen Yonebayashi, gerçekçi ve ayrıntılı arka planlar önünde karakterleri klasik Japon animasyon geleneğine bağlı olarak çiziyor; karakterlerin yüz ifadelerini minimal ama etkili çizgilerle yansıtıyor. Gün ışığının farklı renkleri ve tonları eşliğinde resmedilen tabiat manzaraları da filme sıcak, canlı bir atmosfer ve sahicilik getiriyor. “Marnie Oradayken”, çocuklarıyla birlikte fantastik tatlar taşıyan bir film seyretmek isteyen ebeveynler için ideal seçim olabilir.
Filmin notu: 7
- Issız adaya düşen robot2 dakika önce
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce