Hayaletler, aşk ve dehşet
FİLMİN NOTU: 6.5
Meksikalı ünlü yönetmen Guillermo del Toro, “Kızıl Tepe”de (Crimson Peak) 19. yüzyıl sonlarında geçen gotik bir aşk ve dehşet hikâyesini anlatıyor. Filmin başrollerinde Mia Wasikowska, Tom Hiddleston ve Jessica Chastain oynuyor.
GUILLERMO del Toro, ilk filmlerinden bu yana öncelikle görsellik konusundaki fevkalade becerileri ve seyirciyi fetheden hayal gücüyle öne çıkan bir yönetmen. Farklı görsel dünyalar kurarak her öyküye ve türe kişisel damgasını vuruyor. Seyrettiğiniz her Del Toro filmini, aradan yıllar geçse dahi ilk dakikalarda tanımanız mümkün. “Kızıl Tepe”yi de unutacağınızı pek sanmıyorum.
ARİSTOKRATİK SEFALET
“Kızıl Tepe”, 19. yüzyıl sonunda bir ABD şehrinde açılıyor. Avrupa aristokrasinin geleneklerine sahip çıkan Amerikan burjuvazisinin müreffeh hayatından görüntüler, bize ilk anda Martin Scorsese’nin “Masumiyet Yaşı”nı (The Age of Innocence) hatırlatıyor. Edith Cushing (Mia Wasikowska) ile Thomas Sharpe’nin (Tom Hiddleston) vals yaptığı sahnede ise ışık, sahne düzeni ve muhteşem kostümler Visconti’nin dönem filmlerini getiriyor akla. Del Toro, Edith için aile ocağını simgeleyen ABD sahnelerinde sıcak sarı renkleri pastel tonlarla birleştiriyor. Tom ile ablası Lucille’in (Jessica Chastain) Kuzey İngiltere’deki evinde ise soğuk bir renk paleti bekliyor bizi. Kar Edith’in masumiyetini temsil ederken, kırmızı toprak yaklaşan dehşet ve şiddeti haber veriyor. ABD’de yükselen burjuvazinin kibrini, İngiltere’de ise sanayi devrimine uyum sağlamaya çalışan aristokrasinin sefaletini görüyoruz.
BİR GÖRSEL KOLAJ GİBİ
Koyu renklerin, tekinsiz bir karanlıkla birleştiği yıkık dökük Sharpe malikânesi, gotik korku geleneğinin neredeyse bütün izlerini taşıyor. Tom ile Lucille’in soluk tenleri vampir filmlerini dahi getiriyor akıllara. Ancak ilk sahneden ortaya konduğu gibi bir hayalet filmindeyiz. “Kızıl Tepe”, “ürpertici evde yalnızlık çeken gelin” motifi nedeniyle Alfred Hitchcock’un “Rebecca”sını da düşündürüyor. Özetle, Del Toro’nun hayaletli ev klasiklerine kendi yorumunu getirdiğini söylemek mümkün. Bazen duman bazen de suda dağılan mürekkep gibi kaybolan hayaletler ise bana İspanyol ressam Goya’nın bazı illüstrasyonlarını hatırlattı. Bütün bunlar “Kızıl Tepe”nin bir çeşit görsel kolaj olduğunu gösterse de Del Toro’nun görsel atmosfere özgün damgasını vurduğu inkâr edilemez.
MASUM EDITH GERÇEK KÖTÜLÜĞE KARŞI
Annesini çocukken kaybeden Edith, Del Toro’nun “Pan’ın Labirenti” adlı filmindeki küçük Ofelia’yı akla getiren bir karakter. Ofelia, çevresindeki kötülükten hayal dünyasına kaçıyordu. Edith ise Amerikan burjuvazisinin ruhsuzluğundan kaçıp Avrupa gotik edebiyatına sığınmak, Mary Shelley gibi bir yazar olmak istiyor. Ancak İngiltere’de kurmaca değil, gerçek kötülükle karşılaşıyor. Ekmeğini topraktan çıkarmak isteyen mühendis ruhlu aristokrat Tom, filmin en trajik karakteri. İlk göründüğü andan itibaren filme marazi, hastalıklı bir ihtiras getirmeyi başaran Jessica Chastain’in canlandırdığı Lucille ise Tom’u karanlık dehlizlere çekmeye çalışıyor.
KANLI FİNAL
Her planı, detayı gergef gibi dokuyan Del Toro’nun filmin temasını biçim üzerinden inşa etmesine itirazım yok. Ancak bu, “Kızıl Tepe”yi belirli bir noktadan sonra son derece tahmin edilebilir ve süre açısından sarkmış bir hale getiriyor. Filmi monotonlaştıran bir başka unsur ise kötülüğün önceki Del Toro filmlerinde olduğu gibi bir çocuk romanı derinliğini aşamıyor oluşu. Finaldeki şiddet ve kan da bence filme çok şey katmıyor.
- Issız adaya düşen robot2 dakika önce
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce