Işıklar hiç sönmesin
ABD ile aynı anda Türkiye’de de gösterime giren “Işıklar Sönünce” (Lights Out), karanlıktan korkanların görmemesi gereken bir film... Öykü belki çok iyi işlenip geliştirilmiyor ama karanlıkta ortaya çıkan hayalet seyirciyi korkutmasını biliyor
Korku – gerilim türünde orijinal fikir bulmak artık hiç kolay değil. Özellikle de hayalet hikâyelerinde... “Işıklar Sönünce” ise orijinal bir fikirle geliyor karşımıza. Film, gecenin karanlığında loş bir tekstil atölyesinde açılıyor. Işıklar yandığında kaybolan, söndüğünde ise ortaya çıkan o gölge gerçekten ürpertici. Film boyunca da bu fikir, bir korku unsuru olarak gerçekten iyi işliyor. “Işıklar Sönünce” gerilim yaratmayı bilen filmlerden. Sahte korku efekti, şiddet şovu, bol kan ve hızlı kurgu yok. Bunların yerine nereden, ne zaman çıkacağını bilemediğiniz bir siluet ve yarı karanlık kadrajların bitmek bilmeyen huzursuzluğu var... Ama fikrin bir öykü olarak iyi geliştirilip işlendiğini söylemek mümkün değil.
AGRESİF HAYALET DIANA
Yönetmen David F. Sandberg’in 2013’te çektiği, 3 dakika bile sürmeyen kısa filminden yola çıkan ve Eric Heisserer tarafından yazılan senaryo, parçalanmış bir aileyi konu alıyor. Sorunların kökeninde de aslında bu parçalanmışlık, ayrı düşmüşlük var... Yıllar önce annesinin yanından ayrılan ve tek başına yaşamaya başlayan Rebecca (Teresa Palmer) yalnızlığına çok düşkün bir genç kadın... Öyle ki erkek arkadaşının (Alexander DiPersia) geceleri evde kalmasına dahi izin vermiyor. Buna karşılık, babasının ölümünden sonra psikolojisi giderek bozulan annesi Sophie (Maria Bello) ile birlikte yaşayan küçük kardeşi Martin’in (Gabriel Bateman) yardım çağrısına tepkisiz kalmıyor. Kısa sürede Martin’i kurtarmanın yolunun annesini iyileştirmekten geçtiğini anlıyor. Ama aileye yıllardır musallat olan “agresif siluet” Diana, bir kez daha karşısına çıkıyor...
AKLA TAKILAN BAZI SORULAR
Öykü, ne yazık ki akıllara takılan birçok boşluğu dolduramadan ilerliyor. Rebecca, neden bu kadar yalnızlığına düşkün? Diana’dan mı, yoksa annesinden mi kaçıyor? İlk başta annesinin yanından ayrılıp Rebecca’nın yanında yaşamak isteyen Martin, neden sonlara doğru “Annem olmadan asla” demeye başlıyor? Işıkta görünmeyen Diana neden ilk dakikalardan itibaren değil de finale doğru ışıkla temas ettiğinde bir vampir gibi zarar görüyor? Diana’nın Sophie’ye olan takıntısının kökeninde ne var? Kuşkusuz sorular artabilir. Maksat korku olsun, mantığa ne gerek var, demeyin... Doğaüstünü konu alan en iyi filmler, kendi iç mantıklarını basit ve anlaşılır şekilde oluşturan filmlerdir... Diana’nın Sophie sayesinde etkin olduğu söyleniyor ama bu fikir iyi geliştirilemiyor.
KARANLIK KADRAJLAR
Özetle “Işıklar Sönünce” öykü ve karakter konusunda sınıfta kalıyor. Bu açığını da David F. Sandberg’in görüntü yönetmeni Marc Spicer ile birlikte tasarlayıp çektiği korku gerilim sahneleriyle kapatmaya çalışıyor. Başta açılış olmak üzere Sandberg, birçok sahnede kadrajın büyük bölümünü karanlıkta bırakarak gerilim dozunu artırıyor. Ama bir noktadan sonra sık kullanıldığı için ışık – karanlık ikilemi etkisini kaybediyor. Mor ışığın devreye girdiği bodrum sahnesi bu monotonluğu kırıyor. Diana’nın bütün marifetlerini filmin hemen başında öğrenmemiz ise bence filmin aleyhine gelişiyor, gerilimi düşürüyor... Yine de “Işıklar Sönünce”- nin, bir korku – gerilim filmi olarak hedefine ulaştığı söylenebilir.
Filmin notu: 6
- Issız adaya düşen robot2 dakika önce
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce